Simay Ber Baran

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Zaman Algısı

Bilgi Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat ile Sanat ve Kültür Yönetimi bölümlerinde full time öğrencilik yapmakta. Arta kalan vakitlerinde kitap çevirir, çizer, felsefe ve çağdaş sanat ile ilgilenir. Yaptığı en havalı şey dört başı mamur bir yapay dil yaratmış olmaktır. 98 senesinden beri kişiliği durmadan değiştiği için kendisini tanımlamak ve tanıtmakta pek iyi değildir (aynı sebepten Montaigne sevici).

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde zaman kavramı hicvin konusu olan köksüz batılılaşma çerçevesinde ele alınır ve gerçeklik-bilinç-bellek gibi kavramlarla yakından ilişkili olarak belirir. Romandaki zaman anlayışı geçmiş-şimdi/ eski-yeni/ Doğu-Batı gibi ikiliklerde ifadesini bulur ve bu parçalı zaman algısındaki devamsızlık sorunsallaştırılır. Çünkü Tanpınar, geçmiş, şimdi ve geleceğin bir arada ele alındığı bütüncül bir zaman anlayışının gerekliliğini savunur (Dellaloğlu 102), ki bu da Tanpınar’ın zaman kavrayışının çoğunlukla Bergson’un zaman felsefesi ile beraber düşünülmesine sebep olmuştur. Bergson’a göre zaman dediğimiz şey, şimdiki an, geçmişin şimdiye eklemlenmesiyle gerçekleşir. Dolayısıyla ‘an’ hiçbir zaman tek başına, soyut, mutlak bir an olamaz. Devamlı geçmişten bugüne, şu ana eklenen bir zaman duygusuyla yaşadığımızı ve bunu da hafıza yoluyla yaptığımızı söyler. Bu bağlamda SAE’de geçmişin kapalı bir ‘olmuş olan’ olarak değil, şimdiden bakışla yeniden üretilen bir ‘oluş’ olarak ele alınması Bergson’un süre kavramı ve şimdinin ancak geçmiş ile varolabileceği düşüncesini akla getirir. Ancak burada önerilen geçmişin şimdideki sürekliliği ve devamlılığı SAE’de eksik olanın altını çizer, çünkü asıl sorunsallaştırılan nokta bu sürekliliğin sağlanamaması, geçmişi ile hafızanın şimdinin inşasında yer bulamaması ve bu sebeple modernlik çabasının türlü abeslikler doğurmasıdır*. Bu sebeple, romanın kahramanları parçalanmış bir zamanı yaşarlar ve geçmiş ile şimdi, eski ve yeni kavramları üzerinden işlenen ayrıksı meseleler olarak belirir. Bu sayede yaşamı farklı devirlere denk gelen- Abdülhamit dönemi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri- başkahraman Hayri İrdal’ın hayatı aracılığıyla Türk toplumunun “geniş bir tarih süreci içinde gerçirdiği bunalımını” konu edinir Tanpınar (Moran 297). 

