Bozdoğan Kemeri, Pantokrator Manastır Kilisesi (Zeyrek Cami) ve Fatih Cami’nin gölgelerinin düştüğü Fatih’te, tarihî bir semtte hayata "Merhaba," demiş. Sonra Kız Kulesi'nin üzerinde çığlık çığlığa uçuşan martılarla sohbet ederek ve o martıları bulutlarla konuşturarak büyüdü Üsküdar’da.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Avukatlık ve son yıllarda arabuluculuk yapıyor. Yıllar geçtikçe ve insana dair olanı gördükçe “HİKÂYE”den bir hayatta yaşadığımızı anladı. Bu “hikâyeden hayatın”, kendince hikâyesini yazmayı seviyor.

Mahir Ünsal Eriş ile son romanı Acaip’i konuştuk. İnsan bütün hayatını affedilmek ve affedebilmek arzusuyla geçiriyor diyen Eriş, Acaip’in, Samim’in dilinden, elinden çıkmış uzun bir mektup olduğunu söylüyor.

 

Mahir Bey, son kitabınız Acaip’i elimden bırakamadım. Birçok satırın altını çizerek, geri dönüp notlar alarak okudum. Kitabın adı Acaip; hakkını veren bir dolu acayiplikler var romanda, en az beş altı yerde kahramanın da “…acayip” diye okuyucuyla paylaştığı acayiplikler. Ama kitabın adında da bir acayiplik var. Sözcükteki “y” neden düştü?

Eğer “acayip” diye kalmışsa gözden kaçmıştır, sonraki baskılarda düzeltmek lazım. Çünkü bu kitap “acaip” olsun istedim. Adı da o yüzden Acaip. Burada iki sebep var; birincisi, Gaip’le kafiyesini korumak arzusu, ikincisi onu acayiplerden ayırıp “acaip” bir yere koyma isteği. Hem, kelimenin orijinalinde “y” yoktur. Türkçede kaynaştırma amaçlı olarak zamanla edinmiştir bu harfi sözcük.

 

Kitabınız Acaip, “Bunları sonra oku Güzin”le başlıyor ve son bölümde yine aynı cümleyle bitiyor. İnsan, ana rahmine düştüğü andan itibaren kendi seçimi olmayan, başkalarının gerçeklikleri veya kurguları üzerine kurulan bir yaşamı öğreniyor, benimsiyor, kendi seçimiymiş gibi sahipleniyor. Kitabın bir yerinde buna vurgu yapıyorsunuz.  Kitabın ana karakteri Samim de “(…) Çünkü senin her şeyin bulaşıcıdır. Sen gülersen bakkal güler, taksici güler,” diyor.  Güzin’e, “Bunları sonra oku, ben öldükten sonra oku,” derken, bu, Güzin’e biçtiği Tanrısal bir rol olabilir mi? Güzin’den aslında ne bekliyor?

İnsan bütün hayatını affedilmek ve affedebilmek arzusuyla geçirir. Samim de affedilmek, affedebilmek istiyor. Bu hikâye de onun dilinden, onun elinden çıkmış uzun bir mektup. Bir aşk mektubu. Aşk hikâyelerini özel kılan şey genellikle o aşkın vuslata ermiş olmamasıdır. Bir aşk mektubunun kıymeti de belki kavuşamamış âşıklar arasında gidip gelmiş olmalarıyla belirlenebilir. O yüzden bence Acaip, derdi affedilmek olan, affedebilecek cesareti de arayan kalbi kırık bir adamın aşk mektubu.

 

Kitabın birkaç yerinde Samim sevgilisi Güzin’in elma kokan nefesinden bahsediyor. Bu elma kokusu vurgusu bana Samim’in Güzin’in babasının kurguladığı ve gerçekliğinden zaman zaman Samim’in de kuşkuya düştüğü yaşamındaki garip tesadüflerle kurulan cenneti anımsattı. Burada Güzin’le tanıştıktan sonra kovulmasına simgesel bir gönderme var mı? Bu cennetin kurucusu, Güzin’in babası Zeki Gevengür, -simgesel şeytan olarak- “Hakikat değişince hayat da değişir,” derken bunu mu kast ediyordu?

