Başak İdil Özen

Ryuichi Sakamoto-asenkronik döngü

idyll. ada insanı. piyano çalar, öğretir. müzik üzerine düşünür, yazar. başta sanat olmakla birlikte, insanın kendini ve yaşamı anlamlandırma serüveninin peşindeki tüm disiplinler ilgisini çeker.

Beyaz tüm renkleri içermesine rağmen, görüş alanını kapladığında kör edicidir. Yıkıcıdır.

Siyahın içerisindeki her renk daha güçlü parlar, kendi anlamlılığının farkında olabildiği ve onu kaybetmeden durmayı başarabildiği ölçüde.. 

Aydınlanmanın ütopik olarak bir an’da gelişi kör edicidir. Yıkıcıdır.

Karanlığın içerisinde herkes için peşinden gidilecek bir punctum vardır; sabır, cesaret ve mücadele gücü dengesinin sürerlik oranıyla gerçekliğe dönüşebilecek

                                             Ölüm, bilgedir.

Doğa ile modern dünyanın, yaşam ile ölümün, varoluşun mucizevi güzelliği ile bir tür olarak insanın kendini yok edecek yıkıcılığının iç içe geçen paradoksal hâllerin, ölümlülüğün kabulü ile ölüme meydan okuyan sessizliklerden açığa çıkan doğal/yapay/kurgusal/spontane seslerin birlikteliğiyle doğurulan karanlık asenkronik döngüdür; async.

async; eserleri 1980 sonrası modern müziğin birçok türü (özellikle elektronik müzik) için öncü olan, çağını aşan multidisipliner yaklaşımla kırk yılı aşkın süredir üretkenliği ve anlam arayışındaki değişimin sürekliliğindeki ruhu korumayı başarabilmiş besteci ve aktivist Ryuichi Sakamoto’nun kanser tedavisinin ardından müziğe yeniden döndüğü 2017 tarihli solo albümüdür.

Sakamoto’nun anlam arayışlarının karşılığında yaşama sunacağı/soracağı seslerin peşinde doğasal ve doğa dışı tınıların keşfine çıkarak onları topladığı uzun süreli bir yolculuğun, aniden davetsiz bir misafirle-ölümün ruhuyla bölünmesinden doğan bir haikular labirenti, Ryuichi punctum’udur; async.

async; çevresel seslerin kompozisyona dahil olduğu ya da kompozisyonun belli bir atmosferi yaratmak üzere kurgulanışında çevresel seslere başvurulduğu ambient müzik öğelerini taşırken, insanî yapay bir vahşilikten kaynaklanmadıkça doğanın sessiz bilgeliğinin temeli olan ölümün karanlık kasırgasının ortasında meditasyona oturmuş zihnin hayalî bir Tarkovski filminin müziği olma düşü olarak açığa çıkan, Tarkovski evreninin zamanına mühürlenmeyi başarabilmiş bir başyapıttır.

Albüm kapağında görülen ölmekte olan bitkiler, yaşamı anlamlandırmaya dair kurgulanmış haikular labirentinin bir parçasıdır. Her an ölüme gittiğimiz yaşam sürecinin farklı evrelerinde olan bitkiler. Kendi varoluşlarını gerçek anlamıyla tamamlayarak gerçekten ölebilmekte olan bitkiler.

İnsanların en büyük trajedisi, doğa anadan kopuşuyla evrenine yabancılaşarak anasına düşmanlaşması, anlamını ve benliğini yeniden bulma zorunluluğu içinde kalmasıdır. Gerçekten yaşamak için anlamını bulması gerekir insanın ve gerçek ölüm ancak gerçek bir yaşamdan sonra gelecektir.

İnsanın vahşi yıkıcılığının en büyük sebebi gerçekten yaşayamaması sebebiyle

sonsuzca bir arafta kalma hissiyatıdır belki de..

 …

Sakamoto ölümün ruhu ile yüzleşirken seslerin yol göstermesine ve döngüsel bir bütün olarak yaşam ile ölümün birlikteliğine dair sorular sormasına izin verir.

Albüm, Andata ile J. S. Bach’ın korallerine benzer naif ve karanlık bir motifinin piyanodan org sesine evrilmesiyle Andrey Tarkovski’yi tanıyan herkesin onun evrenine doğru süzüldüğünü kolaylıkla hissedeceği bir girişle açılır. İkinci eserden itibaren albümün ses paleti ve atmosferi; düzensizliğe, rezonans/yankı/tını/ritim keşiflerinin deneysel kombinasyonlarından oluşturulan kaotik anlatının kurgusuna doğru evrilir. Üçüncü eser Solari ile Solaris’e gideriz, Tarkovski evreninde olduğumuza eminizdir artık. İnsanın bilinçaltına atfedilen Solaris okyanusu, Sakamoto’nun yaşamın anlamına dair sorularıyla diyalektiğe girer. Kurguda doku, atmosfer ve melodi üçlemesinin kombinasyonlarında eslerin önemi büyüktür. Tüm albüm boyunca düzensiz bir şekilde yer verilen esler, Solaris’in parlak beyaz ekranına benzer bir şekilde boşluğun metaforuna dönüşür. ZURE sonik bir deneydir. Ardından gelen walker’ı fullmoon ve LIFE, LIFE ile birlikte ele almak gerekir. LIFE, LIFE düşlerin, rüyaların, gerçeklerin, doğumla ölümün bütünleştiği ve döngüselleşerek sonsuz bilince dönüştüğü Arseni Tarkovski şiirini işler. fullmoon Paul Bowles’un aynı adlı kitabından uyarlanan Bernardo Bertolucci’nin yönettiği “The Sheltering Sky” (1990) filminden alıntılanmış yazarın sesiyle okunan pasajın, farklı dillerde söylenen bir kolaja dönüşmesidir. fullmoon ölümle yüzleşme ve ölümün kabullenişinin tüm dillerde yankılanmasıdır.

