1981 yılında Almanya’da doğdu. Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi ve Göç Çalışmaları bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Akademik ilgi alanları, göç, göçmen sanatı, göçmen eğitimi ve İngilizce Eğitimi. Farklı kurum ve uluslararası konferanslarda İngiliz dili eğitimi ve ve göç çalışmaları üzerine sunumlar yaptı ve eğitimler verdi. Çalışmalarına benzer alanlarda devam etmektedir.

Göç, insanlık tarihi kadar eskiye dayanan bir olgudur. İnsanlığın ilk çağlardan bu yana farklı gerekçelerle hareket hâlinde olduğu ve kendine değişik mekânlarda yeni yaşamlar kurguladığı görülür. Göçün başlıca nedenleri içinde siyasi karmaşa, ekonomik koşulların yetersizliği, savaşlar ve küresel iklim krizi sayılabilir. XX. yüzyılın başlangıcından günümüze gelinceye değin gelişen teknolojinin de etkisiyle yeni bir boyut alan sosyal medya ve diğer kitlesel iletişim araçları, büyük ölçüde küreselleşmiş günümüz dünyasını daha da akışkan bir zemin hâline getirerek göçü tetiklemiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti tarihi bağlamında göç olgusuna ana hatları ile bakılacak olursa farklı büyük kitlesel göç dalgalarıyla dolu bir süreç yaşandığı görülecektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye ve Yunanistan arasında din esas alınarak yapılan nüfus mübadelesi sonucu, Anadolu topraklarındaki Rumlar ve Yunanistan’daki Türkler karşılıklı olarak zorunlu bir göç hareketi yaşamışlardır. Bu topluluklar; duygularını, emeklerini ve tüm yaşanmışlıklarını bir daha asla dönemeyecekleri evlerinde bırakıp yeni bir yaşama sürüklenmişlerdir. Elde kalan ise dilden dile dolaşan yol hikâyeleri, geride bırakılan toprakların hüznü, ayrışan coğrafyalara ve dinlere rağmen bir dolu ortak değer…

  1961 yılında Almanya ile yapılan sözleşmeyle binli sayıları bulan gastarbeiter (misafir işçi) göçü, zaman içinde beklenmedik bir boyut alarak günümüz Almanya’sında milyonlara ulaşan Türk diyasporasını oluşturmuştur. İsviçreli yazar Max Frisch’in (1965) de şaşkınlıkla dile getirdiği gibi oraya giden sadece işgücü değil, insanlar olmuştur. Yıllara yayılan bu büyük göç dalgası; eve dönüp sevdiklerini orada bırakanların, eve dönmeyi isteyip de dönemeyenlerin, ailelerini oradaki iş kazalarında kaybedenlerin ve geldiklerinde kendi vatanlarına yabancılaşan bireylerin hikâyeleri ile tarihe damgasını vurmuştur. 

2000’li yıllara gelindiğinde ise gittikçe artan oranda geneli akademisyen, sanatçı, yazar, doktor ve mühendislerden oluşan nitelikli göçmenlerin siyasi ve ekonomik sebeplerden dolayı bu coğrafyayı terk ettikleri (brain drain-beyin göçü) gözlemlenir. Öte yandan Ortadoğu’da süregelen siyasi karmaşa sonucu milyonlarca mültecinin ülkemizde “geçici koruma statüsü” altında yaşam arayışı… Böylesi çarpıcı bir göç hareketi ile karşı karşıya kalınan bir ülke ikliminde siyasetçilere düşen ise sürdürülebilir ve akılcı göç siyasetlerinin ivedilikle hayata geçirilmesidir. 

Ev, mekânsal bir boyuttan ziyade bir duygu durumudur. Eve atfedilen kalabalık duyguların derinliği, kalmak ve eve dönmek arasındaki çizgiyi ince olmaktan çıkarır. Ev; kimi için savaşmadığı ve güvende hissettiği, atasından ve ailesinden gelen köklerin olduğu, kimi içinse köklerinden kopuk olmayı tercih edip gerçekçi bağlar kurabildiği; kendini özgürce ifade edebildiği ve cinsel tercihlerinden dolayı yargılanmadığı bir yaşam alanıdır. Bazı göçmenler için evdeki bavul, bir dönüş umuduyken bazıları için bulundukları yerde oldukları gibi kabul görmek büyük bir umuttur. Bazıları içinse bulunulan mekân bir Araf’tan ibarettir. Jane Birkin’in “Living in Limbo” (Araf’ta Yaşamak) şarkısında ifade ettiği gibi: Bir sonraki durak bir şeylerin olacağı yer, toplan, yerleş ve yeni yüzünü ortaya çıkar, valizinde ne var? 

Öte yandan, kalmak ve eve dönmek arasındaki çizginin ölçüsü, göçmenin valizinin ağırlığı ile doğrudan ilintilidir. Eve dönmeyi düşünen bir göçmen, artık hafif bir valiz taşımaz. Yeni yaşam alanında gördüğü, yaşadığı ve edindiği tüm bilgi ve birikimler onun valizindedir artık. O, yepyeni bir kimliğe sahip bambaşka bir bireydir ve bu, mekândan bağımsız, geri dönüşü olmayan yepyeni bir yoldur aslında. 

Her bir bireyin göç deneyimi eşsiz iken ulus devletlerin de farklı göç siyasetleri olduğu düşünüldüğünde göçün disiplinlerarası sayısız soruya yanıt aramaya çalışan karmaşık yapısı da bir kez daha zihinlere kazınır.