Serpil Öktem

Küresel Isınmadan Küresel İklim Krizine

Bozdoğan Kemeri, Pantokrator Manastır Kilisesi (Zeyrek Cami) ve Fatih Cami’nin gölgelerinin düştüğü Fatih’te, tarihî bir semtte hayata "Merhaba," demiş. Sonra Kız Kulesi'nin üzerinde çığlık çığlığa uçuşan martılarla sohbet ederek ve o martıları bulutlarla konuşturarak büyüdü Üsküdar’da.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Avukatlık ve son yıllarda arabuluculuk yapıyor. Yıllar geçtikçe ve insana dair olanı gördükçe “HİKÂYE”den bir hayatta yaşadığımızı anladı. Bu “hikâyeden hayatın”, kendince hikâyesini yazmayı seviyor.

Yalan yok koşarak geldik buralara… Zaman zaman umursamayarak. Sanki her şey bizden çok uzakta bir masalmış gibi dinledik olup bitenleri.

Doksanlı yılların ortaları… Henüz kaç yıl olmuş mesleğe başlayalı! Genciz, hukukçuyuz, sorumluyuz… Sloganımız bu.

Açık Radyo yeni kurulmuş. Programcıları gönüllülerden oluşuyor. Başka mesleklerden birkaç arkadaşımız da müzik programı yapıyor. Açık Radyo dinlemek aramızda bir prestij meselesi kısacası. Gel gör ki Açık Radyo kurucusu Ömer Madra, oturuyor ozon tabakasının yırtılması, kalkıyor küresel ısınma tehlikesi, sera gazı salınımının artması. Yani böyle giderse yirmi yıl sonra dünya ısınacak, sıcak mevsimler uzayacak, böcekler çoğalarak ormanları yok edecek, ormanların karbondioksit emilimi azalacak… Sonra, aşırı sıcaklar ve aşırı soğuklar olacak, buzullar eriyecek, kuraklık başlayacak, bazı canlı türleri yok olacak. Eyvah diyoruz, ülkeyi  kurtaralım derken dünya elden gidiyor.

Neyse ki gençlik şarkılarımız arasında Yeni Türkü’nün “Telli Telli Telli Şu Telli Turna” şarkısındaki  “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” nakaratı dünyanın kapısını zorlayan iklim krizindeki sorumluluğumuzu önceki nesillere yüklüyordu. Ama sloganımız ne!  Genciz, hukukçuyuz, sorumluyuz!

Bir arkadaşımız ABD’deki eğitimini tamamlayıp geldi. Eğitiminin dışında çevreci bir kimlik edinmişti kendisine. Onunla bütünleşmiş sırtında çantasının içinde bir sürü dergi, broşür. Nerede karşılaşsak elimize tutuşturuyor. Böyle giderse, önlem alınmazsa dünyanın sonunun gelmekte olduğuna dair Ömer Madra’dan daha korkunç hikâyeler anlatıyor. Allah diyoruz, adam Amerika’dan gelmiş her şeyi daha çok biliyordur bizden. Hemen biat ediyor, ağzımız açık dinliyoruz. Neredeyse delinen atmosfere karbondioksit vermeyelim diye nefes almaktan korkacağız. İnanın konu çok ciddi arkadaşlar dünya yok olacak, sakın deodorant kullanmayın, ozon tabakasını deliyor diyor. Tamam diyoruz, o kolay; deodorantlarla vedalaşıyoruz. O gün bugündür en keskin önlemimiz bu oldu. Dünyamızı küresel ısınmadan korumak için o güzel kokulu deodorantlara elimizi bile sürmedik. Ayrılırken çantasından çıkarttığı tomar tomar dergiyi, broşürü elimize sıkıştırıyor. Biz de adliyelerde baro odalarına bırakıyor, müvekkil, memur ayırmaksızın önümüze gelene dağıtıyoruz. Yetmiyor, ondan bize bulaşan dünyamızı koruma içgüdüsü ile gelecekteki dehşet günlerinin senaryolarını anlatıyor, deodorant kullanmamalarını öneriyoruz.

Bizim cephede hal böyle iken, sıra dünyayı yok edecek küresel ısınmayı büyük bir eylemle büyük kitlelere anlatmaya geliyor. Bir gösteri planı yapılıyor. Aynı gün bütün vapur iskelelerinde iş saati çıkışında eşzamanlı olarak gösteriler düzenlenecek. Halkın dikkatini çekecek sloganlar belirlenmesi, broşürler, el ilanları, afişlerin bastırılması gibi iş planı içinde görev dağılımı yapılarak  hummalı bir çalışma başlıyor. Birkaç ünlü konuşmacı var, gönüllü öğrenciler de megafonla slogan atacak. Sloganlar şöyle;

“Dünyamız can çekişiyor;  

Çocuklarınız kutup ayılarını hiç göremeyecek

Fişi yerinden çek hayata tutun

Suyun var diye avunma, küresel ısınma kapında, kendini yakma”

Bir toplantı sırasında, fikir beyanında bulunuyorum, az biraz cahil cesaretiyle. Bu sloganlarla felaket tellallığı yapıp insanları bunalıma sokacağız gibi birkaç cümle kurmamla hemen itirazlar yükseliyor. Olur mu hiç! Durum çok vahim, ekolojik sistem bozuldu! Dünya yoğun bakıma girdi! Halkı sarsmamız lazım! Ben hâlâ durumun ciddiyetini kavrayamamışım pozisyonuna düşüp biraz utandığımı itiraf etmeliyim. Bu utançtan kurtulmam için daha çok görev almalıyım, biraz öne çıkmalıyım diye içimden geçirirken, arkadaşım koluma dokunuyor, konuşuruz sonra diyor.