 

“Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için, hayatı dipsiz bir kuyu olarak düşünmeye meylederiz.” (1)

Sakamoto, The Sheltering Sky filminin müziklerini bestelediğinden beri aklının bir ucunda kalan Paul Bowles’un fullmoon‘u var eden metninden derinden etkilenmiştir. Evrensel ve zaman ötesi bir sorgulama olan ölümle yüzleşmenin farklı dillerle kolajı, Sakamoto’nun sonsuzluğun metaforu olarak ütopik bir şekilde zamanın yok edemeyeceği bir sesin peşine düşmesinin meyvesidir. Metnin farklı dillerde okunuşunun üst üste bindirilerek her bir dilin kendi bireyselliğinde daha fazla anlam kazanmasıyla yeniden var olması aynı zamanda üst metinde karmaşık, kaotik ve anlam ötesi bir yapıyı da oluşturmaktadır:

Hangisini daha çok duymak istediğiniz size kalır; 

okundukça her dilde güçlenerek yeniden var olan ana metni mi?

tüm dillerin birleşerek metnin yapıbozuma uğradığı kaotik üst metni mi?

“Ayın doğuşunu daha kaç kez seyredebileceksin? Belki yirmi kez ama yine de sonsuzmuş gibi gelir.”(1)

Bowles gökyüzünün aydınlığının aldatıcı olduğunu ve yalnızca uzayın dipsiz karanlığından, sonsuz boşluktan bizi koruyan bir illüzyon olduğunu söyler. (2)

Walker doğanın ve insanın doğayı bozarak kendi ihtiyaçları için şekillendirdiği nesnelerin seslerini toplayan bir bilgenin fullmoon’dan geçerek LIFE, LIFE’a ulaştığı yürüyüşü imler. Albümün geri kalan parçaları bu yürüyüşte yüzleşilenlerin kaotik karanlığına meylederken, ubi vtri kaosun karşıtına yöneltir, dinginlik ve farkındalığa.

Albümün sonunda bilge, sonsuz bilince ve zamansız bahçeye ulaşır. Burası boşluğun sonsuz sürekliliğidir. Düşünce ve anlamın olmadığı, gerçekten ölebilmekte olan bilgenin bilgeliği.

1990’lardan beri çevre krizine karşı tepkisel eserler üretmesinin yanında, aktivist olarak da eylemlilik içerisinde olan Sakamoto nükleer karşıtı örgüt Stop Rokkasho’nun üyesidir.

Beşerî faaliyetler sonucu var olan doğal yıkımın, hegemonyal sömürü ile insanların bireysel yaşamlarındaki tüketimin, dünyanın büyük çoğunluğunun açlık ve susuzlukla mücadele ederken bunların yanında bir de doğal ve yapay afetlerle boğuşmak zorunda kalmasının sorumlusu olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek gerekmekte. Hepimiz bu vahşetin sorumlusuyuz. Her gün küçük hayatlarımızda tüketimin ve dolayısıyla yıkımın öznesi olmaktan çıkmayı ve konforumuzdan vazgeçmenin esasen bizi yaşamın gerçekliğine yaklaştıracağı bilinciyle beraber herkes için yaşanabilir bir dünyayı gerçekten hiç istedik mi?

Bu istek aynı zamanda bireysel olarak ölümlülüğümüzle yüzleşme cesaretini göstermek olacaktır, araftan çıkmak, doğa anayla barışmak..

Sakamoto Fukushima nükleer felaketinin ardından tsunamiden kurtulan bir piyanoyu çaldığında, boğulmuş bir piyanonun ölü bedenini çalıyor gibi hissettiğinden bahseder. Tsunami piyanosunun tınısını async’de kullanır. Doğanın biçime zorlanmasıyla üretilen her nesnenin kendiliğinden doğaya geri dönme eğiliminde olduğundan bahseder. Piyanonun akordunun bozulması gibi. Bizim estetik kaygılarımızın ötesinde teller doğal varoluşlarına dönmek istemekte ve her daim madde bu dönüş için mücadele etmektedir. Sakamoto’ya göre doğa tarafından akort edilmiş tsunami piyanosunun sesi şimdi daha güzeldir.(1)

 

  • Coda: Stephen Nomura Schible yönetmenliğindeki Ryuichi Sakamoto belgeseli.
  • Paul Bowles, The Sheltering Sky