1966 yılında İstanbul'da doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi'nde aynı bölümde başladığı yüksek lisans eğitimini tez aşamasında bıraktı ve yirmi altı yıl sürecek iş hayatına geçti. Şimdilerde fotoğraf çekmek, öykü okumak ve yazmak, film izlemek ve filmler üzerine yazmakla uğraşıyor. Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk kitabı 2020 yılında yayınlandı. İFSAK üyesi, ifsakblog, perasinema ve Mikroscope'ta yazıyor.

Bu sayıda temamız “KIRMIZI” olunca çocukluğumu hatırladım. Çocukken en çok kırmızı ayakkabılarımı severdim. Kadıköy’deki Nubebe ayakkabıcısından alırdık. Oradakiler, “Azıcık fazla olsun kırmızı olsun canım, öyle değil mi ama,” deyip, gülerlerdi. Annem bu kızın kırmızı merakıyla nasıl başa çıkacağız acaba diye düşünmüştür eminim. Sonra ne olduysa, yıllar geçti, yaş kemale erdi ve bazı günler kırmızı giyemez oldum. Elime kırmızı bir kazak alsam, bir mıknatısın artı eksi kutupları gibi birbirimizi ittiğimiz günler oluyor. Bazı günlerde ise kırmızının peşinden gidiyorum. 

Bu ikinci ruh halim aklıma bir filmi getiriyor: Kırmızı Balon. Otuz dört dakikalık “Kırmızı Balon,” hem çocuklar hem de büyükler tarafından ilgiyle izlenebilir. Her yaş grubu kendine göre anlamlar çıkartabilir. 

Film, bir masal etkisinde başlıyor. Uzaklarda Paris şehri sabah sisinde. Elinde çantası, altı yaşlarında küçük bir oğlan çocuğu olan Pascal  için sıradan bir gün başlıyor. Yoldaki kediyi seviyor ve merdivenlerden inmeye başlıyor. Masal bu ya, merdivenlerden inerken gözü sokak lambasının ucunda asılı kalmış balona takılıyor. Lambaya tırmanıyor, balonu alıyor, ipi dişlerinin arasında sokaklarda yürümeye başlıyor. Ménilmontant durağından otobüse binmek istiyor ama ne yazık ki onu otobüse almıyorlar. Filmin dördüncü dakikasından sonra bizim ufaklık, balonu elinde otobüsün önünde kalakalıyor. Kamera yüzüne yaklaşıyor, oğlan bir an kararsız kalsa da hemen elindeki kırmızı balonla koşmaya başlıyor. Paris’in bakımsız (savaş sonrası dönem) binalarının arasından koşarak okuluna kadar geliyor. Fakat ne hikmetse balonu okula almıyorlar. Bizim ufaklık bunu da dert etmiyor. Balonu, sokağı süpüren çöpçüye emanet ediyor. 

Filmin görüntüleri ayrıca çok etkileyici. Yağmur suyuyla parlayan sokaklarda kıpkırmızı balon da pırıl pırıl. Ufaklık balonunu yağmurdan özenle koruyor. Onu yoldan geçenlerin şemsiyelerinin altına saklıyor. Filmin yedinci dakikasından sonra balon bir sağa bir sola sallanarak sanki sokaktan geçen atlı polisleri selamlıyor. Sonra gara giren trenin dumanı arasında kırmızı balon adeta puslu dünyanın umudu olarak parlıyor. Film boyunca Pascal, balonu hiçbir yere kabul edilmemesine rağmen onu bırakmıyor. Pencereden dışarı salınsa da dönüp gene Pascal’ın penceresine geliyor. 

Pascal’ın balonuyla macerası devam ederken biz de filmin çekildiği 1956 yılının Paris’ine ve insanlarına tanık oluyoruz. Filmin yönetmeni ve senaryo yazarı küçük Pascal’ın babası Albert Lamorisse. Albert Lamorisse, önceleri fotoğrafçılık yapan, sonrasında da kısa ve orta metraj filmler çeken bir sinema insanı. 1970 yılında Tahran’da yaptığı çalışmalar sırasında yaşadığı bir helikopter kazasıyla hayata veda edince onun işlerini oğlu Pascal devralıyor ve hayatını babasının misyonuna adıyor. Babasının film şirketi Films Montsouris’yi yönetiyor ve arşivdeki filmleri restore ediyor. Bu filmlerin gösterimi hâlâ dünyada devam ediyor. 

“Kırmızı Balon” filminde tıpkı yaşamın da farklı renklerin bütünlüğü olması gibi sadece kırmızı balon yok. Bir de elinde mavi balon taşıyan bir kız çocuğu sahneye çıkıyor. Albert Lamorisse sadece oğlu Pascal’ı değil, kızı Sabine’i de oynatıyor. İki farklı renkteki balon birbirlerini adeta öperek selamlıyorlar. 

Pascal’ı takip eden sadece pırıl pırıl parlayan kıpkırmızı bir balon mu yoksa sevgi, dostluk, şefkat, barış mı? Hangisi derseniz o olsun ya da hepsi. Kırmızı balonu patlatmak isteyenler olsa da yerde ezilse de pencerelerden, kapılardan mavi, sarı, yeşil, beyaz, renk renk balonlar gökyüzüne doğru uçuyor, başka kırmızı balonlar onlara eşlik ediyor. Şehir aydınlanıyor. O zaman ne diyelim, umudumuz hep var, hep var olsun. 

“Kırmızı Balon” filmi 1956’da Cannes’da kısa film ödülünü ve en iyi senaryo dalında da Oscar’ı almıştı. 

Bir de unutmadan, gökte üç kırmızı balon uçsun, biri bu yazıyı yazan beni umutlarıma götürsün, biri okuyan sizleri, diğeri de tüm dünya canlılarını.

Filmin linki için: 

https://www.youtube.com/watch?v=fEdg7VazewI