Üniversite eğitimini yurt içi ve yurt dışında tamamlayan Cihan Ataş, halen İstanbul Üniversitesi'nde eğitim görmektedir. İlgi alanlarını kültür-sanat, din, din sosyolojisi ile toplumsal cinsiyet eşitliği ve hakları oluşturmaktadır. Şimdiye kadar yayımlanmış bir belgeseli bulunmakla birlikte, gelecekteki belgesel projeleri üzerine de çalışmaktadır. Düzenli olarak kültür-sanat etkinlikleri üzerine röportajlar yaparak yazılar kaleme almaktadır.

30. İstanbul Caz Festivali başladı. Festival kapsamında birçok sanatçı, dinleyicilerle buluşuyor.

İstanbul Caz Festivali bu yıl otuz yaşında. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Garanti BBVA’nın sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Caz Festivali, 7-19 Temmuz tarihleri arasında popüler ve yeni isimlerle dolu bir program sunuyor.

Festivalin klasik mekânlarına, bu yıl Parkorman’ın yanı sıra Robert Kolej de eklendi. Etkinliğin diğer konserlerine de The Marmara Esma Sultan Yalısı ve Sultan Park-Swissôtel The Bosphorus ev sahipliği yapıyor. Bu yılki program hakkında, festivalin direktörü Harun İzer ile Mikroscope okuyucuları için konuştuk.

Festivalin bu yıl otuzuncusu düzenleniyor. İlk günden bugüne baktığımızda neler söylemek istersiniz? Türkiye’de kültür etkinliği üretmek, hele de bir festivali otuz yıl boyunca istikrarlı bir şekilde düzenlemek kolay değil. Nasıl başladı, nasıl devam ediyor?

Evet, güzel bir soru, teşekkürler… Otuz yıl tabii… Bunun, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen İstanbul festivallerinden daha da öncesi var. İKSV bu sene elli birinci yılında, elli yılı geçirmiş bir kurum. Tabii bütün bunlar, birikimle ve ekiple oluyor. Bilgi birikimi ve deneyime sahip olan, bütün bunları başarıyla uygulayan, iyice içine sindirmiş, her seferinde neyi, nasıl yaptığını, neyi doğru ve neyi yanlış yaptığını değerlendiren, sürekliliği sağlayan bir ekip… Aslında tam bir sürdürülebilirlik dersi bu. Ben de sonuçta, bu festivalin belli bir sürecinde yer aldım. Festivalin üçüncü direktörüyüm yani İstanbul Caz Festivali, bu otuz yılı bütün kurum ve kültür alanındaki birikimle birlikte sürdürüyor. Umarım biz ve seyircilerimiz, bu süreç içerisinde güzel sonuçlar elde etmişizdir ve her şey bu şekilde de devam eder.

Festival, Doğu ve Batı’yı birbirine bağlayan bir perspektif çiziyor. Amerika’dan Güney Kore’ye kadar gruplar var. Bu sanatçılar, iki yakayı birbirine bağlayan İstanbul’un ruhuna nasıl bir katkı sağlıyor?

Caz müziği, aslında Amerikan kökenli bir müzik ama bir taraftan da hikâyesi, doğuşu ve gelişimi itibarıyla çok evrensel bir müzik tarzı olmuş durumda. Amerika’dan başlamış, Avrupa’ya yayılmış. Değişik coğrafyalarda o coğrafyaların müziğiyle birleşip başka renkler kazanmış, başka yerlerde başka açılımlar elde etmiş. Ve evet, şu anda Güney Kore’den de çok başarılı caz grupları dinleyebiliyoruz. Türkiye’den de, etnik müziklerle harmanladıkları, çok başarılı, çok yeni ve yaratıcı işler yapan sanatçıların dünya sahnelerinde yer aldığını görüyoruz. Bunların hepsi çok güzel. Dolayısıyla biz de İstanbul Caz Festivali’nde bu çeşitliliğe olabildiğince yer vermek istiyoruz ki, o çeşitlilik zaten işin doğasında var. Biz yurt dışında festivalleri takip ettiğimizde, “Başkaları neler yapıyor?” diye baktığımızda da aslında bu çeşitliliği görüyoruz, yaşıyoruz. Küresel bir köydeyiz. Değişik renkleri görmek, tanımak -nasıl ki Güney Kore Sineması bize farklı bir hayatın değişik renklerini ve tatlarını sunuyorsa- müzikten de bunu elde ediyoruz aslında ve o renklere yer vermek, bizim için gerçekten çok keyifli.

