Gülçin Karabağ

İklim mülteciliği – Dr. Neva Övünç Öztürk ile söyleşi:

“Bir Direniş Örneği Olarak Novamed Grevi: Neoliberal Kapitalist Yeniden Yapılanma Sürecinde Emek ve Sendikal Hareket” başlıklı teziyle lisans, “TÖB-DER ve Sol Siyaset” başlıklı teziyle yüksek lisans derecelerini Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden aldı. 2008-2009 öğretim yılı güz döneminde değişim öğrencisi olarak Almanya-Bonn Üniversitesi’nde bulundu. Başlıca akademik ilgi ve araştırma alanları: neoliberal kapitalist dönem emek-sermaye ilişkileri, kadın emeği, Türkiye sol tarihi, siyaset sosyolojisi, sınır çalışmaları, Ortadoğu ve Kürt çalışmaları. 2012-2017 yılları arasında Munzur Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi, “Türkiye’de Siyasi Parti Örgütleri ve Gençlik Kolları” başlıklı TÜBİTAK 1001 projesinde ise araştırmacı olarak çalıştı. 2016-2018 yılları arasında Avrupa Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde (PS:EUROPE) araştırmacı olarak görev aldı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Türkiye-Suriye sınırı üzerine çalıştığı doktora teziyle akademik çalışmalarına devam etmektedir. Akademik çalışmalarının yanı sıra, Anne Çocuk Eğitim Vakfı’nda (AÇEV) gönüllü eğiticilik yapmakta ve Medyascope.tv’de çalışmaktadır. İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün (IstanPol) kurucuları arasında yer almaktadır.

“İklim krizi derinleştikçe kriz kaynaklı sınır aşan göç hareketlerini çok daha fazla göreceğiz”

 

Tarih boyunca yaşanan göç hareketliliğinin farklı çağlarda farklı sebepleri var. Modern ulus devletler çağındaysa zaman içinde anlamı değişmekle birlikte insanlar ya ülkelerindeki yaşam şartlarının zorluğu ya da gidecekleri yerlerdeki yaşam şartlarının daha iyi olacağı ihtimali ya da her ikisi sebebiyle bir yerden diğerine göç ediyor. Göç hareketliliğinin ekonomik-sosyal-siyasal zorunluluklardan gerçekleşmesiyle birlikte savaş ve çatışma bölgelerinin boşalması/boşaltılması ya da iklim krizinin yok ettiği yerleşim yerlerinden olmak üzere göç zorunlu bir biçimde de gerçekleşebiliyor.

 

Genel olarak bakıldığında göç hareketliliğinin doğal, sosyal, siyasal ve ekonomik nedenleri mevcut. İnsanların göç etmesinin temel sebeplerinden biri de ekolojik kriz. Küresel ısınma kaynaklı sel, kuraklık, yangınlar ve bunun yanı sıra deprem, heyelan, volkanizma, tsunami gibi doğal afetler kitlelerin hem ülke içinde hem de ülkeler arası yer değiştirmesine yol açıyor. 21. yüzyılın önümüzdeki çeyreğinde üzerinde en çok durulacak göç nedenlerinden biri iklim değişikliği olacak.

 

 

İklim krizinden kaynaklanan göç hareketi halihazırda da sürüyor. Şu anda ağırlıklı olarak ülke içinde yerinden edilmiş iklim mültecilerini görüyoruz ama iklim krizinin boyutları önümüzdeki süreçte sınır aşan iklim mülteciliğinin de uluslararası toplumun kritik meselelerinden biri haline geleceğini gösteriyor. Kayıt altına alınabilen istatistiki verilere göre, 2019 yılında 140 ülkede yaklaşık 25 milyon kişi çevresel felaketler nedeniyle yer değiştirmek zorunda kaldı.

 

Halihazırda uluslararası hukukta iklim mülteciliğinin yeri nedir? Uluslararası koruma araçları iklim mülteciliğini kapsıyor mu? İklim mülteciliğinin uluslararası hukuk alanında tanımlanabilmesi için olası çözüm önerileri nelerdir? Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Neva Övünç Öztürk, Mikroscope’un “İklim Krizi” dosyası için iklim mültecilerinin uluslararası hukuk açısından ne anlam ifade ettiğine dair sorularımızı yanıtladı.

 

“Uluslararası hukuk açısından iklim mülteciliğini tanımlayan belirli bir kavram yok”

 

Ekolojik krizin etkileri sebebiyle yerlerinden olmuş kişileri iklim mültecileri, iklim göçmenleri, çevresel göçmenler, çevresel mülteciler ya da çevresel nedenlerle (iklim değişikliği sebebiyle) yer değiştiren kişiler olmak üzere farklı kavramlarla tanımlamak ve isimlendirmek mümkün. Dr. Neva Övünç Öztürk, henüz uluslararası hukuk açısından iklim mülteciliğini tanımlayan bir kavramın olmadığını belirtti. Bu kavramları bir nevi sosyolojiden ödünç alarak kullandıklarını söyleyen Övünç, sosyolojik perspektiften bakıldığında da göçün niteliğine bağlı olarak zorunlu ya da gönüllü göç hareketi üzerinden değerlendirip değerlendirilmemesine göre “iklim mültecileri” ve “iklim göçmenleri” olmak üzere farklı kullanımların mevcut olduğunu anlattı.

