“Bahar temizliği” diye bir kavram vardı çocukluğumun babaanne-dede, halalar, amcamın ailesi ile birlikte yaşanan kalabalık evinde. Üç kuşağın bir arada yaşadığı evimizde, hiçbir şey zaten çok düzenli değilken, bahar temizliği öncesi daha da karışırdı ortalık. Soba sökülüp kaldırılacak, soba dumanından islenmiş duvarlara mutlaka boya badana yapılacak, bir de en önemlisi tüm eşyalar, dolaplar, çekmeceler bir bir ortaya dökülecek. Önce her şey bir karışacak, dağılacak, gözden geçirilecek, ayrıştırılacak, atılacaklar kenara konacak, temizlenmesi gerekenler elden geçecek, en önemlisi de galiba, neyimiz var neyimiz yok tekrardan hatırlanacak. Sonra her şey bir bir yerini bulacak, kalanlar kalacak, gidenlerle vedalaşılacak, kimileri parlatılıp dolaplara kaldırılacak, belki naftalinlenecek, kimileriyse zamanı geldiği için başköşede yerini bulacak. İsmi gibi aynı. “Bahar temizliği”, yeni bir başlangıç, tomurcuklanma, canlanma, dirilme zamanı. Tıpkı kış boyunca toprak altında uygun ışığı, ısıyı bekleyen tohumların çimlenmesi gibi.

“Dağılmadan toplanmaz” derdi büyüklerim. Şimdi eskisi gibi bahar temizlikleri olmasa da her mevsim geçişinde, her taşınmada, her yenilemede, her yenilenmede, ne zaman dağınıklık gözümü korkutsa, “Ah galiba toparlanamayacağım, ne zaman düzene girecek bu ev/iş/hayat?” diye paniklemeye başlasam kendi kendime tekrar ederken bulurum “Dağılmadan toplanmaz” cümlesini.

Aslında, “Ne zaman düzene girecek bu ev/iş/hayat” derken, sinyalini vermişimdir diye düşünüyorum sadece fiziksel dağınıklıklardan bahsetmediğimin. Bazen evin, ofisin, arabanın bagajının, şifonyerin çekmecesinin, el çantasının, bilgisayarımızın kontrolden çıkan masaüstü dosyalarının dağınıklığı kadar hatta ondan bile fazla bedenimizin, zihnimizin, duygularımızın dağınıklığı da oturur hayatımızın merkezine. Hepimizin hayatında vardır böyle dönemler. Öncelikle normaldir. Şöyle bir durmaya, hiçbir şey yapmama, toprağın altındaki tohum gibi zamanını beklemeye çokça ihtiyacımız ve hakkımız vardır.

Sonrasında ise fırsattır. Bedenimizden, zihnimizden, yüreğimizden öylesine, kendiliğinden, doğası gereği ortalığa saçılanlara, şöyle bir durup bakmak, sadece bakmak ciddi bir iştir. Kim bilir belki halının altına süpürülmüş döküntüler, dolabın arkalarında sıkışmış beş yıldır hiç giyilmemiş eski bir kazak, kütüphanede arkalarda unutulmuş bizi en çok etkileyen kitap, iletişim bilgilerini kaybettiğiniz eski bir arkadaşınızın kartviziti ya da bulaşık makinesinde yıkanmaktan desenleri yıpranmış, üstelik takımı da bozulmuş o eski tabak gibi fark edilmek için tam da bahar temizliğinin öncesini bekliyordur kırık dökük ilişkiler, parlatılması gereken hayaller, göz ardı edilmiş bedensel sinyaller…

“Ölü Ozanlar Derneği” filminde çok etkilendiğim bir sahnede, öğretmen Mr. Keating (Robin Williams) aniden bir masanın üstüne çıkıp öğrencilerine, hayata bir de oradan bakmayı tavsiye eder. Her şeyin dışından, daha bir yukarıdan, farklı bir açıdan… “Tam anlamıyla dağıldım, dağınıklıktan bunaldım ya da dağınıklıktan korkuyorum” diye düşündüğümüz anlarda Mr. Keating gibi yapabilsek, sanal bir masanın üstüne sıçrayıp dağıldığını düşündüğümüz parçalarımıza, bizim parçalarımıza, bizim gerçekliğimize farklı bir boyuttan bakabilsek, kendi baharımıza daha bir taze, daha bir çiçekli, daha bir tam da zamanında uyanmaz mıyız?

2021’e veda ederken, hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı yaklaşık iki yıllık pandemi dönemi için de bu çerçevede bir şeyler söylemek geliyor içimden. Umuyorum ve gönülden diliyorum ki her şeyin dağıldığını, döküldüğünü, darmadağın olduğunu düşündüğümüz bu dönem de dünyamız, insanlık, canlı cansız tüm varlıklar için dinlendiği, kendini gözden geçirdiği, olumlu anlamda değiştiği, dönüştüğü, ‘dağılarak toparlanan’ yeni, güzel fırsatlarla dolu bir geleceğin başlangıcı olsun.