Hasan Kahraman, Tanpınar’ın bellek, geçmiş, bilinç gibi kavramlara zaman kavramı içinden geldiğini, bu sebeple de zaman kavramının kendisini tartışmanın Tanpınar için başlı başına bir edim olduğunu belirtir (619). Bu doğrultuda ‘zamanına sahip olmak’ fikri roman boyunca hem eski zamana hem de modern zamana ait karakterler tarafından dile getirilen merkezi bir düşünce olarak belirir. Ve her iki durumda da zamana sahip olmak, yaşama dair bir şuura sahip olmakla ilişkilendirilmekte, bu bilincin sağlayıcısı olarak sunulmaktadır: Nuri Efendi insanların bozuk saatlerini düzelttiğinde, yani zamanlarına sahip olmalarını sağladığında iki türlü sevap işlediğine inanır: “bir yandan ölü bir saati diriltmiş oluyor, öbür yandan da bir insana yaşadığının şuurunu, zamanını hediye ediyordu” (33). Öte yandan Ayarcı şöyle der: “Çalışmak, zamanına sahip olmak, onu kullanmasını bilmektir. Biz bunun yolunu açacağız. Etrafımıza zaman şuurunu vereceğiz.” (285). Ancak hicvin, “gerçekte olan durumla, olması gereken durum arasındaki fark”ı belirtmek için kullanılan bir yöntem (Moran 298) olduğu göz önünde tutulduğunda, romandaki karakterler de bu durumla uyumlu olarak, ‘şimdi’de yaşamalarına rağmen ondan kaçmaya, gerçeği eğip bükmeye oldukça yatkın bireyler olarak karşımıza çıkarlar. Bu kaçış pratiği, romanın geçtiği farklı dönemlerde farklı şekillerde kendini gösterir: bazısı hurafelerle hakikat duvarında delik bularak ötesinde yaşar (44), kıraathane insanları bir aralıkta, eşikte varolurlar (134), İspiritizma cemiyeti üyeleri yalan olduğunu bildikleri kolektif bir aldatmacıyı yaşarlar (156), İrdal’ın karısı Pakize hayata beyaz perdeden bakar ve İrdal’ı da ‘sinemalaştırır’ (291), Ayarcı ise İrdal’ın söylediğinin aksine hayatı ‘bir bütün’ olarak mütaala etmez (17), şimdiden bakışı çarpıktır, geçmişi gerçeklikle alakasız hale sokar. Yani gerek farklı hakikatler oluşturarak, gerek geçmişi ‘içinden değiştirerek’ (111) şimdiyi olduğundan farklı yaşama durumu zamana ve hayata dair bir şuura sahip olmadıklarını işaret etmekte gibidir. Gerçeklikle tam manasıyla alakalarının olmayışları şimdi ve geçmiş ile yüzleşmekten kaçınmalarının altının çizilişidir “O maziyi düzeltmekle, hatta güzelleştirmekle meşguldü. Neden olmasın sanki, kendimize daima yaşanacak iklim yaratmaktan başka ne yaparız? Hal denen keskin bıçak sırtında oturamayacağımıza göre” (311). Bu doğrultuda, İrdal hariç her iki ‘zamanın’ insanlarının da kendilerine ait ‘firar anahtarları’ (158) varken ‘doğrunun’ peşinde olan İrdal, “her şeyi olduğu gibi görenlerden”dir (247). Bu yüzden yaşadığı zamanlara dair daha farklı bir bilince sahip gibi gözükmektedir: diğerlerinini aksine, saçmanın saçma olduğunu görür. Ki bu da İrdal’ı Tanpınar için oldukça işlevsel bir anlatıcı haline getirir. Bu yolla Tanpınar gerekliliğini tartışmadığı ancak yapılma şeklinden de memnun olmadığı Batılılaşma meselesini (Belge 92) parçalı bir zaman deneyimi üzerinden ve bu parçalılığı deneyimleyen ama aynı zamanda ona dışarıdan bakışı sürdürebilen İrdal dolayımıyla ortaya koyar. 

 

Bergson’un hafızada biriken görüntüler ile algının odak noktası

arasındaki etkileşimini gösteren koni şema metaforu.

 

