1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

Gerçekleşmesi imkânsız bir hayal tabii ama mümkün olsaydı eğer, en çok ATİNA OKULU isimli resmin içinde yer almak, o resimdeki tarihî karakterlerle sohbet etmek ve sonsuzluğa, onların arasından bakıyor olmayı isterdim.

Astroloji ve felsefeyi teolojiye bağlayan bu muhteşem Rönesans resminde kimler yok ki: Merkezde, göğü işaret eden idealist Platon’dan yeri gösteren realist Aristo’ya ve Şampiyonlar Ligi‘nden hâllice, Sokrates’den Öklit’e, Heraklitos’dan Pisagor’a kadar bu iki dehanın çevresini saran birçok İlk Çağ filozofu ve matematikçisi… Figürlerin kimisi sessizce çalışırken, kimisi de ateşli bir şekilde tartışmaktadır ve en genel hatlarıyla bu şekilde incelenebilecek freskteki tek kadın da muhtemelen Hypatia’dır. Eserin solunda, matematikçilerden oluşan doğa bilimcileri grubunun ortasındaki Pisagor… Ve onun yanı başında Hypatia, bin yıl önce öldürülmemiş gibi canlı! Peki, dönemin bu kadar “testosteron kokan” bilim dünyasında, tek kişilik o çok kıymetli kadın kontenjanını kapan Hypatia kimdir ve ATİNA OKULU’nun ölümsüz üyeleri arasından asırlarca insanlığa bakacak olan bu kadın, ressamdan böyle bir payeyi kazanmak için ne yapmıştır?

Şöyle bir gözlerinizin önüne getirin şimdi: M.S. 4. yüzyıl… Erkek dünyası… Ve bir zamanlar o dünyayı dize getirdiği halde, çöküşün eşiğine gelip dayanmış Roma İmparatorluğu’nun İskenderiye şehri… Barbar akınları bir yandan… Ekonomik, dinî ve toplumsal karışıklıklar diğer yandan… Ve bütün bu karanlık içinde yaklaşık 150,000 el yazması rulo, botanik bahçesi, hatta otopsi yapmak için kullanılan anatomi salonu ile dillere destan İskenderiye Kütüphanesi… Ve Atina’da aldığı temel eğitim sonrası felsefe, matematik, astronomi alanlarındaki tüm çalışmalarını o kütüphanede yapan, “Platon’un ruhu ve Afrodit’in bedenine sahip”, çoğu uzman tarafından tarihin ilk bilim kadını olarak kabul edilen Hypatia…

Din, dil, cinsiyet ve ırk ayrımı gözetilmeksizin herkesin eğitim alabildiği İskenderiye Eklektik Okulu’nun gözde öğretmeni Hypatia, farklılıkları çatışma unsuru gibi görmek yerine, onları BİR’in farklı görünümleri olarak ele aldığı için bu okulda Paganizm, Hristiyanlık, Musevilik gibi inançlara sahip olan öğrencilerine Platon ve Aristo’nun öğretilerini kavratmayı hedefler çünkü Hypatia’ya göre felsefe, insanları ayrıştırmaz, aksine, onları birbirlerine kenetler. Bir taraftan halka açık olan bu dersleri verirken, diğer taraftan matematikçi babası, İskenderiyeli Theon’un yazdığı ÖKLİD’İN ELEMENTLERİ isimli eserini düzenler. Matematik üzerine 13 ciltlik bir yorum ile ASTRONOMİNİN KANUNLARI’nı yazar. Çalışmalarıyla, sayısız bilimsel eserin yok olmasının önüne geçer. Doğayı anlamaya çalışır. Dünya’nın yörüngesinin elips şeklinde olduğunu açıklayan bir teorem geliştirir.

Zifirî karanlık bir toplumda ışıl ışıl parlayan herkes gibi, Hypatia da çok dikkat çekmektedir. Zeki ve başarılı olmak, çağının çok ilerisinde düşünmek dinî dogmaların yönettiği toplumlarda lanet gibidir. Bir de üstüne kadınsan ve güzelsen, eninde sonunda bunun bedelini ödetir toplum sana. Ne kadar çalışırsan çalış, neyi başarırsan başar; keskin zekân, cesaretin ve bilgin güzelliğinin önüne geçemiyorsa şayet, âdet bezini kendisine âşık olan erkeklerden birine verip “Senin asıl sevdiğin bu işte! Güzelliği güzellik olduğu için sevmiyorsun çünkü,” dedirtecek kadar da zıvanadan çıkarır insanı.

Lekesiz insanları yok etmek için çamur bulamayan toplumlar, o çamuru kendileri yaratırlar ve çirkin emellerini hayata geçirmenin en kolay yolu olarak da dini kullanırlar, ki Hypatia’nın akıbeti de böyle olmuştur: İskenderiye’nin o dönemki valisi Orestes ile piskoposu Cyril arasında patlak veren anlaşmazlığa ismi karıştırılmış, politik girdabın içine durduk yerde sokulmuş ve kendileri dine uymadığında dini kendilerine uydurup, “Ama İncil böyle söylemiyor!” diye “yalan gerçekler” yaratarak Hypatia’yı “dinsizlik ve şeytan olmak” ile itham etmişler ve onu taşlayarak öldürmüşlerdir.

Gök cisimlerinin sınıflandırılmasından, hidrometrenin bulunmasına ve sıvıların yoğunluk derecelerinin belirlenmesine kadar, geleceğin birçok buluşuna ön ayak olan Hypatia’dan günümüze hiçbir eser kalmamıştır maalesef. Öğrencisi Sinesius’a yazdığı mektuplar olmasaydı, adı çoktan silinip gitmişti belki de, kim bilir…

Özgür düşünen, biat etmeyen erkekler asırlardır susturuluyorlar. Özgür düşünen, biat etmeyen kadınlar susturulmakla da kalmayıp dünyaya hiç gelmemişler, hiç soluk alıp vermemişler, hiç ölmemişler gibi tamamen yok ediliyorlar. İskenderiye’deki kütüphane yakılmasaydı, eklektik okul kapatılmasaydı, Hypatia linç edilmeseydi, asırlar sonra kurumsal kimlik kazanacak ve adına da “Engizisyon” denilecek olan korku ortaya çıkar mıydı? Karanlık Çağ yaşanır mıydı? İnsanlık, yemeye doyamadığı acıdan bir gün bıkar mıydı?

“Tarihe baktığımızda gördüğümüz ilk şey, hâlâ aramızda yaşayanların korkmadan düşünenler olmasıdır.”

Hypatia