İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Bölümü mezunu ve çift ana dal yaptığı Sanat ve Kültür Yönetimi bölümünde son sınıf öğrencisi. Okumak ve araştırmak en çok sevdiği iki şey. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hareketi gibi konular ilgi alanlarının başında geliyor ve bunlar üzerine yazıp çiziyor.

Kadınlarla ilgili ne araştırsam sonunda hep yüzüme çarpan çok bariz bir gerçek var. Tarihimiz yok. Yüzyıllardır tarih yazımı erkekler tarafından yapıldığı için, toplumun yarısını oluşturan kadınları nasıl olduysa bu tarihe eklemeyi unutmuşlar (!) Tarih hep onların savaşları, barışları ve zaferlerinden ibaret… Bu nedenle çoğu alanda, bu sanat, bilim veya spor vs. olabilir hiç kadın yok. Evet. Hiç başarılı ve adı duyulmuş kadın yok ama neden? Çünkü çoğu evde! Kamusal alandan erkekler tarafından dışlanmış kadının savaşı da barışı da evde, yani en azından uzunca bir süre böyleymiş ve şimdi de tamamen bittiğini söyleyemeyiz. Madalyonun bir de diğer yüzü var. O da pek çok alanda ilk ve en iyi olabilmiş kadına yenilen erkeğin, ondan öcünü tarih yazımında alması. Ufak bir araştırmada bile çoğu konuda “ilk” olabilmiş kadının tarihe ilk olarak geçmediğini görürüz. Örneğin ilk kurmaca film yönetmeni erkektir, ama ondan bile önce film çekmiş bir kadın yönetmen sadece “ilk kadın yönetmen” olabilir, o da tarihe adı geçebilirse. Bütün bunların sonucunda kadınlarla, kadın olmakla ilgili bir şey yapacaksam güncel konu ve sorunların yanında, kadın tarihine de bakmayı ve oradan bir şeyler çıkarmayı önemsiyorum. Bu sayıda da temamız kadın olduğu için, hem Türkiye tarihinde hem de benim kişisel tarihimde önemli bir yeri olan bir kadından söz etmek isterim. Bu isteğim uzun zamandır vardı ama yakın zamanda olan bir gelişmeyle bu yazı farz oldu, bu gelişmeye de yazının devamında değineceğim ama önce kim bu kadın bir onu tanıyalım.

Feyturiye Esen, Türkiye’nin ilk kadın yönetmenlerinden biri. Sinemamızın başlangıç tarihiyle ilgili farklı görüşler olsa da yaygın görüşe göre bu, 1914 yılıdır. Bu yıldan başlayarak Türkiye sinemasında 1951 yılına kadar kadın yönetmen göremeyiz. 1951 yılında ise kadınların sinemada yönetmen olarak varlıklarını göstermeleri Cahide Sonku ile başlar. Ardından onu Nuran Şener ve Feyturiye Esen takip eder. Esen 1928 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun olur. Okuduğu sırada İsmail Esen ile evlenir ve bu evlilikten Hilal ve İclal adında iki kızı olur. Büyük kızı Hilal Esen dönemin çocuk yıldızlarındandır. Kızlarına ilk film teklifi geldiğinde bir yapım şirketi kurmalarının daha iyi olduğunu düşünüp Hilal Film’i kurarlar. Feyturiye Esen beş filmin yapımcısı olur ve birini de kendi yönetir. Hilal Esen sadece annesinin filmlerinde oynamaz, diğer filmlerde de rol alır. Hilal Esen’in oyunculuk yaptığı dönemde basında hakkında yalan ve yanlış pek çok haber çıkar. Ayrıca Feyturiye Esen yapımcılığa maddi olarak iyi bir durumdayken başlamış olsa da kocasının ölümü üzerine değişen koşullar ve kızı Hilal’i korumak amacıyla sinemayı bırakır. Sinemayı bıraktıktan sonra bir süre sonra otel işletmeciliği yapar. Hayatının son dönemlerine doğru da Milas’a taşınır. (*)

 

Ve işte bizim hikâyemiz tam da burada başlar…

 

3-4 yaşlarındayım, yan apartmanın bahçesinde arkadaşlarımla oyun oynuyorum. Bahçeye saçları bembeyaz bir kadın giriyor. Bir yandan eşyaları taşınırken, bana adımı soruyor, söylüyorum. Ardından büyüyünce ne olmak istediğimi soruyor, ben de o an içimde olan o masum insanları koruma içgüdüsüyle polis olmak istediğimi söylüyorum. Sonra ben ona adını soruyorum, o da bana pamukanne diyebilirsin diyor. Çünkü çok yüksek ihtimal adını telaffuz edemeyeceğimi biliyor. Niye bilmem ama tanıştığımız günü ve bu konuşmayı hiç unutmadım. Ailevi meselelerden dolayı o yaşlarımdan ya çok iyi anım yok ya da pek çoğunu hatırlamıyorum ama pamukanneyle olan anılarım hep çok güzel kalmış aklımda. O sadece benim değil, bütün mahallenin pamukannesi. Annemin bütün dertlerini dinleyen, bana en yakın arkadaşım kukiyi getiren ve terziliğiyle mahallede ün salmış pamukanne o. Hatta öyle ki babaanneme bir takım dahi dikmiş. Bana kukiyle hayvan sevgisinin tohumlarını atan, çatal bıçak kullanmasını öğreten, o zamanlar izlemeyi en çok sevdiğim birkaç programdan biri olan yemek programlarını; elektrik sobasını tezgâh gibi kullanıp canlandırmamı tekrar tekrar büyük bir sabırla izleyen de o. Ben de ne uyanıkmışım; yönetmene audition vermişim… Çok garip, uzun yıllar pamukanne diye tanıdığım, bir sürü anımızın olduğu komşumuzun eskiden bir yönetmen olduğunu yıllarca bilmedim. Ta ki o güne dek!

