Şiddetin ne çok ismi, kategorisi, sıfatı var: savaş, terör saldırısı, kadın cinayeti, katliam, nefret suçu… Bu sınıflandırmalara rağmen, şiddetin insan belleğinde oluşturduğu imgelere bakarsak eğer, birbirlerinden çok da farklı olmayan duygusal ve duyumsal etkilerini görebiliriz. Kişinin hayatının ne kadar uzak geçmişinde olursa olsun, bazı şiddet imgeleri belleğin karanlık köşelerinde kopuk ve parçalanmış halde sabit kalırlar. Fakat bu imgelerin bellekte birikimi, imgenin yarattığı duygusal etkilerin baskılanmasıyla sonuçlanır. Bu fenomene psikolojide “duyarsızlaşma” deniyor. Adını duyduğum an, zihnimi yıllardır kurcalayan kişisel bir sorunun teşhisini koymuş oldum kendime. Bir hissizleşme sorunu…

 

Çocukluk: İlk İmgeler

Duyarsızlaşma, bireyin ilk kez karşılaştığı ya da hazırlıksız yakalandığı sarsıcı bir uyarana karşı hissizleşme sürecini tanımlıyor (Lehman, 2010). Gerçek hayatta tanık olunan şiddet kadar, televizyondan, filmlerden, oyunlardan hatta şarkı sözlerinden maruz kalınan şiddet ögeleri de zihinde yer ediyor. Duyarsızlaşma teorisine göre duyguları harekete geçiren içeriklere defalarca maruz kalmak bir alışkanlığa sebep olduğu için içeriğin aslen yol açtığı olumsuz duygusal tepkileri azaltıyor. Mesela şiddete şahit olmanın yol açacağı nabız artışı, terleme gibi tepkilerde azalma oluyor (McMurtry, 2008). Şiddete duyarsızlaşma süreci daha çocukken başlayıp, ergenlik ve gençlik yıllarının ötesine taşınıyor ve şiddet içerikleri bütün yaş gruplarını etkiliyor (Lehman, 2010).

ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, 15 yaşından küçük çocukların yüzde 50-70’i gerçek hayatta şiddete maruz kalıyor veya tanık oluyor (Cisler vd.’den aktaran Mrug vd., 2015). Yine pek çok genç gerçek hayatta olmasa bile medya üzerinden şiddete şahit oluyor. 18 yaşında bir genç, filmlerden ve televizyondan yılda ortalama 6000 şiddet eylemine tanık oluyor (Browne ve Hamilton-Giachritsis’ten aktaran Mrug vd., 2015).

 

Eylül 2001

Yaş: 6

Ailemle arabadayız. Kısa bir hafta sonu seyahati dönüşü sanıyorum. Virajlı yollarda kıvrıla kıvrıla gidiyoruz. Arkadan radyo sesi geliyor. Babam arabayı kullanıyor. Annem ön koltukta. Ben ve ablam arka koltuktayız. Sağ tarafta oturuyorum. Camdan dışarı bakıyorum. Arabanın camı biraz yüksekte kalıyor. Yine de manzarayı az buçuk seyredebiliyorum. Hava kapalı ve sisli. Gri sisli yollara bakarken radyoda son dakika haberleri çıkıyor. Belki de radyo hep açıktı. Spiker heyecanlı bir sesle konuşuyor. Uzak bir şehirde bir uçak, bir gökdelene çarpmış. Şehri bilmiyorum. Annemle babamın konuşmalarını dinliyorum. Şaşkınlar. Sonra ikinci bir uçak. Annem “Nasıl olur?” diyor. “Aynı kaza iki kere nasıl yaşanır?” Radyoda olayın detaylarından bahsediyorlar. Ben annemle babama bakıyorum. Dikiz aynasında babamın gözlerini görüyorum. Düşünceli.