 

Bütün konserler ve gruplar güzel ama “gerçekten dinlenmesi gereken grup” dediğiniz bir grup var mı?

Aslında bu çok tuzak bir soru: Şimdi bir festivalin başında olan, o programın sorumlusu olan kişinin kalkıp da “Ben şunu tercih ederim,” demesi tabii ki çok doğru değil yani ben bunu diyemem açıkçası. Sonuçta bunlar güzel ve sevdiğimiz, başarılı bulduğumuz gruplar. Bu sebeple olabildiğince hepsini programımıza kattık. Şöyle cevap vereyim ve biraz daha gözden kaçmış isimlerin altını çizeyim: Mesela, gece gezmesinde çok başarılı İsrailli bir ekip var. Seyicilerimizin onları + Bir’li Gece Gezmesi’nde mutlaka yakalamasını tavsiye ederim. Fatoumata Diawara’nın Esma Sultan Yalısı’nda gerçekleşecek konseri 17 Temmuz’da. Müziği kadar kendisi de çok renkli ve canlı, dolu dolu bir insan. Aynı zamanda Kuzey Afrika’nın o güzel renklerini de üzerinde taşıyor. Bu renkler onun biraz dış görünümüne, duruşuna, kıyafetine de yansıyor. Ben o konserin çok eğlenceli ve keyifli geçeceğini düşünüyorum. Kaçırmamanızı tavsiye ederim. Ve tabii Park Orman’da gerçekleşecek olan üç gecemiz… O akşamlar, bunun gibi başka bir sürü konserle birlikte, böyle bir festival ruhunu arka arkaya ve dolu dolu yaşayacağımız geceleri yansıtacak.

 

Neden Parkorman?

Parkorman’da çok güzel konserlerimiz var. 12 Temmuz’dan itibaren üç gece üst üste Parkorman’da olacağız. Parkorman, aslında İstanbul’un şu an ulaştığı büyüklük göz önüne alındığında, vaha gibi bir yer. Bir yandan doğanın içinde bir yandan altyapısı ve kurulumu itibariyle çok uzun yıllardır hizmet veren bir alan. Konser yapmaya da uygun yani oradaki orman dokusunu bozmadan yeşili doyasıya yaşayabileceğimiz bir yer. Birazcık şehirden kopmaya da fırsat veriyor. Metro da, mekâna ulaşımı kolaylaştırıyor.

 

+ 1’li Gece Gezmesi’nden söz edebilir misiniz?

+1’li Gece Gezmesi, festivalin yine böyle klasikleşmiş bölümlerinden bir tanesi oldu. Bir gecede Moda’da, Kadıköy’de çok sayıda mekân, çok sayıda konser… Bir konser maratonu aslında. Bu bizim yine yurt dışında değişik etkinliklerde gördüğümüz ve çok sevdiğimiz bir uygulama. Biz bunu Türkiye’de de yedinci kez yapıyoruz. Bu sefer yine dört farklı mekânımız var Moda’da: Moda Sahnesi, Drakixel, The Wall ve Kadıköy Sineması. On tane grup çıkacak üst üste yani seyirciyi yine aslında biraz zor bir seçim bekliyor. “Hangi konsere gitsem? Onu mu yoksa bunu mu izlesem? Şurada on beş dakika kalıp çıksam mı? Bunu sonuna kadar izlesem mi veya girip bir beş dakika baksam mı?” derken çok etkilenip sonuna kadar kalacakları bir konser olacak belki de. Güzel olacağına eminim herkes için.

 

Genç Caz + da, genç gruplara kapılarını açıyor. Bunun için de bir şeyler söyleyebilir misiniz?