Bu kapsamda Hayri İrdal’ın Nuri Efendi’nin muvakkithanesinden Halit Ayarcı’nın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne geçişi sembolik olarak geleneksel ve eski olan zamandan modern ve yeni olan zamana geçişi gösterir. Nuri Efendi “doğuyu, geleneği, dolayısıyla oryantal zaman kavramını” temsil ederken Halit Ayarcı ise köksüz batılılaşmanın temsilcisi olduğu ölçüde ilerleme odaklı, linear ve tersinmeyen bir zaman anlayışının da temsilcisidir (Belge 40). Bir yanda “hâl yoktur, mazi ve onun emrinde bir istikbal vardır” (88) diyen Nuri Efendi varken öbür tarafta “mazi ve istikbalini hâlin arasından gören” Ayarcı (219) vardır. Tersinmeyen bir zaman anlayışının temsilcisi olduğu için de Ayarcı için esas olan değişim, ilerleme, gelecektir ve bunları kuran da şimdidir. Bu sebeple Ayarcı için yalnızca ‘şimdi’ ve onunla eş anlamlı gördüğü ‘yeni’ vardır: “Yeninin bulunduğu yerde başka meziyete lüzum yoktur” der (246). Şeyler bugünde, şuanda varolduğu kadar değerlidir, geçmişe ait bir durum, düşünce veya değerin manalı olabileceğini kabul etmez. Bunun çarpıcı bir örneği Ayarcı’nın geçmişe ait gibi gösterilse de aslında şimdinin ürünü olan Ahmet Zamani Efendi’nin asıl gerçekten de geçmişte varolmuş olsaydı bir yalan olmuş olacağını söylemesidir, çünkü böyle bir durumda Zamani Efendi kendi asrından ayrılmış olacaktır. Ahmet Zamani tam olarak ‘bugünde’ yaratıldığı için yalan değildir, tam tersine, “hakikatin ta kendisi”dir (314). Yani şimdi, geçmiş üzerine veya geçmişe ‘göre’ kurulmaz da, geçmiş şimdi için yeniden kurulur. Bu, geçmişin hatırlandıkça doğal bir değişim geçirdiği bir refigürasyon olmaktan ziyade hatırlananın ve geçmişte olanın tamamen değiştirilmesi, şimdiye uygun kılınması ve bugünü meşru kılmak için kullanılması olarak kendini gösterir. “Asrına uymak, onun adamı olmak” önemlidir ve bu doğrultuda “tarih, günün emrindedir”** (297). Bu, abeslikleri beraberinde getirir. Geçmişle bu tarz bir ilişkinin saçmayı doğuruyor olması yoluyla Tanpınar aslında geçmişin değiştirilmesinin mümkün olmadığı noktada değiştirilmesi gerekenin geçmişle ilişkiler olduğuna işaret etmektedir (İmamoğlu 145). Bu gereklilik, Ayarcı’nın, İrdal’ı eskide kalmış bir insan olarak görmesinden dolayı, ondan gelen akla ve mantığa uygun olan fikirleri bir çırpıda reddetmesinde, eski ve kullanılmaz olduğunu ilan etmesinde ve İrdal’a yeni olana ayak uydurmasını söyleyerek tüm değer yargılarını alt üst etmesinde ironik bir şekilde ifadesini bulur. Örneğin Ayarcı’nın farklı mesleklerdeki insanların zaman mefhumu üzerine bir grafik hazırlarken tamamen ters bir mantık içerisinde ayarlamasına İrdal olması gerekeni ve sağduyulu olanı söylerek karşı çıktığında Ayarcı kestirip atarak “eski usul” der, “eski ve manasız” bulur (256). İrdal Ahmet Zamani Efendi’nin tamamen uydurmaca olduğunu, tarihte böyle bir kişinin varolmadığını ve bu yüzden bir saçmalık olduğunu söylediğinde, Ayarcı yine İrdal’ı eski kafalılıkla suçlar “siz çürümüş insansınız […] eski ruhsunuz!” (296). 

Bu sebeple, Ayarcı’nın temsil ettiği şekliyle “günün, asrın adamı” olarak bugünü meşrulaştırmak adına hafızayı, deneyimi ve aklı gerektiğinde gözden çıkaran o tersinemez, çizgisel zamanda ilerleme çabası hicvedilir. Bu kapsamda değerler de tersine döner: “Siz tecrübe kelimesinin hakiki manasını bilmiyorsunuz. Tecrübe sahibi demek, yıpratılmış olmak, muayyen hudutta ve muayyen fikirlerde donmuş olmak demektir. Bu cins insanlardan hiçbir zaman hayır gelmez.” (332) der Ayarcı iş alımı aşamasında. İrdal’ın SAE için kibritten yaptığı “acayip ve şüphesiz gülünç ve berbat” makete tepkiler yeninin sadece yeni olmasından ötürü sevildiğini, eskinin ise sadece eski olmasıyla kötülendiğini gösterir: “Bir dostum günlerce gazetesinde ‘Yeni, başından sonuna kadar, akıl almayacak kadar yeni! Yaşasın yenilik!’ diye bağırdı. Bir başkası, ‘Kokmuş ve klasik şekillerden ayrıldığımız için’ bahtiyar olduğumuzu söylüyordu.” (384). Kısacası yeninin, modernin, bugünün adamı olarak Ayarcı’nın kurduğu realite başka tür bir realitedir. Meselesi geçmişle değildir, geçmişi değiştirdiğinde bile bunu şimdiyi daha yaşanılabilir yapmak için kullanır. Bunun sonucunda ortaya çıkan tam manasıyla absürttür, her şeyi ters bir mantık içine sokar ve böyle olduğu ölçüde de gerçeklikten kopuktur: “Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tâyin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar?” (247). Tanpınar, böyece Ayarcı’ya yeninin savunusunu yaptırarak ve İrdal’la olan karşılaşmalarında bu savunun abesliğini, akla ve mantığa tersliğini tüm ihtişamıyla göstererek yeninin dayandığı görüşü hicveder. 