 

 

2002

Yaş: 7

Gazetede siyah beyaz bir robot resim var. Uzun yüzlü, ciddi bakışlı bir adamın yüzünü çizmişler. Adı: Ümraniye Sapığı. Herkes Ümraniye Sapığını konuşuyor. Televizyonda konuşuyorlar, evde konuşuyorlar, gazeteden okuyorlar. Sapığın ne yaptığını bilmiyorum ama “Ümraniye” ismi aklımda kalıyor. Hiç sevmiyorum, korkuyorum duyunca.

Aynı yıllarda yine bir gazetede karikatür gibi bir resim var. Renkli bir çizim. Dikkatimi çekiyor. Denizden, çöp konteynırlarından kesik bacaklar çıkartıyorlar. Hatta kayığından olta atan bir balıkçı bulmuş birini. İstanbul’da oluyor olay. Sanki bulmaca gibi. Veya bir dedektiflik oyunu. Resme bakıyorum, inceliyorum. Cinayetleri çözmek için. Sonra “Kesin Ümraniye Sapığı yapmıştır,” diye geçiriyorum içimden.

 

 

Kasım 2003

Yaş: 8

İstanbul’da bir bankada bomba patlamış.

Yine İstanbul… Şubat ve yaz tatillerimizin şehri. Ben ve annem evimizdeyiz. Kilometrelerce uzaktayız İstanbul’dan. Televizyonda haberler var. Spiker konuşuyor. Ambulans sesleri geliyor. Haberler devam ederken dayanamayıp odama gidiyorum. Ablam okulda o saatlerde. Oda bana kalmış. Beş kapaklı gardırobumuzun aynasında kendimi seyrediyorum ağlarken. Dakikalarca izliyorum. Gözlerim kızarmış. Kendi kendime konuşuyorum. Sanki basına açıklama yapar gibi. Ağlıyorum. Konuşuyorum. Sorup duruyorum: “Bunu nasıl yaparlar?”

 

Mart 2008

Yaş: 13

Mutfakta küçük tüplü televizyonumuz var. Yemek yerken haberleri izleyelim diye. Havanın karanlık olduğu bir vakit. Televizyonda haberler açık. Irak’ta savaş var. Amerikalı bir asker yavru bir köpeği ensesinden yakalamış ve birden uzaklara fırlatıyor. Gülüyor bir yandan sanki. Video kalitesiz bir telefon kamerasıyla çekilmiş. Bir dakikadan az sürüyor. Belki sadece birkaç saniyelik. Ama defalarca aynı videoyu gösteriyorlar. Köpeği ensesinden tutuyor ve fırlatıyor. Sonra yine aynı görüntü, yine aynı görüntü, yine aynı görüntü.

 

 

 

Neden duyarsızlaşırız?

İnsan hakları organizasyonlarının çoğu, insanların dünya üzerinde olup biten haksızlıkları gördükten sonra bu durumu düzeltmek amacıyla harekete geçecekleri varsayımı üzerine kuruludur. Fakat günümüzde çoğu zaman bilmek, harekete geçmeyi beraberinde getirmiyor (Seu, 2003, s. 186). Hatta tam aksine, fazla sayıda bilgi, detay ve uyaran şiddeti sıradanlaştırıyor (Seu, 2003, s. 189). Bu sıradanlaşmayla ortaya yeni bir kavram çıkıyor: merhamet yorgunluğu. Bu kavram, “korkunç olayların, acı çekmenin ve sefaletin manzaralarına fazla alışınca, bu manzaraları fark edemez hale gelmek” olarak tanımlanıyor (Tester’dan aktaran Seu, 2003, s. 189). Merhamet yorgunluğu birkaç psikolojik kavramın birleşmesinden oluşuyor. Bilgi bombardımanı, yani nitelik ve nicelik bakımından zihinsel algı kapasitemizi aşan uyaranlar toplamı, bu psikolojik kavramlardan bir tanesi. Bir diğer kavramsa normalleştirme. Bir zamanlar dayanılmaz olarak tanımlanan şeyler, artık normal kabul ediliyor. İnsanlar üzerindeki eski etkilerini, aşinalık yüzünden kaybediyorlar (Seu, 2003, s. 189-190).

