1999 yılında İstanbul’da doğdu. Sanatla çok erken tanıştı, daha okula gitmiyorken bale yapmaya başladı. Düz yazı ve şiir yazmakla çocukluğundan beri ilgilenen Zeynep, 2012 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın düzenlediği çevre kirliliği konulu yazı yarışmasında İstanbul birincisi oldu. Sainte Pulchérie Fransız Lisesi'nden mezun olduktan sonra Özyeğin Üniversitesi'nde mimarlık bölümüne girdi. Lise yıllarında ise baleden mezun olup öğretmenlik yaptı. Yazmak ve çeşitli danslar dışında fotoğraf, resim ve heykel gibi tasarım ve sanata dair birçok ilgi alanı var. Renkli biri diyebilir miyiz? :)

Düşünüyorum.

Düşünüyorum.

Düşünüyorum.

Düşünüyorum.

 

Beni yakıyorsun bir diğerini yapmak için. Ya sonra? Diğerini yıkıyorsun beni dikmek için. Sonra tekrar deviriyorsun bir başkasını yükseltmek için. Göze hoş gelsin istiyorsun, beni andırsın istiyorsun bazen hatta. Uğraşıyorsun, didiniyorsun geri getirmek için ama yok oluyorum, yok oluyorsun benimle beraber hiç fark etmeden. Yalnız hissediyorsun kovuğunda. Hatta öylesine güçlü bir his ki bu, ışık almıyor bedeninin hiçbir ucu. Belki de yapayalnızsın gerçekten güneşten uzak. Bir sincap gelsin burnunun dibine diye hayaller kuruyorsun. Merhaba der gibi baksın, burnunu kıpırdatsın hafif ama hızlıca, ellerini bir şeyler anlatmaya çalışır gibi oynatsın istiyorsun anlamasan dahi. Çünkü sen bilmiyorsun o dili ama gene de ihtiyacın var benden birine. Ya da belki bir karınca gelsin istiyorsun kovuğunun kıvrımlı derinliklerinden. Ardından bir başkası ve bir başkası daha. Peş peşe doldursunlar bütün boş alanlarını ve arkadaşların dolsun içine istiyorsun. Ama yalnızsın. Hatta öylesine ki bunları düşündüğünü dahi bilmiyor ne bir sincap ne de bir karınca. Söylemedin henüz hiçbirine. Sahi, sincaplarla anlaşabiliyor muydun?

 

Düşünüyorum.

Düşünüyorum.

Düşünüyorum.

 

Beni kesiyorsun beni çok sevdiğin için. Önce rengim hoşuna gidiyor belki. Daha sonra dokum. Hatta örüntülerimi bile seviyorsun beni kestikten sonra. Sayıp sayıp doyamıyorsun boğumlarıma. Dokunup dokunup tatmin olamıyorsun kıvrımlarıma. Sonra bir daha kesiyorsun. Çünkü yetmiyor elindeki, yenisi lazım oluyor. Nasıl olsa çok var bizlerden, tıpkı sizden milyonlarca olduğu gibi. Ama yine de yetemiyoruz. Daha çok istiyorsun. Hayranlığın arttıkça daha da kesiyorsun beni. Kestikçe daha çok sevenim oluyor hatta. Daha çok bedene ulaşıyorum, daha çok gülüşe, daha çok heyecana değiyorum. Ama, ölüyorum.

 

Düşünüyorum.

Düşünüyorum.

Düşünüyorum.

 

Beni yetiştiriyorsun sıra sıra, bensiz yapamadığın için. Koca koca arazilerde uçsuz bucaksız benden dikiyorsun eşit aralıklarda, tıpkı askerler gibi. Çünkü bana ihtiyacın var, benim sana ihtiyacım olduğundan çok daha fazla hem de. Öylesine var ki bensiz yapamıyorsun, bana sensizlik daha iyi gelirken üstelik. Sen bensiz ölürken ben sensiz yaşama dönüyorum. Sırf yaşama döndüm diye kesiyorsun hemen sonrasında. Ve kaçan topunu yakalamış küçük bir çocuk gibi seviniyorsun. Ya da ilk avını yakalamış bir avcı gibi. Ölüyorum en sonunda. Bu sefer hiç beslemediği balığı ölmüş bir unutkan gibi üzülüyorsun. Neyse ki çok uzun sürmüyor yasın, unutuyorsun. Tıpkı beni öldürenin sen olduğunu unutman gibi. Nasıl olsa benden bir tane daha yetiştirebilirsin. Dediğimi yapıyorsun da, bensiz yapamadığın için, benden bir tane daha yaratıyorsun ya da yarattığını düşünüyorsun bana sahipmişçesine. Fakat öylesine unutuyorsun ki eski balığını, yeni ben de ölüyor.

 

Düşünüyorum.

Düşünmüyorsun.

 

Bırakmıyorsun beni yakmayı, dikmeyi, tekrar yıkmayı ve sonra ekmeyi, büyütmeyi, kesmeyi ve öldürmeyi. Sonra tekrar dikmeyi, kesmeyi, büyütmeyi, yıkmayı ve ekmeyi. Bırakmıyorsun beni düzene sokmaya çalışmayı, beni kendine benzetmeyi. Halbuki ben, sensiz daha iyiyim, senin bensiz asla yapamamana karşın. Bırak beni, dağınık kalayım.