Ancak bu yergi bir bütün olarak tüm topluma yöneltilir, çünkü ‘şimdide olanlar’ geçmişten kopuk olduğu kadar ‘mazide kalanlar’ da şimdiden kopuktur. Tam olarak modernleşememiş toplumun sembolik olarak anlatıldığı en önemli kısım Şehzadebaşı’ndaki kıraathane yaşantısıdır. Moran, bu kısımda Tanpınar’ın Türk toplumunun Tanzimat’tan sonra iki uygarlık arasında bocalayışını ele aldığını belirtir, bu manada eski ile yeni arasında bölünmüş bir halk portresi ortaya konulur. Tanpınar buradaki yaşantıyı donmuş, uyuşmuş, hayat dışı kalmış bir döngüsellik olarak anlatır. Buradaki ‘uysal kalabalık’ Tanpınar’ın gözünde ‘şakadan bir alem’in üyeleridir, önemli meselelerin basitleştirildiği, alalede olan seviyesine indirildiği, yeninin ancak bir şakanın parçası yapıldığı müddetçe varolabildiği, her meselenin bir ‘kaçış, kurtulma vesilesi’ olduğu bir yerdir burası (141). Ayarcı’nın ağzından şöyle değerlendirir burayı Tanpınar “Muasır zamana girememiş olmanın şaşkınlığı içinde yarı ciddi, yarı şaka, tembel bir hayat!” (140). Burada hayata dair her şeyin, ciddi konular da dahil olmak üzere (tarih, siyaset, Bergson felsefesi, Aristo mantığı vb.) konuşulması ancak bunların gerçek bir manası olmaması, yalnızca ’hayatı uyuşturmak için’ icat edilen meseleler olması önemlidir (136) çünkü hayatla ilişkili gibi gözükseler de aslında olabildiğince kopukturlar. Bu özellikleriyle bir aldatmacadır, buradaki yaşantı bir sayıklamaya benzer, “Topluluk halinde rüya görüyorlar.” (139) der Doktor Ramiz. Ayarcı, kıraathane insanlarının durumu için “Hayat, kendi şeklini yaratmazsa böyle olur” (140) der, burası modern zamanın getirdiği değişim karşısında belirsiz bir yerde durur, bir yaratım gerçekleştirmez. Hayatı teğet geçen bu ortam ile Tanpınar bir yandan değişimin kaçınılmaz olduğuna da işaret etmiş olur. Çünkü kıraathane içerisinde, konuşulan, önlerine yığılan hiçbir şeyi “asıl kendi çehrelerinde tanımamıza imkan yoktu” (147) der İrdal- ki benzer bir cümleyi aynı şekilde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün oluşturduğu yaşam biçimi için de kullanacaktır: “etrafımdaki her şey ters ve tanınmaz bir mantık içindeydi” (255). Benzer şekilde Ayarcı, zamanı büyük oranda ‘çalışma’ ve ‘yaratım’ perspektifinden görmesine ve bunlar arasında direk bir bağlantı kurmasına “Zaman felsefesi […] Zaman, yani çalışma felsefesi” (226) rağmen, bu konudaki ısrarının yoğunluğuyla eşit ölçüde boş, gereksiz, saçma ve hiçbir anlam üretmeyen, gerçekte hiçbir işlevi olmayan bir Enstitü kurar- ki bu da kitapta beliren aldatmaca hallerinden bir diğeridir. Enstitüdeki bu durumu İrdal şöyle açıklar: “Bir işim vardı fakat yapacağım iş yoktu […] İnsanlarla, hayatla hiçbir alakasını bulamıyordum […] Daha ziyade bir masala benziyordu.” (238).  Benzer şekilde “etrafımıza zaman şuuru vereceğiz” (259) amacıyla yola çıkan Enstitü içerisinde zaman anlayışı sloganlaşmıştır, binanın kendisi bir saat kopyasıdır, çalışanlar saat gibi otomatiklerdir ve birimler saatin parçaları olarak adlandırılır. Kısaca, dikkat çeken şey şekilciliktir, insanlara ‘zaman şuuru’ kazandırmaktan, anlam üretmekten uzaktır.