 

Temmuz 2014

Yaş: 19

O zamanlar odamdan çok çıkmıyorum. Üniversite sınavı geçmiş ama yoğunluk devam ediyor. Sınav sonuçları, taban puanlar, sıralama, tercihler… Mutfaktan su almak için odamdan çıkıyorum. Babam mutfakta haber bültenini izliyor. Akşamın geç saatleri. Gazze’de bir kumsal bombalanmış. Kumsalda futbol oynayan çocukları bombalamışlar.

Elimde bir bardak su, televizyonun karşısında dikilip kalıyorum.

 

 

Eylül 2015

Yaş: 20

Denizlerden geçmeye çalışan Suriyeli aileler var haberlerde. Bütün bu haberlerin en üstünde bir fotoğraf var. Kumsalda bir çocuk bedeni. Bütün Türkiye, Avrupa, dünya bu fotoğrafı konuşuyor. İnternette aratıyorum fotoğrafı. Üstüne yazılmış, çizilmiş, ağlanmış. Uzun uzun bakıyorum…

Birkaç yıl sonra, üniversitenin son senesi, medya derslerinden birinde haber yazma pratiği yapıyoruz. Haber Yunanistan’daki bir mülteci kampındaki zor yaşam şartları. Önümüzde madde madde bilgiler var. Rakamlar, istatistikler, kısa birkaç kişisel hikaye. O maddelerden uygun olanları seçip, doğru cümleler kuruyorum dikkatlice. Kelime sayısını doldurunca ödev tamamlanıyor.

 

Duyarsızlaşma bir savunma mekanizması mıdır?

Psikanalitik teoride kişi zihinsel bir denge arayışındadır (homeostaz). Zihin, düzenleyici bir aparattır ve kişinin içsel ve dışsal taleplere uyum sağlayarak, bu denge haline gelmesini amaçlar. Bunun için en temel kural sıkıntıdan kaçınma ve haz arayışıdır. Zihin, sıkıntıdan kaçınma görevini gerçekleştirebilmek için çeşitli savunma mekanizmaları kullanır. Savunma mekanizmaları kişiyi rahatsız edici ikilemlerden kurtarır. Bu açıdan bakıldığında duyarsızlaşma şiddete tanık olan bireyi, açığa çıkacak olan güçlü duygu ve duyumlardan korur (Seu, 2003, s. 188).

 

Aralık 2016

Yaş: 21

Beşiktaş’ta ablamla yaşıyoruz. Evimize inatla televizyon aldırmadım. Baya direndim almayalım diye. Ablam da kabul etti. Bilgisayarına uydu kablosu takıp sabah haberlerini izliyordu.

Bir gün okul çıkışı bir arkadaşımla Karaköy’e gideceğiz eğlenmeye. Dedim ki, bizim eve gidelim. Giyinip, süslenip Karaköy’e geçeriz taksiyle. Okulun servisine bindik. İnönü Stadı’nı, Dolmabahçe’yi geçtik. Beşiktaş’ta indik. Oradan otobüsle Dikilitaş’a geldik. Eve yürürken bir marketten abur cubur bir şeyler aldık. Eve varınca kendimize bir kahve yaptık. Bisküvi, çikolata bir şeyler yiyoruz. Bir yandan dedikodu yapıyoruz. Çok mutluyuz, akşama eğlence var.

O sıra yerin altından bir gümleme gelip uyandırdı bizi. Camlar titredi. Ben cama koştum. Genelde biri silah atıyordur diye camlara çıkmam bir ses duydum mu. Ama silah değil bu. Dolmabahçe’den üstümüze doğru uçan kuşları gördüm. Binlerce kuş geçti tepemizden.

Telefonum çaldı. Ablam arıyor. “Biz Ümraniye’deyiz. Bir gümleme oldu. Neredesin? İyi misin?”

Sonra bir sarsıntı daha. Diğerinden daha az şiddetli. Yine de eminim, bir şey daha oldu.