Yapılan görev paylaşımında avukatlar, küresel ısınmanın önlenmesi amacıyla alınması gereken tedbirler ve yaptırımlar için Meclis’in bir an önce  harekete geçerek yasa çıkarması talebini içeren bir metin hazırlayacak ve imzaya açmak üzere stant kuracağız. Halkın ağzından Meclis Başkanı’na hitaben bir yazı kaleme aldık. Bu yazıda, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir; çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmünü esas aldık ve küresel ısınmanın önlenmesi anlamında derhal harekete geçilmelidir hususunun altını çizdik. Metni fotokopi ile çoğaltarak vapur iskelelerindeki eylem komitelerine gönderdik.

Toplantı günü duruşmalarımızdan çıkıp iskeledeki hazırlıklara yardım ettik. Bizim görevlerimiz bu kadardı. Ama hepimizi bir sürpriz bekliyordu. Amerika’dan gelen arkadaşımız bu kez sırtında büyücek bir sırt çantası ile geldi. İçinden zincir ve küçük bir ses sistemi çıkarttı. Ardından soyundu ve yerdeki koca zincirleri vücuduna dolamaya başladı. Birkaç öğrenci hayranı da bu zincir  kostümü üzerine yerleştirmesine yardım etti. Her daim sürprizlerle dolu arkadaşımızı uzaktan merakla seyrediyorduk. Gösteri başladığında yere kurduğu ses sisteminden garip bir inleme sesi yayılmaya başladı. O da zincirlerden kurtulmaya çalışıp başaramıyormuş gibi teatral bir hava içinde hareket edip durdu. Hakikatten her vapur yanaştığında etrafını bir insan kalabalığı sarıyor, onlar gidiyor sonraki vapurdakiler geliyordu. Ne megafonla söylenen sloganlar ne imza standı onun kadar ilgi görmüyordu. Allahtan gönüllü  öğrencileri de ayarlamış, onlar etrafındaki insanlara ‘’Dünyamız can çekişiyor’’ diye anlatıp ellerine broşür tutuşturarak, imza standına doğru yönlendirmeye çalışıyorlardı. Vay dedim, ne yaratıcı! Adam oralarda neler öğrenmiş, bizden 5-0 önde.

İyi hoş da, bize ayrılan süre sona erdi ve memnun mesut gösteri alanını terk ettik. Ertesi günkü işlerimizi tamamlamak üzere bürolarımıza döndük. Hepimiz alandan ayrılınca zincirlere dolanmış arkadaşımız ortada kalmış, güneşin altında epey bir kavrulduktan sonra kendisine eyleminin sebebini soran genç bir hanımdan utana sıkıla zinciri çözmesini istemiş. Tam bürodan çıkarken kapıda karşılaştık. O kızmış, güneşten de kızarmış bir şekilde kendisini orada unuttuğumuzu ateş püskürerek anlatırken, ben gülmemek için çaba sarf etmeye fırsat bulamadım. Pervasız bir kahkaha girdabına kapılmıştım bile.

Bu bireysel eylemin final kısmını elbette diğer arkadaşlarımız da bilmeliydi. Ona koca bir şişe soğuk su verip, telefona sarıldım. Bu kaçırılacak bir şey değildi, işi biten geldi. Her gelene baştan bir daha anlatıyorduk. Kendisini intikam ateşi sarmış olacak ki zincir dolu koca çantayı büromun ortasında kasten bıraktı ve günlerce almadı.

Ve gelelim bugüne… Küresel ısınma tehdidi bizi artık bir krizin kucağına bırakmış durumda. Değerli Ömer Madra’nın Açık Radyo’da bitmez tükenmez bir sabırla anlattığı ama o kadar uzakmış gibi görünen küresel ısınmanın sonuçlarını bizzat yaşamaya başladık. İklimler değişti. Dünyanın her yerinde garip doğa olayları oluyor. Bilim adamlarının uyarılarının tam tersine dünya korkunç bir tüketime ve adaletsizliğe doğru evrildi. Dünyanın akciğerleri olarak kabul edilen Amazon yağmur ormanları yanıyor. Ülkemizde içimizi yakan ve Avrupa’nın en doğal  ormanları olan ormanlarımız yanıyor. Havalar birden ısınıp ertesi günü birden soğuyor. Sel felaketleri oluyor. İnsanlığın bir kısmı, hiç ölmeyecekmiş gibi hepsi benim olsun derdindeyken büyük kısmı o tüketime karın tokluğuna hizmet ediyor. Her gün ama her gün dünyanın kendini yenileme fırsatını elinden alarak denge bozuluyor.

İklim krizi artık bir tehdit değil. Her gün etkilerini günlük yaşamımızda hissediyoruz. Kim bunun sorumlusu? Ben miyim? Sen misin? Onlar mı? Elon Musk mı? Uzay araştırmaları mı? Çin mi? ABD mi?

Bunun ne önemi var…

BİR KELEBEK KANAT ÇIRPAR… Ve… Al sana kasırga.

Değerli ÖMER MADRA’ya saygılarımla…