Emek ve emekçi gibi kavramlar, sadece 1 Mayıs gibi anma günlerinde aklımıza gelir oldu. Peki günümüzde bunlar ne ifade ediyor, geçmişte ne idi; şöyle bir inceleyelim.

İnsanları diğer hayvanlardan ayıran gelişmiş iletişim ve kolaborasyon gibi beceriler vasıtasıyla oluşan toplum (diğer bir deyiş ile, “medeniyet”) evrim sürecinin neticesinde, üyesi olan her bir bireye zaruri birtakım sorumluluklar ve ihtiyaçlar yükledi. Bir topluluk olarak yaşamaya ihtiyaç duyan insanlar, işbölümü yoluyla adeta tek bir organizma gibi hareket ederek hayatlarını idame ettirebiliyorlar. Bu sistemin her bir parçası, mevzubahis organizmanın hayatta kalabilmesi için bir çaba sarf ediyor/bilhassa etmek zorunda. Bu noktada insanların bir üretim yaparak topluma de facto katkı sunarken harcadığı çabaya, “emek” diyoruz.

İnsanın gerçekleştirdiği bütün fiziksel işler, haliyle emek kategorisi altında değerlendirilmeye müsait değil. Şayet ki topluma sağlanan bir katkı ve herhangi bir üretim işin içerisine giriyorsa; bu süreçteki harcanan güç ve çalışmaya ancak “emek” diyebiliyoruz.

Emeğin insanlık ve kültür nezdindeki anlamı tarih boyunca farklılık gösterdi. Örneğin; gelir eşitsizliğinin had safhaya çıktığı, toplumun radikal farkla çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıfın (işçi sınıfı, proletarya) hayat standartlarının yerlerde süründüğü on dokuzuncu yüzyıl Avrupasında emek kavramı üzerinden son derece etkili ve çarpıcı bir siyaset yürütüldü. Bu tartışmanın temel çıkış noktası: Herhangi bir ürün ortaya koymaktan, üretim pratiğinden uzak olan burjuva sınıfının; altlarında çalıştırdıkları yüzlerce işçinin emeği karşılığı elde edilen değeri haksız bir şekilde sömürüyor olmasıydı.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar olan dönem, emek ve sosyal sınıf kavramlarını bir kenara itti. İnsanlar, yüz yıl evvelki konjonktürde oluşmuş bir terminolojinin; reel siyasette bir yeri olmadığı ve ekonomik modelle örtüşmediği gerçeğini kabullendi. Vaktinde proletarya ve burjuvazi şeklinde –üretim sistemindeki pozisyon ile alakalı– yapılan ayrım, yerini “eğitimli sınıf” ve genel olarak eğitim çatısı altında toplayabileceğimiz birtakım normlara bıraktı.

Emek ve alınteri gibi kavramlar modern dünyada epey marjinal noktalara çekildi, kabul. Şirketler, kurumlar ve bürokrasi (establishment diyelim) sonsuz sayıda anlamsız, hiçbir üretim amacı taşımayan, ve herhangi bir “emek” tanımıyla zerrece bağdaştırılamayacak suni işler ve keza “orta sınıf” diye tanıdığımız yeni bir sosyal statü oluşturdu.

Dolayısıyla günümüz toplumunda emek ve emekçi sınıf üzerinden ilerleyecek olan retorik, gerçek bir karşılık bulmaktan çok uzak. Zira artık nadir örnekler haricinde, siyaset bu kavramlar üzerinden yürümüyor. Böylelikle; emek ve emekçi gibi kavramlar, başta söylediğim şekliyle “1 Mayıs gibi son derece sembolik” anma günlerine hapsolmuş vaziyette. Yakın zamanda da değişecek gibi durmuyor bu durum…