 

“Uluslararası toplum göçün çevresel nedenlerle olduğunda ortaklaşıyor ama göçün sebebinin zorunlu mu gönüllü mü olduğu noktasında ortaklaşma yok”

 

İnsanların göç etmelerinin arkasındaki sebepleri ayırt etmenin güç olduğunu belirten Övünç,

“Buradaki kritik mesele göçün yalnızca çevresel etmenlerden değil de ekonomik sebeplerin de etkisinde olması. Bu konularda farklı disiplinlerde de bir görüş birliğine varılmış değil. Bazıları bu göçün zorunlu olma halini vurgulayarak mülteci, bazıları da ekonomik sebepleri daha ön planda tarif ederek gönüllülük üzerinden göçmen kavramını kullanmayı tercih ediyor. Daha kapsayıcı bir biçimde yerinden edilenler kavramı kullanılabilir ama ben iklim mülteciliği kavramını kullanıyorum. Bunu kullanmaktaki amacım göçün zorunluluğunu, hukuki açıdan uluslararası korumayı ve devletlerin sorumluluğunu vurgulamak”dedi.

 

“Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) iklim mülteciliği kavramını kullanmayı tercih etmiyor”

 

 

Mülteci sorunlarını çözmekte dünya genelinde yetkili olan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) iklim mülteciliği kavramını kullanmayı tercih etmemesinin çeşitli sebepleri olduğunu belirten Övünç, “İklim mülteciliği dediğimiz zaman bunun ekonomik sebeplerle de bağlantılı olma ihtimali bulunduğu için, özellikle 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde tanımlanan mülteci statüsünün alanını fazla esnekleştirip asıl mevcut çerçevede korunması gerekenlerin korunma alanlarını da daraltma ihtimali endişesi var” diye konuştu.

 

“İklim krizinden dünyanın her tarafı etkileniyor”

 

Küresel ısınmanın bütün küreyi etkilediğini hatırlatan Övünç, ağırlıklı olarak Pasifik, Güney Asya, Sahra Altı Afrika ve Orta Asya bölgelerinin iklim değişikliği sebebiyle göç hareketinden etkilendiğini belirtti. Bununla birlikte Avrupa ülkelerinde de iklim değişikliği sebebiyle ülke içinde yerinden edilmenin yaşandığını söyleyen Övünç’e göre, iklim sebebiyle hasarlara açık olan Akdeniz bölgesi de bu göçü etkileyebilir. Son dönemde yaşanan yangın ve sel felaketlerinin de bunun bir göstergesi olduğunu vurgulayan Övünç, “Halihazırda iklim değişikliği sebebiyle ağırlıklı olarak ülke içinde yerinden edilme şeklinde bir göç hareketi görüyoruz ama bu ilerleyen süreçte göç hareketinin sınır aşmayacağı anlamına gelmiyor, bunun istatistiki açıdan belirlenmesi zor” dedi.

“Sınır aşan göç hareketleri bağlamında veriler hiç sağlam değil”

 

 

Övünç ayrıca, göç edenlerin uluslararası korumaya başvurduklarında bu göç hareketliliğinin iklim değişikliği kaynaklı olup olmadığının kaydının tutulmadığına dikkat çekti: “Sınır aşan göç hareketleri bağlamında veriler hiç sağlam değil.”

 

“Bir çalışmaya göre 21. yüzyılın sonunda 150-200 milyon kişi göçe zorlanacak”

 

İklim değişikliği sebebiyle ağırlıklı olarak ülke içinde yerinden edilme durumu görülmesinin ve bunun çoğunlukla sınır aşan bir göç hareketine dönüşmemesinin sebebini ise Övünç şöyle anlattı: “Ülkelerin belirli kısımlarında bazı çevresel felaketler meydana geldiğinde insanlar ülke içinde güvenli yerlere göçüyor ama iklim krizinin daha çok etkide bulunduğu durumda ülke içinde güvenli olarak kalınacak yer bulunamadığında iklim sebebiyle sınır aşan göç hareketlerini daha çok göreceğiz. Bir çalışmaya göre 21. yüzyılın sonunda 150-200 milyon kişi göçe zorlanacak.”

