İris Şentürker

Ayşegül Yazı Yazıyor

Piyanist. Türkiye’deki lisans eğitiminden sonra İngiltere ve Fransa’da lisansüstü eğitimlerini tamamladı. Birçok yarışmada derecesi olan sanatçının, üç albüm çalışması bulunmakta ve ulusal/uluslararası birçok festivalde hem solo hem de dünyaca ünlü müzisyenler ile paylaştığı oda müziği konserleri devam etmektedir. Doktor öğretim üyesi olarak MSGSÜ’de piyano ve oda müziği dallarında eğitim veren sanatçının, günlük yaşama dair gözlemlerini esprili bir dille kaleme aldığı yazıları bulunmaktadır.

Bir yerde okumuştum: “Çocukken okuduğunuz, kendinizi özleştirdiğiniz karakterlere büyüdüğünüzde benzersiniz.” Bunun gerçeklik payı olduğuna inanıyorum. Ben hiç prenses olmadım, prensesçilik oynamadım. Ne annem ne babam beni prensesim diye sevdi, hayatım boyunca da bu tabiri duymadım. Çocukken özendiğim hiçbir prenses de olmadı. Külkedisi kıvamında yaşamak çoğu kadının kaderi galiba. Onca işe, koşturmaya, çabalamaya ayaklarımız şişiyor herhâlde, bizi prenses yapacak o ayakkabıyı hiç giymedik. 

Kız çocukları masal dünyası dışında bebekleriyle oynamayı çok severler ve en sevdiği oyuncakların arasında en önde bebekleri gelir. Boy boy, sarı, kızıl, kahve, siyah, kıvırcık, düz, kısa uzun saçlı, kırmızı yanaklı, ağlayan, yürüyen, şarkı söyleyen, hatta su içirdiğinde çişini bile yapan tombul bebeklerden herkesin koleksiyonunda birkaç tane vardır. Bu gerçek bebek tipindeki oyuncaklara alternatif olarak bir de son zamanlarda filmi ile de fenomen olmuş; sıfır beden, sarı saçlı, mavi gözlü (daha sonraki yıllarda farklı renkte saçlı olanları da çıktı), hokka burunlu, bronz tenli malum oyuncak bebekler de mevcuttu. Bana da annem bu bebekten bir tane almıştı, başka da istemedim, pek de bu tipteki oyuncak bebeklere ilgim olmadı. Çok popüler olan bu bebeklerin yüzündeki aynı gülümseme, incecik fizikleri, süslü püslü kıyafetleri ve topuklu ayakkabılarıyla tekdüze bir havaları vardı benim için ve hâlâ da fikrim değişmedi. 

Bu saydığım özelliklere sahip bebeklerin dışında da çok bebeğim olmadı, birkaç tane gerçekçi büyük oyuncak bebeğim vardı o kadar. Onun dışında hep bisikletim, peluş oyuncak hayvanlarım, plastik çiftlik hayvanları, bahçecilik, mutfak gereçleri, müzikle alakalı oyuncaklarım oldu. Okumayı okula gitmeden önce öğrenmiştim. 

Küçükken okumayı en sevdiğim çocuk kitapları arasında da Ayşegül serisi vardı. Orijinal adı Martine olan karakterin yazarı Gilbert Delahaye, çizeri ise Marcel Marlier olan bu kitapların her birinde farklı bir konu işlenirdi. Bu yıl doğum günümde ablam bana serinin tamamını hediye ettiğinde yaşadığım mutluluğu anlatamam. Bugüne kadar aldığım en güzel hediyelerden biriydi diyebilirim. Kitaplara tek tek bakarken şunu fark ettim ki ben ne kadar Ayşegül’müşüm. Özgür, eğlenmeyi seven, maceracı, hayvanlara, denize, doğaya tutkun. Ayşegül ile sarı yağmurluğu, beyaz bisikleti, siyah beyaz kedisi, köpeği, evindeki eşyalara kadar ne kadar benziyoruz. Çocukken o hikâyeler, kitaptaki çizimler beni ne kadar etkilemiş ki sayfaları her çevirdiğimde kendimden bir şeyler buldum. Yelken, bisiklet, orman, doğayı korumak, tüm hayvanları sevmek, sevgi dolu ve şefkatli olmak, kediler, köpekler, çiçekler, yılbaşı, yemek yapmak, resim yapmak, çello çalmak, gezmek, seyahat etmek, keşfetmek, arkadaşlarla eğlenmek; bir karakter beni ailemin dışında nasıl da şekillendirmiş. 

Ayşegül doğal bir karakterdi, Ayşegül öncelikle bir çocuktu. Hastalanan, üzülen, hatalar yapan, hatalarından ders çıkaran, paylaşmayı bilen ve paylaşmayı seven, keşfeden, çalışan, yardım eden, çabalayan, deneyen ve vazgeçmeyen. Onun önceliği güzel olmak değildi, kadın olmak, şık olmak veya zengin olmak. Ayşegül koşuyor, oynuyor, spor yapıyor, hayvanları besliyor, çiçek ekiyor, sanatla ve sporla ilgileniyordu. Çocuk olmanın güzelliğini, masumiyetini, doğal olmanın, asıl önemli olanın kişiliğimiz olduğunu ve çevremize karşı nasıl davranmamız gerektiğini, sevgi dolu olmayı, denemekten hiç vazgeçmemeyi ve hayatın tadını çıkartmayı öğretiyordu bize. 

Her ne kadar bir hayal ürünü de olsa Ayşegül veya Ayşegül gibi karakterler bizlere örnek alınacak güzel kişiler oldular. Ayşegül gerçek olsaydı hangi mesleği seçerdi bilemem ama onun gibi olan veya onu örnek alan kız çocuklarının çalışkan, üretken, çevresine duyarlı, hedeflerinden ve hayallerinden vazgeçmeyecek bireyler olduklarına ve olacaklarına inancım sonsuz. Bir erkeğin kanatları altında değil, kendi kanatlarıyla uçacak kadar özgür, dünyasını sadece dış görünüş ve maddiyat üzerine kurmayan, kendi ayakları üzerinde duran kızlar. 

Kızlara büyüdüklerinde hep mutlu, hep gülümseyen, sürekli bakımlı, sürekli makyajlı, şık ve incecik tek tip kadınlardan olması gerektiğini aşılayan, gerçeklikten uzak pembe renge bulanmış bir dünya sunan oyuncaklara ve karakterlere karşıyım. Bilinçaltımıza yerleştirilen bu imaj ne yazık ki kalıplara uymayanların özgüvenlerini yerle bir eden, komplekse sokan bir hayal kırıklığı getiriyor. Büyürken güzellik anlayışı şiddetinden ben de nasibimi fazlasıyla aldım. Kırk beş yaşıma geldiğimde bunu ne kadar sorgulayıp kendimi telkin etsem de hâlâ içimde bunun savaşını veriyorum. Son zamanlarda bu kalıpları yıkmaya çalışan harika kadınları gördükçe cesaretim daha da artıyor. Çalışan, çabalayan, okuyan, araştıran, eğlenen, gülen, kalıpları ve ön yargıları yıkan, sınır tanımayan, cesur, çalışkan, özgür, hakkını arayan, ayakları üzerinde duran her kadın eşsiz ve güzeldir; kız çocuklarının gelecekte olmak istedikleri örnek alınası, muhteşem kadınlar.