 

Lisedeyken bir gün teyzemle çocukluğumdan konuşurken pamukanneden konuyu açtık. O da bana laf arasında onun ismini ve eskiden yönetmen olduğunu söyledi. Çok şaşırmıştım, çünkü bırak yönetmen olduğunu ismini bile bilmiyordum, o sadece pamukanneydi benim için. Ardından biraz araştırınca çıkan çok az bilgiden gerçekten de yönetmen olduğunu hatta Türkiye’nin ilk kadın yönetmenlerinden biri olduğunu öğrendim. Üzerinden yıllar geçti ve bu konu sohbet aralarında anlattığım güzel bir anı olarak kaldı. Ardından hayat bu ya, üniversite hayatım toplumsal cinsiyet ve kadın üzerine merakım ve araştırmalarımla geçti.  Derken bir gün Semire Ruken Öztürk’ün yazdığı Sinemanın ‘Dişil’ Yüzü: Türkiye’de Kadın Yönetmenler kitabıyla karşılaştım. Kitapta pamukannenin de yer aldığını gördüm ama baskısı olmaması gibi sebeplerden uzun bir süre kitabı alamadım. Ardından bir dizi olaylar sonucunda bitirme tezimi Türkiye’deki kadın yönetmenlerle ilgili bir konu hakkında yazmaya karar verdim ve kitabı buldum. Kitapta pamukanneyle ilgili bölüme geldiğimde bu yazıyı yazmamı farz kılan şey oldu, yazının sonunu aynen aktarıyorum:

“Feyturiye Esen’e ev işlerinde bir yıldır yardım eden ve ona arkadaş olan genç İnciser İçer ve İçer’in küçük kızı, Esen’e bembeyaz saçlarından dolayı “pamukanne” adını takmışlar. Görüşme bitimi evlerinden ayrılırken pamukanne’leri hakkında İnciser İçer şunları söyledi:’ İyi ki hayatta pamukanne gibi insanlar var. Bir sorunum olduğunda, bu dar hayatta sıkıştığımda pamukanne hep yanımda oluyor, hep bana güç veriyor, destek oluyor, başka türlü çözümler buluyor.’ Esen seksen yaşına yaklaşırken başkalarının dünyasını da aydınlatıyor.”

 

Evet, alıntıdaki küçük kız benim. Bu satırları tam 20 yıl sonra -kadın yönetmenler üzerine bir tez yazmak amacıyla kitabı elime aldığımda- okumak bu hayatta tesadüf denen şeyin olmadığına beni bir kez daha inandırdı. Annem şu an benim olduğum ve bu yazıyı yazdığım yaşlardayken pamukannenin yanında bu röportaja tanıklık ediyordu, hayat çok garip. Bu kimileri için çok küçük bir ayrıntı olabilir, ama çocukluk bütün hayatımızı etkileyen bir dönem ve o zaman kurulan bağlar, yaşanan anılar üzerimizde hep iz bırakıyor. Bu yüzden herhangi bir kitap değil ama bu kitapta böyle yer almak benim için o kadar anlamlı ki. Kadınların tarihine böyle katkı sağlayan bir kitapta “küçük kız” olmak hoşuma gitti. Pamukanneyle anılmak da öyle…

 

Maya Angelou’nun çok meşhur bir sözü vardır. “Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış bile olsa, tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur.” Pamukanne ve o dönemki meslektaşı kadınlar amaçları bazen eşitlik olmasa dahi film çekme eyleminin kendisi ile ayağa kalkmış ve biz Türkiye’deki kadınların hayatlarına dokunmuşlardır. Sırf bu yüzden bile tüm alanlardaki kadın öncülerin tekrar tekrar hatırlanması önemlidir. Görülmeyen, reddedilen ve unutturulan tüm kadınların bir gün herkes tarafından bilinmesi dileğiyle…

 

 

* Sinemanın ‘Dişil’ Yüzü: Türkiye’de Kadın Yönetmenler, Semire Ruken Öztürk, Om Yayınevi, 2004.

Not: Pamukanne ile fotoğrafımız maalesef yok bu yüzden bulabildiğim çok az fotoğrafından birini ekledim.