Gamze Haklı Geray

Koca Evrende Bir Nokta

İstanbul’da doğdu. Uzun yıllar insan kaynakları yöneticisi olarak çalıştı. “Dissonance or Harmony” isimli ilk kitabı, 2018 yılında Amazon’da İngilizce olarak yayımlandı. Serkan Parlak editörlüğünde hazırlanan ve Günce Yayınevi’nin yayımladığı “Cemil Kavukçu Öykücülüğü - Kasabadan Kente Doğru” isimli çalışmada, Cemil Kavukçu’nun iki öykü kitabı analiziyle yer aldı. Oggito, Edebiyat Haber, Ecinniler dergisi, Dönüşüm ve Edebiyat Nöbeti’nde denemeleri ile kuramsal yazıları; Notos, Son Gemi dergisi, Edebiyat Haber, Trendeki Yabancı ve Oggito’da öyküleri yayımlandı.

Şimdilerde çokça konuşulan bir konu iklim taahhütleri. Kimi zaman geçici bir eğilim, insana dair basit bir heves olarak kalmasından korkuyorum. 1990’larda karmaşıklık teorisiyle ilgili çalışan Stuart Kauffman, “evrendeki evde olmaktan” bahsetmişti. İşte o ev, bizim evimiz, bir nokta ve üzerinde yaşadığımız gezegenimiz.

Binlerce yıldır ilerleme başlığı altında gerçekleşen pek çok uygulama dünyayı kendine zarar verebilecek noktalara ulaştırdı. İklim istikrarı bozulmaya yüz tuttu. Bu gerçek, yerkürenin farklı köşelerinde küçük büyük yüzlerce örnekle bize yüzünü gösteriyor artık. İnsan bencil bir varlık. Kendi çatısına, yaşadığı alana zarar gelmedikçe, yumurta kapıya dayanmadıkça, felaketin eli kendi kapı koluna ulaşmadığı sürece ses çıkarmaz. Ama iklim konusunda yumurtanın kapıya dayanması geç kalındığının göstergesi. Fiziksel belirtiler artık dikkatlerden kaçamıyor.  İklim de tutarsız oldu, ne zaman nasıl tepki vereceği belirsiz. Değişken sıcaklıklar, sele dönüşüveren masum yağmurlar, beklenmedik şekilde yükselen havadaki nem ve kurumuş nehirlerle ilgili haberler okuyoruz. Yüzyıllardır yeşil kalmış bölgelerin sararmış görüntüleri ekranımıza düşüyor.    

İnsan sadece nefes alıp vererek ve temel gereksinimlerini karşılayarak mutlu yaşayabilir mi? Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde basamaklar açıkça belirtilmiş. İlk birkaç basamakla tatmin olmak birey için yeterli mi? Bütünle uyumlanarak dünyadaki amacın keşfedilişiyle anlamlanır ancak hayat. Doğanın muhteşem bilgeliğinin gündelik yaşamla iç içeliğini kavramak için yepyeni bir algı düzlemine ihtiyacımız var. Bunu ne kadar erken anlayabilirsek o kadar gelişebilir, kendi denklemimizi çözebilir, etrafımıza faydalı olabiliriz.

Ancak dünya şu anda net sıfır denklemini henüz çözememiş durumda. Sera gazı emisyonlarını sıfırlayacak hazırlıklar başlangıç noktasında. Kabul etmeli çok boyutlu, karmaşık bir denklem bu. Halbuki elimizde yenilikçi buluşlara kaynak olabilecek güneş, hava, rüzgâr ve yerçekimi kuvveti var. Küresel ısınmayı sınırlandırmak için Birleşmiş Milletler iklim anlaşmaları 2050’ye kadar net sıfır emisyonunu hedefledi. Belirlenen orana ancak küresel ekonomi neredeyse tüm sektörlerini bütünsel dönüştürebildiği takdirde ulaşılabilir. Bu nasıl mümkün olacak?

“Kendi çevrenizin yazarı olmalısınız. Sadece kıyafetleriniz ve odalarınız değil, yaşadığınız binanın çehresi de size ait” demiş çevreyle ilgili çalışmalar yapan ressam mimar Friedensreich Hundertwasser. Ev dediğimiz dört duvar bir çatıdan ibaret bir mekân değil.  Dünyanın da tavanı ve tabanı yok mu? Evimizin sağlığı ve huzuru için ne yapıyoruz? Bugün ve gelecekte iyi olma hâlimizi etkileyecek iklim taahhütleri derhal uygulamaya geçirilebilecek ayrıntılı planlarla desteklenir, söylemler somut çabalara dönüşürse anlamlı. Konuyla ilgili dünyada epeyce teorik çalışma yapılıyor, makaleler, kitaplar kaleme alınıyor. Bunlardan maksimum düzeyde yararlanılmalı.

Net sıfır emisyon hedefleri dendiğinde kalbim başka çarpıyor. Her düzlemde yapılacak çok şey var. Devletlerin, kurumların, bireylerin sorumlulukları ağır. Otelinin, restoranının, evinin kaldırımlarını hortumla dakikalarca yıkayanları nazik şekilde uyardığımda, “Bu kadar su harcamayla bir şey olmaz kaynak topraktan geliyor, yağmur mutlaka yağar” tepkisiyle karşılaşıyorum. Pek sık hem de. Doğaya her çıkışımda yerden sigara izmariti, plastik şişe ve çöp toplamakla geçen zamandan hiç bahsetmeyeyim. Kuyular, kaynaklar, nehirler pekâlâ azalabilir, kuruyabilir. Satın al-kullan-çöpe at yaklaşımına dayalı doğrusal tüketim modellerinden vazgeçmek, ürünleri mümkün olduğunca uzun süre kullanmayı, paylaşmayı, yeniden kullanmayı, onarmayı ve geri dönüştürmeyi hedefleyen üretim ve tüketim modellerine yönelmek suretiyle gezegenimizi bir nebze onarabiliriz. İsrafı minimuma indir, kullanmadığını gereksinim duyana ulaştır prensibiyle eskiye göz kırpan ama geleceğe sahip çıkan bakış açısına dönebiliriz.     

Elbette bir gün dünyaya veda etmek durumunda kalacağız. Hayatın kanunu bu. Ama sonuçta doğaya ve canlılığa zarar vermeden her günümüzü nasıl yaşadığımız, hayata kattığımız değer ardımızda bıraktığımız gerçek mirasımız olacak. Yoksa evrendeki evimizin bilinçsiz kiracıları olarak hep birlikte tarihe geçeceğiz.