Tabii. Genç Caz + aslında genç müzisyenleri desteklemeyi ve uluslararası festivalde yer almaları için onları teşvik etmeyi amaçladığımız bir proje. Yirmi bir yıldır sürüyor bu aslında. Bayağı da uzun bir süre olmuş. Dediğim gibi, biz burada özellikle amatör, yarı amatör, daha önce müzik sahnesinde çok büyük profesyonel çalışmaları olmamış grupları davet ediyoruz. Onların demolarını dinleyen bir seçici kurulumuz var. Hepsi çok başarılı müzisyen veya müzik yorumcularından oluşuyor. Günün sonunda, altı tane topluluk belirlenerek festival boyunca hem sahne alma hem de parklarda caz konserleri verme hakkı kazanıyor bu arkadaşlarımız. Aynı zamanda bu yıl üçüncüsü olacak, bir de albüm projesi başlattık ki, o da bence çok önemli ve faydalı oldu yani bu katılan grupların festivalde sahneye çıkıp konser vermesinin yanı sıra birer tane de özgün parçalarını istiyoruz onlardan. Festivalden sonra da bu parçaları kaydediyoruz. Stüdyoda profesyonel bir kayıt aşamasına giriyoruz ve o kayıtlar daha sonra İstanbul Caz Festivali’nin dijital mecralarında yayınlanıyor yani bu altı gruba profesyonel müzik kariyerlerinde bir adım daha atma, kayıtlarıyla biraz daha görünür olma konularında uzun vadeli desteğimiz oluyor. Bu da bizim için tabii çok değerli ve uzun yıllar da sürdürmeyi düşünüyoruz. Şimdiden iki albüm yayınlandı. Bu seneki Genç Caz +’nın sonuçlarıyla beraber üçüncü albüm de yayınlanacak.

 

Festivalin kapanış konseri olan ”Festivalin 30. Yılında İstanbul Cazının Üç Kuşağı” hakkında bilgi verebilir misiniz?

Festivalin son gecesi 19 Temmuz’da, “Festivalin 30. Yılında İstanbul Cazının Üç Kuşağı” adıyla gerçekleştirilecek, evet. Festivalin otuzuncu yılında biraz özel, Türkiye’den caz müzisyenlerini özellikle öne çıkardığımız bir gece olacak. Caz müziğinin İstanbul’da güçlü olması bize çok doğal geliyor tabii ki ama bir yandan da ‘İstanbul Cazı’ diye bir gelenek de olduğunu söylemek mümkün. Yine küresel ölçekte baktığımızda buradan çok sayıda sanat çıkıyor. İstanbul’da müzik okulları, bir sürü caz kulübü var. Mekânlar, sanatçılar var ve ciddi kuşaklar yetişti burada. Biz de bu konserde, bu üç kuşağın üç farklı temsilcisine ayrı bir yer verelim istedik. İpek Göztepe Quintet, bunların en genci. Gecenin açılışını onlar yapacak. Avrupa’nın, Amerika’nın farklı yerlerinde profesyonel müzik kariyerlerine devam eden arkadaşlarımızdan oluşan çok genç, capcanlı bir ekip sahnede olacak. Ardından Selen Gülün’ün Blue Band’i sahne alacak, ki Selen Gülün’e çok başarılı müzisyenler eşlik ediyor. Engin Recepoğulları, Ozan Musluoğlu, Bulut Gülen ve başka bir sürü isim var. On müzisyen sahnede olacak o akşam. Bu isimlerin aslında hepsi, şu anda cazın Türkiye’deki en güncel, can damarını temsil eden, potansiyellerinin en yüksek noktasında olan genç, çağdaş müzisyenleri. Ve Selen Gülün de, özellikle bir kadın piyanist olarak, caz alanında hem Türkiye’de hem de dünyada başarılı projeleriyle Türkiye’yi temsil eden bir isim. İstanbul’da olduğu kadar Türkiye’de de caza büyük katkıda bulunmuş öncü isimlerden oluşan İmer Demirer Trio’yla gece sonlanıyor. Trompetçi Demirer’e davulda Can Kozlu eşlik edecek, bazı parçalarda saygın caz piyanistimiz Ali Perret de sahneye konuk olacak. Festivalin bu yılki Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün sahibi Can Kozlu’ya da ödülü bu gecede takdim edilecek.

 

Festival ve etkinlik programı hakkında daha fazla bilgi almak için İKSV sosyal medya hesaplarını takip edebilir, caz.iksv.org veya iksv.org adreslerinden her türlü detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.