“KRALİÇENİN EVİNDE”, AĞIR ROMAN VE BEYOĞLU’NUN EN GÜZEL ABİSİ ÖRNEKLERİ
Edebi eserlerin dolayımıyla Tarlabaşı’na bakmak, Beyoğlu’nun işlek ve ışıltılı bölümlerinin izini sürmekten daha bereketli bir çalışmayı beraberinde getiriyor denebilir. Tarihsel süreç içerisinde yaşadığı değişimler ve kriminal bir kimlikle özdeşleştirilen yokuşlu mahalleleriyle Tarlabaşı, farklı edebi temsil olanaklarıyla okurun karşısına çıkan bir mekândır. Bu çalışmada incelenecek metinler, bunu örnekleyecek niteliktedir. Bu bağlamda Sait Faik’in “Kraliçenin Evinde” adlı röportaj-öyküsü, Metin Kaçan’ın yazdığı ve yeraltı edebiyatının kilometre taşlarından sayılan Ağır Roman ve Ahmet Ümit’in Beyoğlu’nun En Güzel Abisi isimli polisiye romanı, Tarlabaşı’nın farklı düzyazı pratikleriyle ele alınabileceğini göstermektedir. Buna rağmen ben, bu anlatılardaki farkı yalnızca biçime indirgemek yerine, yazarların ve anlatıcıların mekâna dair pozisyonlarına da odaklanmak gerektiği kanaatindeyim. Buradan hareketle denilebilir ki Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ı ile Sait Faik’in öyküsü, Ahmet Ümit’in polisiye türündeki çalışmasına kıyasla Tarlabaşı’na daha içeriden bakan anlatılar ortaya koymuşlardır.
Sait Faik’in “Kraliçenin Evinde” adlı öyküsü hem röportaj hem de öykü olarak okunabilen bir eser olup 1947 yılında Yedigün dergisi’nde yayınlanmıştır. Tarlabaşı’nda, Doğramacı Şakir Sokağı’nda yaşayan İnci Hanım’la yapılan soru-cevabı okuruz bu eserde. İnci Hanım, güzellik yarışması kazanmış, filmlerde oynamış bir kadındır. Kadının özgeçmişinde yer alan güzellik yarışması üzerinden anlatıcı, insandaki güzellik algısının öğretilmiş bir şey olduğunu vurgular. Klişelerle, mazmunlarla öğretilen bir algıdır güzellik. Bir de bunun üzerine “on yedi kişilik bir jüri heyetinin on yedisi de bir kadına güzel deyince, buna hiçbir itiraz edilemeyeceğini söylerse, İnci Hanım’ın güzelliğine laf etmek bize düşmez,” der anlatıcı. Burada ironik bir dille İnci Hanım’ın “onaylanmış” güzelliği vurgulanır fakat anlatıcı, İnci Hanım’ın Doğramacı Şakir Sokağı’ndaki evine gittiğinde, kadının güzelliğine bir de kendisi onay verir.
Anlatıda güzelliğe dair toplumda yer etmiş bilgilere ironik ve sorgulayıcı bir bakış açısıyla yaklaşan anlatıcı, Tarlabaşı’ndaki evden bozma apartmanlara da yine şakalı bir dille yaklaşacaktır. “Sessiz, külüstür bir sokak,” diye tanımlar anlatıcı Doğramacı Şakir Sokağını; İnci Hanım’ın evi, bu külüstür sokağın içinde, “evden bozma” bir apartmandır. Anlatıcı, apartmanı betimlemekle kalmayıp bir de onu konuşturur. “Apartmanlık benim neyime, apartman dediğin Talimhane’de olur,” dedirtir İnci Hanım’ın oturduğu yere. Birbirine komşu iki semtin şehirleşme bağlamında bir hiyerarşi içinde düşünülmesi dikkate değerdir metin içinde. Sait Faik’in Beyoğlu’nun farklı kısımlarına ne kadar hâkim olduğunu gösterdiği bölümlerden biridir bu. Böylece Sait Faik’in anlatıcısı, içinde bulunduğu mekâna dışarıdan bakan biri olmaktan çok orayı avucunun içi gibi bilen, gerektiğinde bir apartmanın ağzından konuşabilecek biridir.