 

“Uluslararası siyasal aktörler arasında iklim krizi ve iklim krizi sebepli göç hareketliliği anlamında çeşitli platformlarda tartışmalar var”

 

Uluslararası arenada iklim krizi sebebiyle göç hareketliliğinin devletlerin gündeminde olduğunu söyleyen Övünç, “Devletler bu hususu salt göç meselesi bağlamında sorumluluk ekseninde ele alıyor. İklim krizi kaynaklı göç bizzat göç eden kişilerin o devlette korunması anlamında fiziksel sorumluluğun paylaşılması ve maddi kaynakların cömertçe sunumundan ziyade fiziksel sorumluluğun başka ülkelere aktarılması ve minimum maddi destek üzerinden değerlendiriliyor” diyerek ülkelerin durumunu aktardı.

 

“Devletler açısından iklim mülteciliğine yaklaşımın genel olarak mülteciliğe bakıştan sapma teşkil edeceğini söylemek zor”

 

Övünç devletlerin iklim krizi kaynaklı göç meselesine yaklaşımlarını da şöyle özetledi: “Devletler bu hususta kendilerini bağlayıcı ve kendilerine sorumluluk yükleyen taahhütler altına girmektense daha gevşek işbirliğine girme eğilimde. Bu konuyu dikkate alıyorlar ama sorunun çözümünde katı, bağlayıcı kaynaklarla işbirliği yönünde çabalar sarf etmiyorlar. Çevre odaklı işbirliklerinde de göç konusunun yer almadığını görüyoruz. Devletler bu konuda istekli olsalar bu bağlama göçü de dahil ederlerdi. Devletlerin genel olarak zorunlu göçe yönelik tavırlarından sapacaklarını düşünmüyorum.”

 

 

“İklim sebebiyle meydana gelen zararların insan hakları ihlallerine sebep olacak bir niteliği de mevcut”

 

İklim krizi kaynaklı göçün insan hakları ayağından da bahseden Övünç, şöyle devam etti: “Bu yalnızca akademik alanda ya da doktrinde dile getirilmiyor. Pozitif hukuk anlamında ve uluslararası örgütlerin çeşitli çalışmalarında da iklim krizi ile insan hakları ihlalleri arasındaki bağlantı dile getiriliyor. BM İnsan Hakları Konseyi 2011’de yaptığı bir çalışmada çevre ve insan hakları ilişkisi bağlantısına dikkat çekti.”

 

Uluslararası hukukun zorunlu göçe dair mevcut koruma aracının 1951 tarihli “Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Uluslararası Sözleşme-Cenevre Sözleşmesi” olduğunu ve geri göndermeme ilkesini de hatırlatan Övünç, Cenevre Sözleşmesi uyarınca tanımlanan mülteci statüsüne sebebiyet veren göç nedenleri arasında iklim krizinin henüz yer almadığını sözlerine ekledi. Geri göndermeme ilkesinden hareketle uluslararası hukukta düzenlenmemekle birlikte devletlerin iç hukuklarında bir tamamlayıcı koruma mekanizması tanımladıklarını da belirten Övünç, “Bir mülteci sözleşmesi, iki tamamlayıcı koruma durumu. İklim sebebiyle göç edenler bu ikisine de giremiyor ve iklim mültecileri açısından geri göndermeme ilkesi hiç kullanılmamış o yüzden tamamlayıcı korumaya da giremiyorlar, iklim krizinin ağırlaştırıcı sebep olarak görülmesi mümkün olabilir” diye konuştu.

 

 

Övünç, ekolojik kriz sebebiyle sınır aşarak zorunlu göç edenlerin (çevresel yerinden olanlar) olası faydalanabileceği uluslararası korumanın niteliğinden de şöyle bahsetti: “Birkaç alternatif üzerinden hareket edilebilir: Birincisi mevcut kuralların kapsamı genişletilebilir. Ancak bunu çok öngörülebilir bulmuyorum. Örneğin evrensel anlamda mülteci statüsünü tanımlayan biricik hukuki metin olarak 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin kapsamı genişletilebilir. Sözleşmenin içine doğrudan iklim sebebiyle meydana gelen zararlar da konulabilir. İkinci alternatif, yol gösterici ilkelerin güçlendirilmesi ve esnek işbirliklerinin kurulması olabilir. Hukukta ‘softlaw’ dediğimiz sözleşme gibi bağlayıcı olmayan belli bir tutum karşısında devletlerin faaliyetlerini meydana getirirken dikkate alacakları ilkeleri ve niyetleri ortaya koyan düzenlemeler mevcut. Bunlar hem bağlayıcı olmadıkları için devletlere esneklik tanıyorlar hem de özellikle iç kamuoyuna ve küresel anlamda kamuoyuna devletler kritik meselelerde etkin oldukları mesajını veriyor. Üçüncüsü de özel olarak iklim krizinden etkilenenlere has bir mekanizma oluşturulabilir. Bunun da evrensel olmasa da bölgesel düzeyde ya da devletler arasında nispeten yapılabilir olduğunu düşünüyorum.”