 

Frans Hals, Portrait of a Man Holding a Watch, 1643.

 

Bu durum, Tanpınar’ın modernliğin kurulması sürecinde yeni yaşam biçimlerini Türk toplumun kendisinin yaratması gerektiği kanısı (Moran 305) ile ilişkili okunabilir. Çünkü başkalarının aydınlanmasının sonuçları taklit edilerek, bir bakıma onların ‘zamanına’ dahil olmaya çalışılarak aydınlanmanın gerçekleşemeyeceğini düşünür (Dellaloğlu 90). Oysa romanda Batı gibi olmaya çalışan toplum yerilir ve ne kendisi olabilmiş ne de modern olabilmiş olmasından doğan abesliği saptar. Bu manada modernlik geçmiş, gelenek ve hafızayla bir hesaplaşma gerektirdiği ölçüde bugünü, yani modern olanı, geçmişe ‘göre’ de inşa etmeyi içerir (Dellaloğlu 86-87). Bununla ilişkili olarak, SAE’de Tanpınar, şahsiyetin kaynağı olarak hafızayı işaret eder “belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yani hafızanın ambarındaki maskelerin zenginliği ve tesadüfü, onların birbirleriyle yaptığı terkiplerin bizi benimsemesidir” (47). Hafıza, hem birey hem de toplum için ‘kendilik’ bilinci getiren bir değer olmasıyla ve kendiliğin de ancak gerçeklikle hesaplaşmayla mümkün olması Tanpınar’ın Türk toplumunun batılılaşmasında eksik gördüğü noktalar olarak belirir. Tanpınar’da zaman, kültür, kimlik meseleleri işte bu şekilde birbiri içerisine girer: romandaki sosyal içerikli zaman kavrayışı Turan Alptekin’in belirttiği gibi tarihsellikle ilişkilidir, çünkü “kültür, bir tarih ve dolayısıyla bir ‘zaman’ olayıdır”.

Tanpınar, toplumsal bilinçte ortaya çıkan bu ikilik halinin geçmişin şimdinin içinden kavranmasıyla çözülebileceğini düşünür (Kahraman 619). Bu anlayış ifadesini romanda “mazi ve istikbalini halin arasından gören” Ayarcı’nın zaman kavrayışında bulmakta gibidir. Buna ek olarak, İrdal bize Ayarcı’nın hayatı bir bütün olarak mütaala ettiğini söyler. Tanpınar, bu gibi kısımlarda sanki kendi zaman anlayışını da bir nebze ortaya koyuyor gibidir. (Yazının daha önceki kısımlarında Tanpınar’ın Ayarcı dolayımıyla yeninin eleştirisini yaptığı belirtilmişti. Bu sebeple Ayarcı ile Tanpınar’ın zaman kavrayışlarının birbirine paralel olduğu önerisi bir çelişki gibi durabilir. Ancak bu noktada Tanpınar’ın Ayarcı’yı tamamen bir sahtekar, tümüyle ‘kötü’ bir karakter olarak kurgulamadığını da belirtmek gerekir. Yer yer- örneğin kıraathane halkının analizinde olduğu gibi- Ayarcı mantıklı ve Tanpınar’ın da onaylayabileceği nitelikte şeyler söyler***). Dellaloğlu,  Tanpınar’ın ‘tekamül’ fikrine önem verdiğini, yani gelişimin, ilerlemenin, modernliğin ancak bir süreç olarak, olgunlaşma ile olabileceğine dair inancını belirtir ve bu sebeple Tanpınar için modernliğin ancak ‘süre’ ile inşa edilebilecek olduğunu anlamış bir düşünür olduğunu söyler. Süre kavramı ile Bergson mekanik ve ölçülebilir olan zamana karşı tüm öznelerin kendilerine ait olan bir zamanı, süresi olduğunu belirtir. Bu sebeple homojen olan dışsal zaman (le temps) nesnel, objektif ve bu sebeple aynılık üzerine kurulu iken heterojen olan içsel zaman (le duree) öznel, subjektik ve bu sebeple farklılık üzerine kuruludur. Öznel bir sürece işaret eden bu ‘zaman’ anlayışı belirli bir öznenin, bu durumda toplumun, yaşam şekli ile uyuşan, bu sebeple de objektif ve herkesi aynı zamana maruz bırakan bir zaman anlayışından farklı bir anlayış ortaya koymaktadır. Bu fikir, SAE’de Ayarcı’nın sözlerinde karşılığını bulur: “Terakki saatin tekamülüyle başlar […] Saat zamandır, bunu düşünmemiz lazım!” (259).

