Erenköylü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu. Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra çevirmen olarak çalışmaya başladı. "Bütün Dünya" ve "Elele" dergileriyle çeşitli firmalarda sözlü ve yazılı tercümanlık yaptı. Emekli olduktan sonra öykülerine daha fazla zaman ayırabildi. "Mavi Öyküler", "Her Zamanlı Kadınlar" ve "Gölgem Gölgelere Karıştı" adında üç öykü kitabı; ayrıca "Mavi Bebek Masalları" adında bir çocuk kitabı vardır. Kızı ve torunuyla birlikte hâlâ Erenköy’de oturuyor.

Can yoldaşımı, kırk yıllık arkadaşımı, kadim dostumu kaybettim. Ölüm yerine bu sözcük daha sevimli gelse de o öldü. Asıl gerçek bu. Kendimi zorlayarak alışıyorum yokluğuna. Birlikte açtığımız şişenin dibinde kalan son rakıyı kendi başıma içtim, bir yandan onunla konuşarak.

“Hülya’ların en güzeli sendin” dedim ona. 

Herkesten farklıydın, için için yanan bir közdün sen. Çiçek yaprağı gibi narin ve rengârenktin. Her meyhane dönüşü eve varınca ağlardın. Bize hizmet eden garsonun gözlerindeki hüznü sadece sen görür, tanımadığın o adamın acıklı yaşamını düşünüp, ağıt yakardın. Ben göremezdim senin gördüklerini. Duygularım hiç gelişmedi seninki kadar.

Yağmur olup tenime yağdığın bir gün kızın aradı. “Annemin doğum gününü kutlayacağız, beklerim” dedi. “Hoppala!” dedim içimden. Ama dışımdan, senden ayrılmanın acısını aynı benim gibi, belki de daha derin yaşayan birine “İyi düşünmüşsün canım, elbette gelirim” dedim. Telefonu kapatınca yine “Hoppala! Bir ölünün arkasından doğum günü kutlamak olacak iş değil” dedim.

Sonra düşünmeye başladım. Nasıl giyinmemi isterdin, siyah matem giysileri mi, bol renkli açık saçık hafif kadın elbiseleri mi? Ortası yok mu bunun? Anlaşıldı, yarı ciddi, yarı şaka giyinirim. Canım benim ne alayım sana? Saçmalama ölüye hediye alınır mı? Haklısın alınmaz ama pasta ve çiçek geldi aklıma, buna karşı çıkmazsın umarım…

Sen devam ettin yürüdüğüm yollarda birden karşıma çıkıp beni şaşırtmaya, rüzgâr olup saçlarımı karmakarış etmeye, uzaklardan bana seslenmeye.

Sonra o gün geldi. Eskiden kızınla birlikte oturduğunuz eve gelince tanıdığım bildiğim dünya düzeni kaymış gibi göründü gözüme. Ön bahçeye uzunlamasına bir sofra kurulmuştu. Yaşam boyu seninle olan dostların, iş arkadaşların, yakınların hepsi o masada toplanmış kendi aralarında neşeli ya da heyecanlı konuşmalara dalmış gibi görünmekte ve sürekli yiyip içmekteydiler. Ne dedikleri hiç anlaşılmıyor, sözcükler masanın üzerinde uğulduyordu. Onlara katılmak istemedi canım. Pastamı mutfağa bırakıp, aval aval etrafta dolaşmaya başladım. Mutfaktan sürekli tıka basa dolu kayık tabaklar, mezeler, rakı ve buz kovaları servis ediliyor, arttıkça artan uğultu ağaç dallarına kadar uzanıyordu. Seninle sakin konuşmalarımıza kulak veren aynı ağaçlar mıydı? Neredeydi her köşeden çıkıveren kediler?

Evin arkasına dolanıp kedilere bakmak istedim. Ev, ağaçlar, çimenler, saksıya diktiğin çiçekler, kediler hepsi buradaydı işte, senin yokluğundan hiç etkilenmemişti onlar. Arka kapıdan çıkıp her zamanki gibi onlarla ilgileneceğini sandım o an.