Elbette. Öte yandan bana kalırsa Acaip’te roller, bilinen cennetten kovulma hikâyesinden biraz daha farklı dağılmış durumda. Âdem, Havva’nın “Yiyelim,” dediği elmadan yediği için onunla birlikte kovuluyor geleneksel anlatıda. Oysa bu hikâyede elma Güzin, Havva da aşkın kendisidir kanaatimce.

 

Aşk daha çok zorda yetişiyor

 

Kitapta Türkiye’de 90’lı yıllarda yaşanan derin devlet ve siyasi cinayetlere gönderme olduğunu düşünüyorum. Karanlık insanlarla dolu bir romanda karanlık içinde büyümüş ve anlamlandıramadığı birçok insan ve olayların garipliklerini sorgulamaktan ve cevaplarını bulmaktan korkarak büyümüş Samim, 80’lerden sonra sorgulamaktan ve gerçeklerden kaçıp önüne çıkan, bazen de sunulan acayipliklerin içinde yaşayan rahatına düşkün insan mı? Ne dersiniz? Aşk bunun neresinde? Bu bağlamda Acaip’e bir aşk romanı diyebilir miyiz?

Aşk maalesef her zaman İrem bağlarında, gül bahçelerinde, ışıklı kıyılarda yaşanmıyor. Hatta işin doğrusu, aşk genelde öyle yerlerde değil de zorda daha kolay yetişiyor. Karanlık bir dünyada, karanlık insanların içinde bile Samim ve Güzin’in aşkını ortaya çıkarıveren şey de bu. Aşk neresinde? Aşk karanlığın içinde bir yerlerde saklı, orada ışığı arayan umudun içinde saklı. Hayatta da kitapta da. Dediğim gibi, bana kalırsa bir aşk romanı, bir aşk mektubudur Acaip. Ama Gaip’le başlayan aile hikâyesinin de bir yankısıdır öte yandan. 

  

Kahramanın, nefesi acayip bir şekilde elma kokan sevgilisi Güzin’e aşkı saf, gerçek bir aşk mı? Babasının şeytani yönüne karşı bir maske olabilir mi? Samim, “Sen babanı tanıyor musun? Ben sana anlatayım,” diyor Güzin’e. Güzin’in babasının kendisine sunduğu olanakların ardındaki karanlık ilişkileri ve gerçekliği bilmediğini düşünmesi, ona Tanrısal bir rol biçmesi de acayip değil mi?   

Güzin’in gerçekten de babasının nasıl bir adam olduğunu bilmemesi bana son derece doğal görünüyor. Babalarımızı ya da kendi akrabalarımızı bir kenara bırakalım, bir yüksek bürokratla bir derin devlet adamı arasındaki farkı çıplak gözle kavrayabilir miyiz? Devlette görev yapan yüksek rütbeli bir memurun devletin ne kadar “derininde” olduğunu tahmin edebilir miyiz? Sanmıyorum. Bu açıdan Güzin’in saflığına inanmaya daha yatkınım sanırım. 

 

İlgiyle takip edilen Dr. Töre Sivrioğlu ile yaptığınız “Geri Dönüyoruz” videocastleri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Töre ile 50 bölümlük bir podcast yaptık. Bir kısmı da videocast olarak yayınlandı. Socrates Dergi’nin dijital iletişim kanalları aracılığıyla. Tarih ve genel kültür konuları konuştuk. Töre Sivrioğlu bir dehadır ve kelimenin tam anlamıyla bir ansiklopedidir. Onu eski devirlerin âlimlerine benzetirim. Çünkü ilgisini çeken her konuda inanılmaz derin bilgisi, müthiş bir hafızası ve hayranlık uyandıran bir çalışkanlığı vardır. Ayrıca biz çocukluk arkadaşıyız. Bu dünyadaki en rahat konuşup anlaştığım arkadaşım o olduğundan podcastlerde de mayanın tuttuğunu gördük. Şimdilik sonlandırdık. Ama yakın gelecekte bir şeyler yapılır mı, devam edilir mi, bilemiyorum. Devamını ben de isterdim.