Apartmana anlatıcı tarafından söyletilen “apartmanlık benim neyime,” sorusunun yanında Tarlabaşı’nın yokuşlu, ıslak sokaklarının da bol bol vurgulanmasıyla sınıfsallığa dair bir anlatı olarak da okumak gerekir bu metni. “Ben bir aileyi ancak barındıracak bir evken, ne yapalım, dört katlı bir apartman olduk. Ev sahibinin sayesinde!” diyen evlerden biridir” İnci Hanım’ın ikamet ettiği apartman. Apartmanın Tarlabaşı’na değil Talimhane’ye uygun olduğunu vurgulayan anlatıcı, böylece bu uygunluğu İnci Hanım’ın varlığıyla meşrulaştırmayı ihmal etmez. Güzellik yarışması kazanan ve filmlerde oynayan bir kadının sınıfsallığıyla Tarlabaşı’nın apartmana uygun olmayan topografyası bu şekilde vurgulanır anlatı içinde. Buna rağmen İnci Hanım, anlatıcının beklentilerine cevap veren bir üst sınıf duyarlılığına sahip olmaktan çok, geldiği yeri bilen bir profil çizmektedir.
Metin Kaçan’ın 1990’da yayınladığı Ağır Roman da yine mekâna içeriden bakan bir anlatıcıya ev sahipliği yapmaktadır. Yetmişli yıllarda, siyasi erkin sol görüş üzerinde tahakküm kurduğu dönemde geçen romanda anlatılanlar, Tarlabaşı’nda yer alan Kolera Sokağı’nda (Tarlabaşı’nın tam ortasında) yaşananlar hakkındadır. Sokak ve çevresi, devletin kanunlarından azade gibidir. Bu yüzden Ağır Roman’daki Tarlabaşı, kendi kanunlarıyla, kendi çok sesliliğiyle kendini devam ettiren yerdir. Müslüman Türklerin, Kürtlerin, Romanların yanı sıra Ortodoks Rumların, Süryanilerin ve Ermenilerin bir arada yaşadığı bölge, uyuşturucu kullanımı ve satışının yanı sıra cinsel (nekrofili, tecavüz vb.) ve fiziksel şiddetin normalleştiği bir yer olarak tasvir edilir. Nitekim romanın önemli karakterlerinden olmasına rağmen bölgenin yerlisi olmayan Yıkıkköprülü Berber Ali bu durumu, “insan olan insanın oturacağı yerler değil buralar,” diyerek açıklar.
Sait Faik’in öyküsünde evin ağzından aktarılan az gelişmişlik ve sefaletin boyutları, Ağır Roman’da daha açıktan açığa üzerine gidilen bir husustur. Sait Faik’in 40’lı yıllarda yazdığı öyküde yalnızca ıslak kaldırımlı, şehirleşmeden nasibini henüz alamamış bir yerden ibaretti Tarlabaşı. “Gecekondu” ifadesinin 1947 yılında ilk kez kullanıldığı düşünüldüğünde, İstanbul’u büyük bir göç dalgasının o yıllarda esir almadığını söylemek de mümkün. Fakat Menderes ve sonrası hükümetlerle birlikte etkisini iyice artıran köyden kente göç olgusunun İstanbul’da etkisini gösterdiği düşünüldüğünde, Ağır Roman’ın tanımlayıcı faktörlerinden biri olan köylü-İstanbullu ikiliği de anlam kazanacaktır. Didem Danış ve Bedir Yılmaz’a göre Tarlabaşı, göç meselesinin tarihselliği içinde göçmenlerin ilk uğrak yerlerinden biridir ve “bir bekleme odası” karakteri gösterir; şehrin merkezinde olması dolayısıyla Tarlabaşı’na yoğun göçler meydana gelmiş, fakat bölgenin az gelişmişliğinden sıyrılmak isteyen göçmenler, maddi durumlarını daha da iyileştirip bölgeden dışarı çıkmayı düşünmüştür. Ağır Roman da hikâye edilenler bu çıkarımla örtüşmekte, yazar da bu çatışmayı etkin biçimde kullanmaktadır:
Güneş buluttan sıyrılırken Kolera’nın alemci kadınları bir omuz darbesiyle yıkılacakmış gibi duran evlerinin önünde oto tamircileriyle, marangozlarla, tornacılarla aslanlar gibi muhabbete koyuldular. Bir yandan da kaynak yaparken elleri titreyen ustalara, esrarı daha kallavi içmeleri için zıvana hazırlamaya başladılar. Köylü kadınlar, kocalarının mahalle hakkında anlattıkları korku hikayelerinden tırstıklarından mahkumlar gibi camdan bakıyorlardı. (Vurgu bana ait)
Anlatıcı burada, bölgede uzun yıllardır yaşayan kadınlarla göç yoluyla Tarlabaşı’na yerleşmiş kadınları birbirinden ayırmak amacıyla “alemci” ve “köylü” etiketlerini kullanır. Köylü kadınlar korkuyla bakarlar dışarıya çünkü bahse konu mekân ne köylerine ne de İstanbul içinde kanunların hükmünün geçtiği diğer kısımlara benzemektedir.