Ve arka kapıdan çıktın. Bir hayaldin sen. Gerçek kadar elle tutulabilir bir düş. Birdenbire seni karşımda görünce ağlamaya başladım. Sana sarıldım. Kollarımın arasında bir beden vardı inan. Şık giyinmiştin. Sanki biraz kilo vermiş, biraz da gençleşmiştin. Beni sevgiyle itip bedeninden ayırdın. Saçlarımı okşadın. Yüzüme dikkatle bakıp “Ağlama, üzülme canım benim, bak işte gene aranızdayım” diyerek beni teselli ettin. Kasılıp kaldım. Senin sesindi benimle konuşan hiç şüphem yok. Sonra elimi tutup sıktın avucunda “Misafirlere ayıp olacak, haydi gel birlikte masaya gidip onları selamlayalım” dedin.

İştahla şapırdayan ağızlardan oluşan masada yan yana yerimizi aldık. Sen her gelene teşekkür ederek onlarla kucaklaştın, hatta öpüştün. Ben hep yanında durdum. Elimi hiç bırakmadın. Bana kendimi özel hissettirdin. En çok sevdiğin bendim, anladım bunu.

O öldü. Nasıl aramıza geri dönebilir? Aklımı kaçırmamak için sürekli tekrarladığım soru bu. Masaya gülümseyen kadın Hülya olamaz. Belki de sadece bir oyuncudur. Rolünü iyi ezberlemiş ve iyi oynayan bir sanatçı bu. Hülya’nın hakkında bilmediği yok. Dersini çalışıp geldiği belli. Masada oturanları tanıyor ve eski anıları bir bir anlatıyor, aralarında dolaşarak onları ne kadar yakından tanıdığını ve sevdiğini belirtiyor. Yiyen içen bu iştahlı dostların hepsi ona hayran. Gülüşmeler, el çırpmalar, bravo sesleri yükseliyor uğultunun içinden.

Ama eğer gerçek Hülya burada olsaydı… O hiç böyle davranamazdı. Öncelikle bütün konuklardan daha çok içip çılgın gibi birinden ötekine koşar, sevgisini, heyecanını ve bütün güzelliğini sunardı onlara. Sarhoş olmaktan çekinmez, iyi bir ev sahibi olmanın gereklerini yerine getirmezdi. Onun yerine geçen bu ılımlı Hülya ise aklı başında bir konukseverdi. Gönül alma ve misafir ağırlama işlerini başarıyla sürdürüyordu. İşte bu olağandışı davranışlara (elbette Hülya için) kanmazdım ben. Kokusu bile yoktu. Yıllardır tanıdığım, bildiğim Hülya’nın kendi kokusu. Bana gösterdiği yakınlık sahteydi. Elimi tutması bile oyunun bir parçasıydı. Ama bu kusursuz benzerliği açıklayamıyordum. Elimi yukarı kaldırıp eline bakıyorum, tırnaklarına. Bu eller onun, yanılmadım, iyi tanırım ellerini. Ayaklarını görmek için eğiliyorum, evet onun ayakları. Rol yapmak için hazırlanmış hiçbir oyuncunun elinde ve ayağında böyle bir benzerlik olamaz. Demek ki bu Hülya ama neden farklı? Tanrım delireceğim, nedir bu fark bulamıyorum. O öldü. Bu kim? Algım beni yanıltıyor mu? Mantıklı bir anlatımı yok mudur bu olan bitenin?

Sımsıkı kavrayan parmaklar arsından zorla çekip alıyorum elimi. Korkuyorum ben bu Hülya olmayan Hülya’dan. Konuklar artık bahçeye yayılmış. İçki bardaklarıyla esrik dolaşanlar arasında bir ileri bir geri koşarak kızını arayıp buluyorum. O hâlâ mutfaktan çıkan kayık tabakları sofraya taşımakta. Tabağı elinden alıp hızla masaya bırakıyorum. Kolundan çekiştirerek evin arkasına, Hülya’yı ilk gördüğüm kapının önüne götürüp soruyorum.

“Nedir bu?”

“Ne nedir?”

“Bu farklı Hülya nedir?”

“Ha o mu? O bir simülasyon.(*)”

“O da ne demek?

“Özleyenler için yeniden canlandırdık.”

“Ama bu korkunç.”

“Yok be canım! Baksana herkes mutlu…”

 

                 *****

(*) Simülasyon: Benzetim, taklit