Özge Ercan

Acıya Bakmak

Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema - TV Bölümü mezunu. Uluslararası Basın Enstitüsü’nde gazetecilik eğitimi aldı. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe Mediacat dergisinde başladı. Hürriyet İnternet Grubu’nda editörlük yaptı, sitenin sosyal medya hesaplarını yönetti ve Yenibiriş Dünyası dergisini hazırladı. Yasakmeyve dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğünü görevinde de bulunan Ercan, Varlık ve Sıcak Nal edebiyat dergileri için söyleşiler de yaptı. Babası Enver Ercan için “Enver Ercan: Sen Sözcüğün Tekisin” ve “Enver Ercan: Ben Şiirimi Yazarım, Sonsuzluk Varsa Gider” başlıklı iki kitap hazırlayan Ercan, biri Avusturya’da “Muhsin Akgün – “5”; biri Türkiye’deki Avusturya Konsolosluğu’nda “Ulaş Tosun - Permanently Temporary” olmak üzere iki serginin proje yöneticiliğini yaptı. Kadir Has Üniversitesi’nde uzun yıllar dijital iletişim alanında çalıştı. Yine aynı üniversite bünyesinde Modern Türk Edebiyatı Sempozyumları düzenledi. Ercan, son olarak Mikroscope dergisinde Yayın Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Son yılların en büyük felaketinin içinden geçiyoruz. Maraş Depremi bizi, bizimle sınadı. Hayatın içinde oradan oraya koştuğumuz, kendimizi merkeze koyup caka sattığımız bu telaşlı zamanlarda, durun bir kendinize gelin, dedi. Binlerce kişinin ölümü ile biz de öldük. Acımız gün geçtikçe çoğaldı, şekil değiştirdi, bir başkasının yaşadıklarından acı duyabileceğimizin sınırının olmadığını gösterdi. 

Susan Sontag, ‘Başkalarının Acısına Bakmak’ kitabında şöyle der: “Bir cehennemi göstermek, elbette insanların o cehennemden nasıl çıkarıldığı, cehennem ateşinin nasıl söndürüleceği konusunda herhangi bir şey anlatmaz bize. Yine de, başkalarıyla paylaştığımız şu dünyada, bazı insanların, insanların kötücüllüğü ve sapkın yanlarının ne denli ıstıraplara yol açtığını bilmesi ve bu konuda görüşlerini derinleştirmesi kendi içinde hâlâ olumludur.”

İskambil kağıdı gibi devrilen, yana yatan, çöken binlerce evin altında kalan, yardım bekleye bekleye can veren on binlerce insan işte tam da Sontag’ın değindiği kötücüllüğün kurbanı oldu. Bu kötücüllük, henüz 10 günlük bebeklerin anne-babasız kalmasına, anne-babaların ölen çocuklarının ellerini tutarak enkaz başında saatlerce, günlerce beklemesine ve sokakların, mahallelerin yok olduğu hayalet şehirlere neden oldu. Tüm bu acının ardındaki gerçekler ise kaderdir diye kapatılmaya çalışıldı. Biz de Mikroscope ailesi olarak, tam da bu karanlık günlerde, Martin Luther King’in “Bir Hayalim Var – I Have a Dream” konuşmasından yola çıkalım ve umuda yer açalım dedik. 

2003 Frankfurt Barış Ödülü konuşmasında ne diyordu Sontag: “Bizden ya da bizden olmayanlara karşı bir sempati besleyemezsek nasıl insanlar oluruz? En azından bazı anlarda kendimizi unutmayı başaramazsak nasıl insanlar oluruz? Yaşadıklarımızdan ders çıkarmayı bilemezsek nasıl insanlar oluruz?” Evet, nasıl oluruz? Şu anki emlak tacirlerinden farkımız kalmaz, değil mi? 

Hep aklımızda olacaksın 6 Şubat 2023; seni unutursak…

Bir hayalim var. Rantla beslenen bu topraklarda, binalar insan yaşamı temel alınarak yapılsın, para odaklı değil. Eksik malzeme ile örülen dev bina ve sitelerin yerini, deprem yönetmeliğine uygun binalar alsın ki bu yapılar dev mezarlıklara dönüşmesin.

Bugün bir hayalim var. Mesut Baba ve diğer tüm babaların elleri, çocuklarının cansız bedenleriyle çöken apartmanların enkazı önünde buluşmasın. Depremin değil binaların öldürdüğü, sayısız kere müteahhit ve rant sahiplerine hatırlatılsın. 

Bir hayalim var. Onlarca, yüzlerce ceset torbası insanların yıkılan evlerinin önünde, sokaklarda, kapı önlerinde, mahalle aralarına çöp torbası gibi atılmasın. Mezarlık diye adlandırılan o enkaz harabelerinde yatan cansız bedenlere, sadece tahta üzerine çakılan bir rakam muamelesi yapılmasın. Daha sonra da üzerlerine bina dikilmesin. 

Bir hayalim var. Canlıların olduğu binalara kepçeler ve iş makineleri son ana kadar müdahale etmesin. Havada uçan kol ve bacakların müsebbibi de kurdukları düzen olmasın. 

Evet evet, bu gün bir hayalim var; karda yağmurda açıkta kalan insanlara başını sokabilecekleri çadırlar sahiplerine zamanında ulaştırılsın ve bu çadırlar hedef gösterilen yardım kuruluşlarına da parayla satılmamış olsun.

Bir hayalim var. Onlarca kişinin kaldığı oteller, -İsias Otel gibi örneğin- ailelerin çocuklarını güvenle gönderdikleri, sonrasında çocuklarının cesetlerini aldıkları enkaza dönüşen bu yapıları yapanlar yargılansın, bu isimler iki gün sonra başka yapıların açılışında devlet erkânını ağırlamasın. 

Bir hayalim var. Susuz kaldık, içecek su bulamıyoruz cümleleri sosyal medyada ve televizyonlarda yer almasın. Temel ihtiyaçlara ulaşmak bu kadar zor olmasın. Devletin görevinin ne olduğu yetkililere hatırlatılsın. 

Bir hayalim var, ki bu hayal olduğu için bile öfkeleniyorum; kadınların ped ve diğer hijyenik malzemelere ulaşamadıkları ve enkazların arasına tuvaletlerini yaptıkları için genital hastalıklar bu kadar yayılmasın. Susuz ve hijyensiz kalan kadınlar ayrıca bir de taciz edilmesin. 

Bir hayalim var; cinsel yönelimleri nedeniyle insanlara  çağdışı davranılmasın; onların da toplumun bir ferdi olduğu hatırlansın. Ve yaşanan afetin onlar nedenli değil, kendi kurdukları düzen nedenli olduğu hatırlatılsın. Evsiz, yurtsuz kalan kendileri değil, unutturulmasın.