Suya girip çamura bulanmakla geçiyor bazen insan ömrü. Akıp giden nehirlere gömülü zamanın dibindeki taşları ceplerimize doldurup, yeraltında yeni duraklar inşa ediyoruz kendimize. Yarım kalmışlıklarının üzerine güneşin örtülmesini beklerken; failleri göğüs kafesinde sıkıştırarak eskitilmiş güzel anıların gıyabında bir çaresizlik hissidir ki bu kendi küçük karanlığında zehrini salar zihnime ve dört duvar dünyanın ortasında, milyarlık insan kalabalığının arasında bir başıma kalmış gibi hissederim. Sonra kendimi tutamaz; karanlığa fener tutacak olan umudun yerini gecenin kör uykusunda bir kâbusa bırakmasını, sayılmış zamanın dilimlenerek ve her geçen gün biraz daha küçük düşürerek çekilmesini bir hayat üzerinden, insanın topraktan gelmesi üzerine olan inancını ve ona gidecek olan yolun gayretinde neleri kaybettiğini düşünürüm. İçinde açlığa çare bulunduran bir kazanın devrildiği zaman eski kıymetini yitirmesi gibi, ellerin yavaşça çekildiği diyarlarda taşın altında ezilen toprağın kendi kokusundan vazgeçmesi gibi pek çok yitik hisler sarar ruhumu. Kendimden gördüklerimi de katıp peşime bir kızıl zamanı ortadan ikiye bölmek isterim mümkün olmayacağına inandığım halde. İnancımdaki güç önüme bırakılanların eksikliğinde yaldızlarla süslenmiş vazgeçiş geçitlerinde gizli tutar varlığını. Suyunu sızdıran kabın kölesi olunduğu zamanda insan, vazgeçişi tek yol sayıyor kendisine.

Bir kâbusun ortasına uyandığım gecede göz ucunda birikmiş birkaç damlanın yüklendiği ağırlığı sallandırmaya başlıyorum pencere önünde. Ağızda yarım sigara, karşımda kapkara bir dördüncü duvar. Başıboş bırakılmış sessizlikte gişesiz bir gölge oyunudur bu düşünce, rüzgâra karşı durabilme çabasıdır. Gelecek günlerde karanlığa ışık, çaresizliğe ekilecek umut tohumlarının avuçtan kayıp gitme isteğinde, bilinmezlerin ötesinde bir yerde derdin devrileceği günü beklerken farkına varamıyor insan geçip giden zamanın onu her yıkamasında ve boşluğa çarpan her tokadında bir şeylerin yitip gittiğinin. Yitirilen hislerin ardından eksikliklerime ayna tutuyor ve tanınmaz halde buluyorum kendimi. Ayağa kalkmak isteseydi eğer; kendi ellerinden tutabilir miydi insan? Üzerine basıp geçse hayatın, dalgalanan zamanı bir okyanus gibi bölebilir miydi ortadan ikiye? İmkânsızın dahi yakınından geçmez sanırım; çünkü kolaya alıştırılan insan o yoldan bir daha ayrılamıyor ve uzak yolların tabelasını düşürmüyor önümüze hayat.

Samimi gelmeyen kültürlerde örülmüş paslı zincirler izin vermiyor çoğu zaman kırlangıç geçmeyen evimin kapısından uzaklaşmaya. Yolumu bulsam da bazen küçük kırıntılarla, ışığı bulamıyorum karanlıklarda. Sudan çıkmış balık gibi çırpınıyorum her sokağa çıktığımda, kaçınılması gereken bir kalabalık içerisinde çığ uğultusu bağdaş kuruyor sokak önlerine. Onlarca bina, yüzlerce pencere üzerime yürümeye başlıyor sanki. Her yer yeniden inşa ediliyor; eski acıları toprağa gömüyor, yenilerine yer açıyor ve daha sağlam duvarları arasına yeni insanlar alıp duruyor. Bir tek benim evim kalıyor eski bir anının boşluğunda. Görmüş geçirmiş, suç işlemiş de kurşuna dizilmiş, ötekileştirilmiş fakat yine de direnmiş gibi. Harabeliği, rutubeti duvarlarına sindiriyor ve bir tek benim evim kalıyor. Sokağa dökülmüş asfaltın altında çocukluğum, dört duvar arasında yaşama hevesim kalıyor. Her gece son günüymüş gibi geliyor ama hiç geçmiyor ve buna direnmeye devam ediyor. Attığım her adımda sırtımı yokluyorum. Tutunup zincirlerimden derdime yaslıyorum kendimi. Gecenin yarısına karışan sokak lambalarının cızırtılı sesiyle birlikte freni boşalmış bir kamyon gibi yokuş aşağı bırakıyorum kendimi. Her yalpalayış beni biraz daha yaklaştırıyor evime. Yürüdükçe ter damlaları düşüyor enseme hayatımın geçmiş günleri gibi. Gözlerim yere çakılıyor ve insanların gözlerine bakamıyorum. 

Çünkü içinde yitirmişliği taşıyan insanlara acıma duygusu ile dikilen gözlerde ciddiyetin esamesi okunmuyor çoğu zaman. Yeryüzü cehennemine açık çağrıdır bu aslında gölgede bırakılanlar için. Fark edilemez ve dışarıda bırakılır uyum içine kendini kelepçelemiş toplum tarafından. Keskin bir bıçağın sırtında devrilir kazan ve bu açık yaralardan sadece birinin yansıması olur hayatım.

Oysa yaşam dediğimiz damarda gezen incecik bir çizgi; üzerinde durabilen kabul görürken, yere düşen niçin öteki?