 

Tanpınar geçmişin şimdiye olan sürekli etkisini temelde İrdal’ın geçmişin varlığını yoğun olarak hisseden bir karakter olarak karakterizasyonunda, ve ‘yeni’ ile ‘modern olanın anlatımını geçmişten anıların anlatımı yoluyla gerçekleştirmesinde, yani romanın yapısında gözler önüne serer. 

**Bu noktada hafıza meselesi önemlidir. Çünkü olması istenen gerçekliğin ve bilincin oluşturulmasında devreye girer: hatırlananlar kadar hatırlanmaması tercih edilen şeyler belirler bu gerçekliği. Bu şekilde Tanpınar tarih meselesini şimdiden yazılan ve şimdi için yazılan özelliği ile objektiflik problemini Ramiz’in ağzından sorunsallaştırır. 

***Bu öznel zaman anlayışı Tanpınar’ın saatlerinin insanlarla olan ilişkisinde de görülebilir. Sahiplerinin mizaçlarına göre saatlerin ‘yürüyüşlerini’ değiştirdiklerini söyler (15) “gün dediğimiz zaman bütününü onunla (sahibiyle) beraber bütün olup yaşayan saat, ister istemez sahibine temessül eder, onun gibi yaşamağa ve düşünmeğe alışır” (16). Benzer şekilde, başka bir kısımda Nuri Efendi saatin ayarının insan olduğunu belirtir (33).

 

KAYNAKÇA

 

Alptekin, Turan. Ahmet Hamdi Tanpınar Bir Kültür, Bir İnsan. İletişim Yayınları. İstanbul, 2008. S 58. 

Belge, Murat. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü Üzerine”. Birikim Dergisi. Ekim 2020. 

Belge, Murat. Sanat ve Edebiyat Yazıları II. İletişim Yayınları. İstanbul, 2019.

Dellaloğlu, E. Besim. Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi. Timaş Yayınları. İstanbul, 2021. 

İmamoğlu, Tuncay. “Ahmet Hamdi Tanpınar’da Süreklilik ve Değişim”. 2003. https://atif.sobiad.com/index.jsp?modul=makale-detay&Alan=sosyal&Id=AWf8NjAPHDbCZb_mREyD  

Kahraman, Hasan Bülent. “Yitirilmemiş Zamanın Ardında: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Muhafazakar Modernliğin Estetik Düzlemi”. Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar Üzerine Yazılar. İnci, Handan; Uçman, Abdullah. 3F Yayınevi. İstanbul, 2018. https://turuz.com/book/title/Bir+Gul+Bu+Qaranliqlarda-Tanpinar+Uzerine+Yazilar-Abdullah+Uchman-Handan+Inci-2008-897s 

Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I. İletişim Yayınları. İstanbul. 

Tanpınar, Ahmet Hamdi. Saatleri Ayarlama Enstitüsü. Dergah Yayınları. İstanbul, 2013.