Bu ayrımın yanında romanın anlatıcısı, belli bir ritimde ve belli bir cümle kalıbıyla anlatmaktadır hikâyeyi. Bu, anlatının ritmini belirleyen bir değişkendir ve Tarlabaşı hakkında ipucu vermektedir. Romanın geneli, zarf fiil yan cümlesiyle kurulan uzun cümlelerle kurulmaktadır:
Hafiften ve bir inceden yağan yağmur Kolera’yı ıslatırken Gıli’nin abisi Reco, dükkânın buharlanmış aynasına parmağıyla komik resimler çiziyordu.
Lağım suları ve fare sürüleri uyuduğunda, Kolera Sokağı’nın gece gündüz yaşayan herifleri, barakaların arasından uzayıp pavyonlara, düğün salonlarına doğru vurdular.
Ali’nin karısı İmine, çizgi roman için kavga eden Salih’le Reco’yu ayırmaya çalışırken, Berber Ali her zamanki numarasıyla eve sessizce damladı. (Vurgular bana ait)
Roman böylece, anlatı zamanını genellikle büyük olaylara bağlamaktan ziyade hava durumunu, lağım farelerinin uykusunu veya kavga eden kardeşlerin ayrılması gibi küçük ölçekli meselelere dayandırır. Bununla birlikte, anlatının 70’li yıllarda geçtiğine dair ipuçları da okuyucuya sunulmaktadır. Bu ipuçlarından en önemlisi, “aya gidildiğine inanmayan softalar” ifadesidir.
Anlatıcı, bağlamı olabildiğince örtük bir biçimde sunmanın yanında hikâyeyi yargılayıcı bir dille anlatır. Örneğin mahalleyi haraca bağlayan “Reis” isimli adama başkaldırmayan insanlar hakkında anlatıcı şöyle der:
Ölmeyi beceremeyen korkak insanlar, yengeç heriflerin kadrosuna geçip reisin köpeği olmayı seçtiler. Hayatları avarelikle geçen bu insanlardan sadece Tıbı, evet Tıbı, “On yıl koyun gibi yaşayacağıma bir yıl aslanlar gibi yaşarım” diyerek reisin köpeği olmayı seçmedi.
Görüldüğü üzere anlatıcı, Reis’e boyun eğmeyi korkaklıkla bağdaştırır ve Tıbı’nın başkaldırısını olumlar. Buna rağmen Tıbı’nın Şermin adını verdiği bir atla ilişki içinde olmasını, mezarlıktaki cesetlerle ilişkiye giren delikanlıları veya sokak kedilerine dinamit bağlayarak onları öldüren çocuklara dair olumsuz bir şey söylemez anlatıcı. Kedilerin dinamitlenmesi kısmı şöyle verilir örneğin:
Kolera’nın çocukları Şeker Bayramı nedeniyle en şık elbiselerini giyip büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpmeye giderlerken, sefil sokak çocukları yol kenarındaki göletlerin kenarından aldıkları çamurları şık çocukların üzerine fırlattılar. Şık çocuklar, “Anneciğim-babacığım,” diye kibar seslerle bağırarak kaçışırken her saniye ölme tehlikesiyle karşı karşıya olan sefil çocuklar, mahallenin en yaşlı kedisinin kuyruğuna dinamit bağlayıp fitili ateşlediler. Kedi şık çocukların en temiz suratlısının yanına koşarken dinamitin patlaım1sıyla ikiye bölündü. Kedinin kuyruğu havadan düşerken, sefiller kuyruğu havada kapmak için birbirleriyle yarıştılar. Şık çocuklar gözyaşlarını kanlar gibi akıtarak akrabalarının evlerine doğru yaylandılar.
