1966 yılında Ankara'da doğdum. TED Ankara Koleji ve ODTÜ’de okudum. Kimya Mühendisliği Master’ımı NTNU, Trondheim, Norveç’te yaptım. Doktora tezimi ise RMİT, Melbourne, Avusturalya’da tamamladım. Halen Avusturalya’nın Viktoria eyaletinde yaşamaktayım. Öğrenme zorluğu olan gençlerle çalışıyorum. Öykü yazma serüvenime 2021 yılında başladım. Edebiyat yarışmalarına katılıyorum ve öykü dosyası hazırlıyorum.
Şimdiye kadar yayımlanan eserlerimin listesi:
Ankara İnşaat Mühendisleri Odası’nın düzenlediği Ankara’ya Dair konulu öykü yarışmasında Sır adlı öyküm ilk yirmi bire girdi. İMO Ankara Kent Kütüphanesi’nde sergilenecek olan Ankara’ya Dair Öykü Seçkisi’nde yayımlanmaya değer bulundu. Konak Belediyesi'nin düzenlediği Kadınlar, Kentler, Umutlar konulu öykü yarışmasında Yabancı adlı öyküm ilk yirmi beşe girdi. Konak Belediyesi'nde sergilenecek olan Kadınlar, Kentler, Umutlar Öykü Seçkisi'nde yayımlanmaya değer bulundu. Fıstıklı Helva adlı öyküm Edebiyatist Dergisi'nin 40. sayısında (Mart-Nisan 2022) yayımlandı. Yan Gelip Yatmak Yok adlı öyküm Yazı-Yorum dergisi ve İlk İnsan Yayınevi ortak çalışması olan Öykü Seçkisi Yarışmasında ilk on ikiye girdi ve Yoksulluk Öykü Seçkisinde yayımlanmaya değer bulundu. Gjövik’te Bir Yabancı adlı öyküm Mahal Edebiyat’ın websitesinde yayımlandı. İsteyene Ayak Yapılır adlı öyküm Luna Yayınları tarafından basılacak olan Luna’nın Yolculuğu adlı öykü seçkisinde yayımlanmaya değer bulundu. Veli Bey adlı öyküm Masa Dergi’sinin Mayıs 2022 sayısında yayımlancak.

Taburesine oturup sırtını mutfağının boyaları dökülmüş duvarına yasladı, bacaklarını kahvaltı masasının altına uzattı, aşınmış cilasını kazıdı. Ojesiz tırnaklarını inceledi uzun uzun, fabrikanın kantininde çalışanlara yasaklamışlardı süsü. Kocasını, çocuklarını aradı gözleri, masadaki yerleri boştu. Ekmeğin sıcağıyla eriyen margarinin önündeki gazetenin sayfasına damlayışını, sözcüklerin üzerine yayılışını seyretti. “Dünyanın En Yalnız Evi” yüz binlerce dolara satışa çıkarılmıştı. Küçücük adadaki tek ev Atlantik Okyanusunun ortasında, mobilyalarıyla birlikte alıcı bekliyordu. Pencerelerinden masmavi deniz görünen kırmızı koltuklu salon kim bilir kimlerin sırlarını saklıyordu. Dokuz basamaklı merdiven çatı katına çıkan delikte kayboluyordu. Gazeteden başını kaldırıp tavandaki oyuğa baktı. Ağını özenle ören örümceğe takıldı gözleri. Binbir çabayla kurmuştu yuvasını. Çocuklarını görür gibi oldu. Kızının örgüsünü düzeltti, oğlunun bağcıklarını bağladı. Birbirinizin elini bırakmayın,” diye tembihledi. Camlar titredi çarpan kapının sesiyle. Çocuklarının eşyalarını, kocasının ayakkabılarını bodrumdaki sandığa kilitlemişti. “Ölülerin giysileri fakire dağıtılır,” demişlerdi. Belki bir gün,” diye geçirmişti aklından. O adada ölenleri nereye gömdüklerini merak etti. İşbaşı düdüğü çaldı, zehir kustu fabrikanın bacası. Temiz havaya hasretti ciğerleri, kalkıp pencereyi kapattı. İşe gitmek üzere hazırlandı. Saatlerce çalışacaktı üç kuruş kazanmak için, payına düşen bu kadardı. Elbisesinin eteklerini silkeledi, önlüğünü düzeltti, aynadaki aksine baktı, tırnaklarıyla kazıdı gözlerinin yerindeki oyukları. Dünyanın en yalnız evinin kapısı çarptı, gazetenin sayfaları dalgalandı…