1966 yılında İstanbul'da doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi'nde aynı bölümde başladığı yüksek lisans eğitimini tez aşamasında bıraktı ve yirmi altı yıl sürecek iş hayatına geçti. Şimdilerde fotoğraf çekmek, öykü okumak ve yazmak, film izlemek ve filmler üzerine yazmakla uğraşıyor. Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk kitabı 2020 yılında yayınlandı. İFSAK üyesi, ifsakblog, perasinema ve Mikroscope'ta yazıyor.

Bundan tam iki yıl önceydi. Birazcık su bulurum umuduyla sokaklara dalmıştım. Dolandım durdum ama bir damla bile bulamadım. Rastladığım tüm kaplar kupkuruydu. Evlerin birinden balkondan balkona konuşan iki kadının sesini duydum. Beni gösteriyorlardı.

-Hayvan aç, sokaklarda yemek arıyor.

-Ben sabah şu kaldırımdaki kaba biraz koymuştum, yedi herhalde.

Yedim ama susadım da. Sadece ben değil sarman da, tekir de. Güneş o kadar yakıyor ki sizin kaplara koyduğunuz sular hemen buharlaşıp havaya karışıyor. Duymadılar beni. Neyse bir de şu lokantanın yanındaki sokağa gireyim. Biraz ilerideki dükkânın önünde ellerinde kahve fincanları sohbet eden kadınlar, belki onlar bana biraz su verirler.

O an aslında evimi aradığımı kimse bilmiyordu. Doğruyu söylemek gerekirse ben de bilmiyordum. Güneşin altında ağaç gölgesi, arabalardan uzakta güvenli bahçeler aramaktan, aç susuz gezmekten bezmiştim bezmesine ama başka türlü bir hayat da aklıma gelmiyordu. Beni görüp adeta ilk görüşte aşk yaşayan o kıvırcık saçlı kadınla gözlerimiz anlaştı. Beni kucağına aldı, dükkândaki mama kabının yanına koydu. Yemeğim çok lezzetliydi, tabii ki su da vardı. Mutluluktan gözlerimi kısıp baktığımı sadece o kıvırcık saçlı olan anladı. Anladı ya bu beni evine götürür dedim ama hayır, nasıl olduysa benden kaçan kadın gönüllü çıktı. Peki, o da olur dedim.

Daha ilk günden beni evde yalnız bırakıp sabah erkenden çıktı gitti ama hakkını yemeyeyim, yemeğimi bolca bıraktı. Yanına kocaman bir tas su da koydu. İşte bu çok iyi oldu. Sokaklarda aç geziyordum ama sonunda çöplerde falan yemek buluyordum fakat su bulmak büyük mesele. Hem bu ev de aynı dışarısı gibi sıcak.

Akşam döndüğünde boş kaplarla karşılaşınca:

– Vay be ufaklık! Sana mama ve su yetiştiremeyecek miyim ben?

Akşam yemeğimi verdikten sonra salona geçti, klimayı açtı. Ev hâlâ çok sıcak. Kendimi klimanın önündeki koltuğa attım. Ohh! Biraz serinlik iyi geldi.

Eline bir kitap aldı. Yazar: Stéphane Garnier. Kedi Gibi Düşünmek ve Davranmak.

“Kediler, Dostlarımız… Kediler bizi ezelden beri büyüler. Onları gözlemler ve anlamaya çalışırsak o güçlerinde, tavırlarında, özelliklerinde, alışkanlıklarında, küçük deliliklerinde yani huzur içinde yaşamaya ve mutlu olmaya dair yeteneklerinde büyülü bir şeyler olduğunu görürüz.

Bizlerin gündelik, kişisel ve iş yaşamlarımızda kuşkusuz işimize yarayabilecek pek çok marifete kediler doğal olarak sahiptir.

Benimsedikleri yaşam felsefesi herhalde birkaç kelimeyle özetlenebilir: yemek yemek, oynamak, uyumak, kendi rahatına bakmak ve sadece hoşuna giden şeyleri yapmak. Bu kadarı bile bizim için çok fazla ama sizin de göreceğiniz gibi dahası da var!

Yaşamlarındaki bu temizlik ve netlik stressiz bir ömür sürmelerini sağlar zira kedilerin tek bir önceliği vardır: kendi rahatları !”*

-Eeeee! Ufaklık, öyleyse yandık seninle!

Başımı ayaklarına yavaşça sürttüm. Sesi çıkmadı. Çabuk alışıyor. Sonra göz göze geldik. Tıpkı o kıvırcık saçlı gibi baktı bana. Sevgiyle… Ben de gözlerimi kırptım.

Sanırım seni seveceğim!

 

* Kedi Gibi Düşünmek ve Davranmak. Stéphane Garnier. Çev: Ebru Erbaş. Paloma Yayınevi, 7. Baskı, s.13-14