1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

 

Hastanedeki o küçük, tatsız doktor odasının film seti olduğunu düşündü bir an.  Hasta rolünü kendisi oynarken karşısında oturmakta olan, altmışlarındaki esmer adam da görmüş geçirmiş bir doktoru canlandırıyordu.  Yönetmen koltuğundan bir ses geldi sonra: ”Yasemin Hanım, ölüm kalım çizgisinin tam üzerinde duruyorsunuz şu an.  Doktorunuz, bundan sonraki hayatınız için son derece önemli bir konuşma yapıyor size.  Normal biri (”Normal” kelimesini telaffuz ederken üstüne basa basa söylemişti) nasıl davranır, ne tür bir tepki verir böyle bir zamanda?  İyi düşünün ve kendinizi o kişinin yerine koymaya çalışın.  Hiçbir şey yokmuş gibi, her şey çok normalmiş gibi, televizyonda hava durumunu izliyormuşsunuz gibi sakin sakin bakmayın doktorunuzun yüzüne öyle.  Odaklanın rolünüze lütfen.  Harika bir iş çıkaracağınızdan eminim. Haydi, Yasemin Hanım!”

İşin ciddiyetinin pekâlâ farkındaydı Yasemin ancak tepki veremiyordu.  Çığ altında saatlerce kalmış, donmak üzere olan bir dağcı gibi uyuşmuştu.  Anestezi altındayken her şeyi duyan, olan bitenin son derece farkında olan ancak bunu hiçbir şekilde belli edemeyen bir hasta gibi, hareket edemiyordu.  Kalakalmıştı öyle. Mesleğine yıllarını vermiş, hayatını işine adamış doktor ise konuşmasına devam ediyordu. Havada uçuşan tıbbi terimler yüzünden, adamın ne dediğini tam olarak anlayamıyordu Yasemin.  Henüz kırkındaki genç kadın, odadaki varlığını sadece kendisinin hissettiği yönetmenin az önce söylediklerini hatırladı.  Gözlerinin içine baktı doktorun.  Otururken farkında olmadan kamburlaşan sırtını dikleştirdi. Derin bir nefes çekti içine. Hemen sağındaki insan iskeleti modeli üzerinde işaret parmağı ile farklı noktaları gösterirken hastasını aydınlatmaya çalışan doktorun karşısında, bir tıp fakültesi amfisinde ders dinlemekte olan öğrenci gibi hissetti kendini.  Ardından gene toparladı dikkatini, ne de olsa yönetmenden bir uyarı daha gelsin istemezdi.

Bir ara ”protez” kelimesi çıktı ağzından doktorun. ”Bacak kesilebilir işte o zaman” diye geldi sözün devamı.  ”Ne?  Nasıl yani?” der gibi baktı adamın yüzüne.  Attı uyuşukluğunu üzerinden.  ”Bir dakika, doktor bey.  Bir sürü tıbbi kelime çıkıyor ağzınızdan.  Anlamakta zorlanıyorum.  Yoksa siz bana?” 

Saniyeler önce hiç susmayacağını sandığı adam şimdi konuşmuyor, konuşmakta zorlanıyormuş gibi duruyordu karşısında. Yutkundu ve Yasemin’in gözlerine kilitledi merhametle bakmakta olan kara gözlerini.  İsteksizce onaylarcasına yumdu ikisini de.  

Dibin dibini ilk kez bu kadar yakından görüyordu Yasemin, dibin de dibini! Yaşadığı kırk yıl boyunca “İşte şimdi dibe vurdum!” diye aklından geçirdiği ne çok an olmuştu oysa. Gözleri doldu. Yanakları kızardı. Rolüne iyice girmişti artık, hem de öyle bir girmişti ki, korku ve endişenin harladığı yüreğine biraz olsun su serpmek için, istese de oradan çıkamayacak gibiydi! Bir girdabın içindeydi şimdi. Ya da tüm bedeni ve ruhuyla, büyük çaplı ve çok şiddetli esen tropik bir fırtınaya kapılıp gitmişti. Ayaklarını yerden kesen duygu, mutluluk değil şaşkınlıktı. Şaşkınlıktan da insanın ayakları yerden kesilebilir ya da ayaklarının altındaki halının bir anda çekildiğini hissedebilirdi demek. Umutsuzluğun en koyu tonunda debelenirken “Her şey buraya kadarmış,” diye düşündü, “bitti.” Sonra bu düşüncenin teslimiyet mi, acziyet mi, çaresizlik mi, takatsizlik mi olduğuna karar vermeye çalıştı. Veremedi. Şu an hissettikleri belki hepsiydi bunların, belki de hiçbiri. 

Sette çıt çıkmıyordu şimdi. Herkes önce Yasemin’in mimiklerine odaklanmış, sonra da sonsuza dek donup kalmıştı sanki. Küçükken o çok sevdiği oyunu hatırladı sonra. Yazın sokaklarda, mahallenin çocuklarıyla akşam ezanı okunana kadar oynadıkları oyunu. “1, 2, 3, tıp!” Hayat artık akmıyordu Yasemin için. “1,2,3, tıp!” Sonsuza dek donup kalmıştı her şey. “1, 2, 3, tıp!” Belki de buraya kadardı. “1,2,3, tıp!” Tüm arayışlarının, buluşlarının, sevinçlerinin, kederlerinin, uğradığı hezeyanların, elde ettiği başarıların, sevgilerinin, nefretlerinin, yollarının, yolculuklarının, verdiği hesapların, aldığı solukların bittiği o noktanın üzerinde duruyordu muhtemelen. “1,2,3,tıp!”

“Veee, motor!”

Film, asıl şimdi başlıyordu…