Alıntılanan bu pasajda görülen, sokak çocuklarının davranışını eleştiren veya yeren bir üslup değildir. Aksine sefil çocukların şık çocuklara göre daha olumlu bir yerden ele alındığı görülüyor burada. “Şık çocukların karılar gibi göz yaşı akıtması”, ifadesi cinsiyetçi bir söylem olmanın yanında, sefil çocuklara dair bir güzellemeyi içermektedir. Onlar, “her saniye ölme tehlikesiyle karşı karşıya olan” sefil çocuklar, anlatıcının yargılayıcı bakış açısına göre şık çocuklardan yeğdir.
Bu durum, Ağır Roman’a dair içeriden bir bakışın ürünüdür. Romanın yazarı Metin Kaçan da Tarlabaşı’nda yaşamış, romanın ana karakteri Gıli Gıli Salih gibi tamirhanede çıraklık yapmıştır. Otobiyografik ögelerin romana ne denli sirayet ettiğini kestirmek zor fakat anlatıcının olaylara dair geliştirdiği yargılar, egemen siyasi söylemin Tarlabaşı’na yönelttiği bakış açısıyla uyuşmaz. Bu bağlamda Ağır Roman, “edebi eserler, şehir hakkında alternatif politik ve kültürel yankılanmalar üretirler” ifadesini örneklendiren bir romandır. Bu demektir ki içeriden, alternatif bir Tarlabaşı imajı görürüz Ağır Roman’da.
Bu uzlaşmaz bakış açısı, Ağır Roman’da “zaman” kavramına da sirayet etmiştir. Kolera Sokağı’nda yaşananlar, sanki egemen siyasi erkin söyleminin dışındadır. Bu yüzden romanın başkişisi Salih etraftakileri etkileyecek bir hareket yaptığında, anlatıcının Salih’in eylemiyle zamanı etkilediğini görürüz. Örneğin romanın başında Salih, arkadaşı Tilki Orhan’ın tamirhanede yaptığı bir hata sonrası başı derde girince yoldan geçen arabanın metal aksamını zarif bir hareketle düşürür. Ardından düşen parçayı Orhan’ın ustası Fil Hamdi’ye sunar. “Zaman bile Salih’in bu hareketine hasta olmuştu,” diye anlatılır bu olay. Bir başka örnekte Salih, mahallenin koruyucusu olarak öne çıktığında, “nam bırakmak yoluyla zamanı öldürmesi gerektiğini” düşünür. Kanunun ve teftişin dairesinden çıkmış alternatif bir toplum olan Tarlabaşı, böylece Salih’in kabadayılık mesleğinde ilerleyişini içermesi dolayısıyla zamandan da azade bir mekân olarak anlatıldığı için destansı bir kimliğe bürünecektir. Salih’in büyüme anlatısı böylece, Dede Korkut benzeri bir yapıyla, kendisine cemiyet tarafından isim verilen bir gencin etrafında kurulur. Fakat dil ve ritim, Tarlabaşı’ndaki yaşantıyı aynalamak için bilerek resmi söylemden ve kanonik eserlerden ayrı bir perspektiften kurgulanır Ağır Roman’da.
Buraya kadar Tarlabaşı ve Beyoğlu’na daha içeriden bakan iki eserden bahsedildi. Ahmet Ümit’in 2013 yılında yayınlanan Beyoğlu’nun En Güzel Abisi adlı polisiye romanında ise tamamen dışarlıklı bir anlatımla karşı karşıyayız. Romanın anlatıcısı, daha önce Beyoğlu’nda görev yapmış olan fakat romanın “şimdi”si içerisinde Balat’ta yaşayan Başkomiser Nevzat’tır. Tarlabaşı’nda, Kadın Çıkmazı civarında işlenen bir cinayeti aydınlatmak amacıyla bölgeye giden Nevzat ve yardımcısı Ali, Tarlabaşı’nın yerlisi değildirler ve bu sürekli olarak vurgulanır romanda. Anlatı içerisinde anlatıcı rolündeki Nevzat’ın sürekli yer değiştirerek Tarlabaşı’ndan ve olay mahallinden uzaklaşması, bu dışarlıklı olma halini besler. Roman boyunca Nevzat, Tarlabaşı’nda yer alan noktalar dışında Balat’taki evine, İstiklal Caddesi’ne ve cadde içindeki muhtelif mekânlara, Cihangir’e ve Gaziosmanpaşa’ya gider. Ağır Roman’da yer yer mekânın kendisi konuşuyormuş hissi veren destansı Tarlabaşı temsili, yerini dışarıdan gelen ve sürekli olay mahallinden dışarı çıkması gereken bir polisin anlatıcılığına bırakır.
