Biraz insan, çoğunlukla deli.

Ben çocuktum daha. Cenazelere götürülmez daha çok düğün yolcusuydum. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim ki bir dönem cenazeye gitmek düğüne gitmekten daha benceydi.

 

Hayal meyal hatırladığım ilk düğün, amcamla teyzemin düğünü olmalı. Ama akabindeki birçok düğün de aynı konsepte sahipti. Bir önceki jenerasyona yetişemediğim için yedi gün süren düğünler değil üç gün süren düğünlere muhatap olarak başladım düğün gözlemlemeye. Hatırladığım bu ilk düğün versiyonu benim köy düğünü diye adlandırdığım versiyon. Köy yerinde cuma ikindi namazından sonra akşama yaklaşırken davul ve zurna çalmaya başlar. İnsanlar da halaya… Cuma gecesi hatırladığım kadarıyla damat için kına gecesi organize edilir. Cuma gecesi bir saatten sonra davul ve zurna susar; cumartesi gününe geçilir. Cumartesi günü sabahın ilk saatlerinde çalmaya başlar davul ve zurna. Akabinde ya da eşzamanlı büyük kara kazanlarda düğün yemeği denen et ve sebze içeren yemeklerle pilav yapılır. Bu kazanlar o kadar karadır ki dışına dokunulduğunda elinize bulaşır karalığı. Cumartesi günü hâlâ erkek tarafının evinin önünde çalınır davul ve zurna. Cumartesi gecesi damat evinin önünde davul zurnaya devam edilirken kadınlar, kız tarafının evine gider ve gelin için kına gecesi adı verilen çeşitli geleneksel goygoyu yerine getirir.

 

Ertesi gün yine cumartesi gibi başlar. Ancak öğlen, güneş tam tepedeyken biter davul ve zurnanın sesi damat evinin önünde. Davulu ve zurnayı bir kamyonetin arkasına tıkıştırıp eldeki bütün arabalarla konvoy halinde adına gelin alma denen bir geleneksel goygoyu da tamamlamak için koca koca insanlar yolda fosil yakıt tüketir. Sonra gelin evinde kapı tutma, sandığa oturma, yok efendim arabaya çökme gibi türlü şaklabanlıklardan kendini kurtaran gelin ve damadın önünü yolda bir de para isteyenler keser. Bu cendereden, birbiriyle kavga etmeden sıyrılabilen çiftimiz damadın evine konvoyun önünde gelir. Akabinde biraz daha davul ve zurna çalınır. Ve final olarak damadın az katlı evin damına çıkıp çocuklara şeker atması ile bütün bu geleneksel goygoy sona ermiş olur.

 

Tam bu sıralarda şehirde… Hatırladığım ilk örneği dayımın düğünü olabilir. Cuma gecesinden çalmaya başlar çalanlar. Ama yemek meselesi nasıl hallolur asla hatırlamıyorum. Yine de pazar günü biter. Çalmaya başlayan şey davul zurna değil, yanlış anlaşılmasın. Bir bateri seti, bazen bir org ekseriyetle elektro bağlama. Bu türü hızlı geçeceğim çünkü kaset teknolojisi gibi çok ara bir formdu. Yarı kentli yarı köylü.

 

Bu düğünlerin yoğunluğu ile birlikte ortaya çıkan düğün salonu adlı mekânlar var bir de. Aynı gün 10 düğünün bir arada yapılabildiği başkalarına ait saraylar. Buradaki en yaygın gittiğim konsepti anlatacağım. Zira buralardaki saatler fiyat farkı anlamına gelebilmektedir. Hatta bazı düğün salonları düğün salonu işletmenin yanı sıra bir de halı saha işletirler ki o da bambaşka bir yazı konusu. Salon düğünlerinde akşam 18:00’de damat ve gelinin ebeveynleri ve aile üyeleri kapıda karşılamacılık oynar. Misafirler içeriye tıka basa tepiştikten sonra samandan bir tık önce tahtadan bir tık sonra anlamına gelen masalara otururlar. Masaların nasıl olduklarını fark etmezler çünkü masaların üzerine ve sandalyelere giydirilen takım yaldızlı örtülerle bir kalite yakalandığını düşünürler.

 

Asıl kalite yiyecekler geldiğinde ortaya çıkar. Önce içinde kabak çekirdeği ve leblebinin yoğun bulunduğu, yerfıstığına dahi hürmeten ulaşılabilen çerez tabakları gelir. Ha bu arada, masada bardaklar ve su her daim mevcuttur. Çerezlerin herkesi oyaladığının var sayıldığı noktada çerez tabakları yerini yarısı kandil simidi hamuru ile yapılmış tuzlu kurabiyeler, diğer yarısı tatlı kurabiyelerle dolu tabaklarla değiştirir. Sonra gelin ve damadın gelmesini takip eden süreçte tabağa konmuş plastik çatalla birlikte yaş pasta gelir. Yaş pasta ile birlikte de sarı ve kırmızı kola. Evet, siyah değil çünkü sarının yanına yakışan en güzel renk kırmızıdır. Neyse kaldığımız yerden düğüne devam. Sarı ve kırmızının akabinde kapanış. Ama bu sadece yiyecek ve içecek kısmı içindi. Filmi biraz geriye sarıp insanların suntalara oturmasının akabinde müzik yayınından bahsetmek isterim. Her taraf alabildiğine ışıklı ama sahnede zerre ışık yok. Sahnede bir bateri seti, başında biri. Bir de elektro bağlama. Hoparlörlerden sadece kik ve kulakları delmek isteyen bir elektro bağlama. Belki de hâlâ bu sebepten sevemem elektronik müziği. Müzik dediğin akustik olmalı bence. Neyse dağılmıyorum daha.

 

Tabii bir versiyon da mevlitli düğün. Buna ilişkin aklımdaki tek veri ise yemekli olması, başka da bir veri yok. Bir de İstanbul’a geldikten sonra tanıştığım düğün yöntemleri var. Ama hepsi güncel olduğu için belki bir 20 yıl sonra yapabilirim onların goygoyunu.