Yok. Deprem değil bu…

Çocukken uzak yerlerden gelirdi bu haberler. New York’tan, başka kıtalardan, büyük şehirlerden, televizyondan, radyodan, gazete kupürlerinden…

Şimdi, kuş uçuşu birkaç dakika öteden.

 

Savunma mekanizması teorisi aynı zamanda bir sorumluluktan kaçış mıdır?

Şiddete karşı duyarsızlaşmanın ortaya çıkardığı tepkiler pek çok şekle bürünebilir: Üzüldüğü için haberleri dinlemeyi reddetmek, kötü hissettiği için kafasını başka tarafa çevirmek, işkence görselleri görmemek için hayvanlara yardım derneğinden gelen iletileri engellemek gibi… Şiddete duyarsızlaşmayı psikolojik bir savunma mekanizması olarak düşünerek birey, ahlaki sorumluluklarından sıyrılır. Sorumluluğu fiziksel ve zihinsel mekanizmaların üstüne yükler. Bu mekanizmalar ise kişiden bağımsız, otomatik şekilde ortaya çıkarlar. Kişinin ahlaki ve sosyal sorumlulukları konu dışında kalır (Seu, 2003, s. 193). Bu noktadan değerlendirildiğinde, toplumdaki şiddet sorunlarının büyük ölçüde devam ediyor, hatta artarak kontrolden çıkıyor olmasının temel sebeplerinden biri bireylerin şiddete duyarsızlaşması ve bu duyarsızlaşmayı kontrol edilemez olarak algılamalarıdır. Böylece şiddet ve duyarsızlaşma ikilisi kısır bir döngüde birbirini kovalar.

 

Mart 2021

Yaş: 26

Biri, “77 kadın ölmüş bu sene” diye bir mesaj göndermiş bana. Altına da bir internet sayfasının bağlantısını eklemiş. Tıklayıp açıyorum. Ben tıklayıp açana kadar bir kadın daha ölmüş Türkiye’de. 78 yazıyor. Dijital anıt diyor sayfanın başında. Çok ilginç geliyor. “Ben bunu nasıl görmedim daha önce,” diyorum. Sayfayı kaydırıyorum aşağı doğru. İniyor, iniyor… Sanki bitmeyecek gibi satırlar. Küçük küçük yazılmış kadın isimleri. Bir satırda 14-15 tane isim var. Bazılarının soyadları yok; bazılarında “İsmi Bilinmiyor” yazıyor. Birkaç tane isme rastgele tıklıyorum. Hiç duymadığım isimler. İzlemeyi senelerdir reddettiğim haberlerde geçmiş isimler. Arama çubuğunu bulup öldüğünü bildiğim bir kadının ismini yazıyorum. 2015 yılında ölmüş. 6 sene olmuş. Zaman nasıl geçmiş?

Sonra kendi adımı yazıyorum arama çubuğuna. Bir adaşım çıkıyor sonuçlarda.

4 yaşında bir çocuk.

 

 

KAYNAKÇA

Lehman, C. M. (2010, October 27). Desensitize This: Opinion: The Harvard Crimson.

Retrieved from https://www.thecrimson.com/article/2010/10/27/desensitization-such-

state-world/#:~:text=In modern society, desensitization is rife.&text=The implication

here is that,the subject matter in question.

McMurtry, R., Curling, A., & Ontario. (2008). The review of the roots of youth violence:

Volume 5. Toronto: Government of] Ontario.

Mrug, S., Madan, A., Cook, E. W., 3rd, & Wright, R. A. (2015). Emotional and physiological

desensitization to real-life and movie violence. Journal of youth and

adolescence44(5), 1092–1108. https://doi.org/10.1007/s10964-014-0202-z

Seu, B. I. (2003). ‘Your stomach makes you feel that you dont want to know anything about

it’: Desensitization, defence mechanisms and rhetoric in response to human rights

abuses. Journal of Human Rights, 2(2), 183-196.