Başkomiser Nevzat’ın dışarıdan bir figür oluşunu açıklayan bir diğer etmen, polis kimliğiyle Tarlabaşı’na bakıyor olmasıdır. Ağır Roman’da vurgulandığı haliyle Tarlabaşı, kendi zamanını yaşayan, kendi kurallarını koymuş bir mekândır. Anlatıcı baş karakter Başkomiser Nevzat ise, çingene çocukların “abimizdi, babamızdı,” dediği bir kabadayıya dışarıdan küçümseyici ve yargılayıcı bir bakışla bakmakta, Tarlabaşı’nın yerleşik düzenini sürekli sorgulamaktadır. Çünkü Ağır Roman’da da kendini gösteren bu “kabadayı güzellemesi” veya “kabadayı miti”, Nevzat için bir anlam ifade etmemektedir. Ağır Roman’da, “kabadayılığın namını hiç eden yengeç herifler” diye tanımlanan yeniyetme kabadayılar, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi romanında “yeniyetmeler kuralına göre oynamıyor, o eski usul kabadayılar kalmadı” şeklinde zikredildiğinde Nevzat, “kabadayının eskisi yenisi olmaz,” diyerek bu mitin altını oyacaktır.
Bununla birlikte Başkomiser Nevzat, Tarlabaşı hakkında tümden bilgisiz değildir. Bölgenin tarihine, devam eden kentsel dönüşüm projelerine, 6-7 Eylül Olayları dolayısıyla yerinden edilenlere ve hatta İstiklal Caddesi ile Tarlabaşı arasında tarih içerisinde devam etmiş olan sınıfsal farklılıklara hakimdir. Anlatıcının tüm bunlara hâkim olması, romanın tezi gereği gereklidir. Dahası anlatıcı, kendisinin ve yardımcısı Ali’nin bölgeye yabancı olduğunun farkındadır ve bununla başa çıkmaları gerektiğinin ayırdına varmıştır:
“Sanki bizimkiler yetmiyormuş gibi bir de bunlar çıktı başımıza. Ne kadar kanun kaçağı, ipsiz sapsız varsa hepsi burada işte.”
Hiç beklemediğim halde sert çıktı sesim.
“Tamam da bunun sorumlusu kim?”
“Kim Başkomiserim?”
Sakinleşmek için serin havayı ciğerlerime çektim.
“Peki şöyle soralım: Bu semtin bir bataklık olmasından devlet mi sorumlu, yoksa ellerinde hiçbir gücü olmayan bu garibanlar mı?”
(…)
“Yok Ali, yanlış düşünüyorsun. Seslerini duyurmak için bu karda kışta, çoluk çocuk demeden sokağa düşen bu zavallılar bizim düşmanımız değil. Haklısın, burası bir bataklık, tamam, suç en çok böyle yerlerde büyüyor. Ama bunlar bizim insanlarımız. Onları sevmesek bile anlamak zorundayız.”
Görüldüğü üzere Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’nde temel mesele, bölge insanının kaçınılmaz bir biçimde suça sürüklenen bireyler olduğudur. Devlet ve kolluk kuvvetleri, bölgeyi ıslah etmek için gerekli çabayı göstermek şöyle dursun, romanda anlatılan yeraltı örgütleri ve kentsel dönüşüm planları aracılığıyla kendilerine rant sağlamaktadır. Ağır Roman’da ise anlatının baş kişisi Salih’in abisi Reco ve babası Berber Ali dışında böyle bir bilince sahip insanları görmediğimiz için, Başkomiser Nevzat’ın sesi, oradaki karakterler kadar sahici ve dolayımsız gelmiyor olabilir. Dışarıdan mekânı izleyen ve anlatan başkomiser, Tarlabaşı’na ve ülkeye dair birtakım çözüm önerilerini yansıtan bir sese indirgenir böylece.
