Türk Dili ve Edebiyatı mezunu. Şiir ve öykü yazmayı seviyor. Geçici bir sıhhi tesisat işinde çalışıyor. Gelecekte Ünlü bir yazar olmak istiyor.

Küçük bir mezrada doğdum, sadece aynı kandan olan insanların olduğu bir mezra. Elektrik, yol, hastane, okul gibi temel ihtiyaçların olmadığı bir mezra. Beş yaşımdan öncesini hatırlamıyorum, yedi yaşıma girdiğimde ilçeye taşıdığımızı hatırlıyorum. İlçeye taşınmamızdaki sebepleri de hatırlıyorum. Küçük bir çocuğun kulaktan dolma kıyamet tarifini kendi gözlerimle görmüştüm. Büyük bir kavga, bana göre dünyanın sonu kimsenin sağ kalamayacağı amansız bir savaş. Silahlar, sopalar, taşlar, kadınlar çocuklar, hayvan sürüleri, kocaman sakallı esmer adamlar, her şey birbirine karışmıştı. Kırmızı rengiyle o zaman tanışmıştım. İlk taşıta binme deneyimini de o zaman edinmiştim, beyaz bir kamyonun arka kasasıydı.

 

İlçeyi daha çok sevmiştim, daha çok insan vardı ve daha az kavga vardı. Okula gidecektim, amca çocuklarından başka arkadaşlarım olacaktı, köydeyken büyüklerin haftada bir geldiği çarşıya istediğim zaman gidebilecektim. Okul için kimlik çıkarmaya gittik ailece, önce annemle babamın resmi nikâhı kıyıldı, sonra bize kimlik çıkarıldı. Abimin ismine de bir ilave yapıldı, Azat ismi olmaz demiş yetkili, Azatcan olmalı, yoksa kimlik verilmez. Büyüyünce öğrendim ki çoğu insanın isminde değişiklik yapılıyormuş, kendinden olmayanı kendine benzetmek içinmiş, yoksa kendinden olmayan sevilmezmiş onların dar dünyalarında. İlçemiz çok farklıydı, kozmopolit bir topluluktu. Kürt, Türk, Azeri bunun yanında Şii ve Sünni mezhepleri, rengârenk bir ilçe. Keşke masum olsaydı bu renkler, çocukluğumda gördüğüm kıyametin soyut halini görüyordum, çocukken sadece kırmızı rengi vardı şimdi rengârenk. Mezarlıklar farklı yerlerde, mahalleler keskin sınırlarla ayrılmış, ibadethaneler farklı, düğünler farklı, çocuklar birbirine düşman ama dışarıdan kardeşçe yaşayan bir ilçe. Sevgi kelimesi yazısız kanunlarında yasak, kendinden olmayan sevilmez, çok sev ama kendinden olanı sev politikaları vardı.

 

İlçeden kurtulmak için, insana insan olduğu için değer veren, insan olduğu için seven bir yere gitmek istiyordum. Tek çaremin ise üniversiteyi kazanıp bu nefret dolu ilçeden kurtulmak olduğunu anladım. Çalışıp, uğraştım ve istediğimi elde ettim. İstanbul’a gidiyordum, her dinden her ırktan insanın olduğu, küçük dünya olarak gördüğüm şehre gidiyordum. Burada özgürlük, barış, sevgi ve arzuladığım tüm evrensel ahlak temellerini bulacağımı sanıyordum. Beklediğim gibi olmadı sanki geçmişte gördüklerimin bir üst leveli; siyasi çatışmalar, cinsiyet çatışmaları, ekonomik sorunlar, çeteler, mafyalar, yankesiciler, katiller ve sayamadığım bir sürü kötülük. Hayatım boyunca hep kendimi kandırdım, bir ütopya düşündüm, hep sevgiyi bekledim, beklediğim onca yıl sadece zaman kaybıymış. Sevgiyi beklemek yerine sevseydim belki onca olumsuzluğun içinde çok güzel şeyler de görebilirdim.