Özetlemek gerekirse, bu yazıda ele alınan üç eser, Tarlabaşı’nın temsil edilmesi noktasında farklı pozisyonlarda yer alırlar. Sait Faik’in öyküsünde Beyoğlu’nu bilen, toplumca benimsenmiş kodların altını oyan, bu bakış açısıyla Tarlabaşı’nda oturan bir kadınla röportaj yapmaya giden bir yazarı okuruz. Ağır Roman’da egemen olan anlatı düzlemi, Gıli Gıli Salih’in kabadayı oluşu ve yıkımıdır; yani destansı bir büyüme ve çöküş anlatısıdır. Bu destansı anlatı, Tarlabaşı’nda yaşamış bir yazarın içeriden deneyimiyle ve Tarlabaşı’ndaki alternatif gerçeklik düzlemini yargılamadan anlatan bir anlatıcı tarafından anlatılır. Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’nde ise polisiye kurgu içerisinde dışarlıklı bir anlatıcı dolayımıyla mekâna ortak edilir okuyucu. Bu içeriden-dışarıdan ayrımının bize gösterdiklerini aklımızda tutarak, Tarlabaşı anlatıları hakkında yapılacak ileriki çalışmalarda bu bölgeye sirayet eden kabadayı mitini ve erkeklik algısını mercek altına almak da pek tabii yararlı bir çaba olabilir diye düşünüyorum.
KAYNAKÇA:
Abasıyanık, Sait Faik. “Kraliçenin Evinde.” Bütün Eserleri içinde. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009: 1321-1325.
Bengi, Derya ve Erdir Zat der.. “Gecekondu.” 100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası 2 (1950-1980) içinde (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2021.
Danış, Didem ve Yılmaz, Bedir. “Her Dönemin Bekleme Odası: Görünmez Kent Tarlabaşı.” Galatasaray Üniversitesi İleti-ş-im Dergisi 40 (2024): 101-126.
Kaçan, Metin. Ağır Roman. İstanbul: Everest, 2017.
Manolescu, Monica. “the City.” Routledge Handbook of Literary Geographies içinde. Hazırlayanlar Neal Alexander ve David Cooper. London: Routledge, 2024.
Ümit, Ahmet. Beyoğlu’nun En Güzel Abisi. İstanbul: Everest, 2013.
1- Sait Faik Abasıyanık, “Kraliçenin Evinde,” Bütün Eserleri içinde (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009), 1321-1322.
2- A.g.e, 1322.
3- A.g.e, 1322.
4- Bu konuya daha derinlemesine bakabilmek için Sait Faik’in “Lüzumsuz Adam” adlı öyküsüne göz atılabilir. Sait Faik burada ben anlatıcı vasıtasıyla Asmalımescit civarında oturan ve birbirine paralel birkaç sokaktan dışarı gerekmedikçe çıkmayan bir adamın hikâyesini anlatır. Bkz. Sait Faik Abasıyanık, “Lüzumsuz Adam,” Bütün Eserleri içinde (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009), 313-321.
5- A.g.e, 1322.
6- Metin Kaçan, Ağır Roman (İstanbul: Everest Yayınları, 2017), 24.
7- Türkiye’de gecekondulaşma olgusu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Derya Bengi ve Erdir Zat der., “Gecekondu,” 100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası 2 (1950-1980) içinde (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2021), 133.
8- Romandaki Reco karakteri, Danış ve Yılmaz’ın örneklediği meseleye uygun düşmektedir. Mahalleden çıkıp kendini “şehre atan” Reco, kardeşi Salih’le bu yönden ayrışmış, belki de bu sayede daha iyi bir yaşama sahip olmuştur.
9- Didem Danış ve Bedir Yılmaz, “Her Dönemin Bekleme Odası: Görünmez Kent Tarlabaşı,” Galatasaray Üniversitesi İleti-ş-im Dergisi 40 (2024): 108.
10- Kaçan, Ağır Roman, 2
11- A.g.e, 4.
12- A.g.e, 10.
13- A.g.e,
14- A.g.e, 47.
15- A.g.e, 29.
16- A.g.e, 50-51.
17- Monica Manolescu, “the City,” Routledge Handbook of Literary Geographies içinde, haz. Neal Alexander ve David Cooper (London: Routledge, 2024), 231.
18- Metin Kaçan, Ağır Roman, 4.
19- A.g.e, 101.
20- A.g.e, 24.
21- Ahmet Ümit, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi (İstanbul: Everest, 2013), 36.
22- A.g.e, 36.
23- A.g.e, 96-97.