İzmir ve Bodrum’da yaşıyor ve çalışıyor. Lisans eğitimini Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümünde 2005 senesinde tamamladı. Üniversite eğitimi sırasında dal derslerine ek olarak sanat dersleri almayı seçti. 2005’te üniversitede son sınıftan itibaren, aralarında Cavit Atmaca’nın bulunduğu farklı sanatçıların atölyelerinde eğitim almaya başladı. Eşit, aynı zamanda tekstil tasarımı ile de ilgileniyor ve bu doğrultuda iş birlikleri gerçekleştiriyor. 2008’den bu yana İzmir ve Bodrum’daki atölyelerinde çalışmalarını sürdürüyor.

Ceylan Eşit resimlerinde gerçeklik ve düş karşıtlığı içinde sezgilerini ön planda tutan figürlere odaklanıyor. Şiirsel metinler ve hikâyelerden etkileniyor. Mitolojiyi insanın özlemlerinin ve hayallerinin en eski ve zamansız, değişmeyen hikayeleri olarak değerlendiriyor. Siren Adası, Efes Celsus Kütüphanesi ve Halikarnas Mozolesi’ni barındıran topraklarda büyürken, bu ölümsüz yer yüzü hikayeleri resimlerine ilham oluyor. Hayat içinde farklı sınavlardan geçen kişileri Odisseus’a benzetiyor. Her kadının Artemis’in bereketli enerji kaynağından beslendiğini düşünüyor. Bu toprakların doğada birbirleriyle karışıp, bütünleşmiş, karma ve arkaik yapısını, mitolojik, şamanik güç sembollerini, Anadolu ve dünya tarihini oluşturan hikayeleri incelerken, şiirsel ve karma estetik bir yapı içinde bir resim dili oluşturuyor. Figürlerin içinde ve etrafındaki desenler; figüratif, yer yer sürreel, geçmişe göndermeler yapan semboller üzerinden birbiriyle bağ kuruyor.

Kişisel sergileri arasında; Ey Gözleri Maden, tekstil tasarımcısı İdil Şansal ile, Galeri A, İzmir, Türkiye (2019); Güneş Hikayeleri, Toloman Art Gallery, Bodrum, Türkiye (2019); Yusufçuk Yazı, Galeri A, İzmir, Türkiye (2018); Düş, Sürat, 62, Tarihi Havagazı Fabrikası, İzmir, Türkiye (2017); Ultramarine, Akatlar Kültür Merkezi, İstanbul, Türkiye (2013); ilk kişisel sergi, İzmir Büyükşehir Belediyesi Çetin Emeç Sanat Galerisi, İzmir, Türkiye (2008) yer almaktadır.

Grup sergileri arasında; 100Beuys.com, Beuys Beden Kolektifi, Goethe Institut, 9 Eylül, İzmir Ekonomi, Sabancı, Yaşar Üniversiteleri ve Münih Medya Tasarım Yüksekokulu işbirliğiyle, çevrimiçi (2021); Yılbaşı Karması, Galeri A, İzmir, Türkiye (2020); 8 Mart Kadınlar Günü, Karikatür Müzesi, İzmir (2020); 10. İTHİB (İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği) Uluslararası Kumaş Tasarım Yarışması, ilk yirmi finalist arasında yer aldı, İstanbul, Türkiye (2016); Inspired by Matisse Collection, Saatchi Gallery, çevrimiçi (2015); Turgut Pura Vakfı Resim Yarışması ve Sergisi, “Gündüz Gelen” adlı eseri sergi seçkisinde yer aldı, İzmir Resim Heykel Müzesi, İzmir, Türkiye (2009); Kadın Sanatçılar Yarışması ve Sergisi, Fotoğraf ve Resim alanında ödül aldı, Atatürk Kültür Merkezi, İzmir, Türkiye (2009); Kadınlar için Kadınlar Tarafından projesi, The Hall, İstanbul, Türkiye (2008) yer almaktadır.

Mikroscope’un bu sayısının kapağında, Urla’da yeni katıldığım karma sergi için yaptığım “Mouselium Mavisi” var. “Female Narrative” sergisi 20 Nisan’a dek devam ediyor. Bu sergide kendi 40 yılımın ve 17 yıllık resim geçmişimin etkileri var. Çıkış noktam, Antalya Müzesi’nde çalıştığım Hecate heykeliydi; kısaca kadınların genç kızlık ve sonrasında kadınlık ve olgunluk dönemi… Aynı zamanlarda sergi sırasında sakladığım feminzm ders notlarım başucumdaydı. 2004’te “Feminizm ve yazı” adlı derste, yani resme kendimi vererek başladığım sene “Sırça Fanus” dönem ödevim oldu. Müge İplikçi hem dersteki hocam hem de tez danışmanımdı. “Sırça Fanus”u okuduğum sıralarda görsel iletişim dersinde bir kolaj ödevi veren sanat tarihi hocam Wendy Kural Shaw’ın da yüreklendirmesi ile  yeniden resim eğitimi almaya başladım.

 

Derginin yayın ekibi “yeni” ile ilgili bir şeyler yazmamı istediğinde şöyle kısaca dönüp geçmişe bakmak istedim. Bu bakış beni Murathan Mungan’ın o dizelerine götürdü:

 

Ne geçmiş tükendi ne yarınlar

Hayat yeniler bizleri…

Geçse de yollar bozkırlardan, denizlere çıkar sokaklar!

 

İlk sergimi açtığımda annem, İzmir’in ilk tarihi binalarından birinde sergi defterime bu satırları not düşmüş, birbirimize bakmıştık. Hayatım o kadar değişti ki (ve her gün değişiyor) olmazlara inandım. Değişime inanan bir annem vardı ve elbette arkadaşlarım, yani ilham kaynaklarım.

 

1999’da ilk defa evden ayrıldım, büyük rastlantılar zamanıydı, resim ile yazı arasında kaldım; kolumda altın bilezik olsun diye ailemin yönlendirmesiyle, yazıyı seçmek zorunda kaldım. Ailem bir meslek edindikten sonra yeniden resimle uğraşmamı tavsiye etti. Bana her sabah evin en güneş alan yerinde resim masası hazırlayan ise anneannemdi. Ve suluboyayı ilk öğreten halen şövalesini kullandığım annem… Yazıyı da resmi de seviyordum.

 

Üniversite sınavından bir önceki yazdı. Feride Çiçekoğlu’na, 17 yaşında, Eski Foça’da belgesel çekerken rastlama şansım oldu. Onun izini takip ettim, belgesel dersi verdiği okula girdim heyecanla. Yazının yanında görsel dersler de aldım. Çiçekoğlu’nun filmlerini de izlemiştim. “Suyun Öte Yanı”nı TRT 2’de izleyip ertesi gün Midilli’den göçen babaannemin memleketine, Cunda’ya gitme macerası, ilk sembolik anlatımlı yazım oldu.

Üniversitede de resim peşimi bırakmıyordu. Amfide portreler de yapardım. Edebiyat hocam ilk sergimi o amfiye giden panolarda açmam için beni yüreklendirdi.

 

80 kiloydum ama 32 beden modası vardı, büyük beden algısı çok sertti. Jean diktirdiğimi hatırlıyorum, büyük beden giyim için bir-iki dükkân vardı. Ben anneannemden kalma fularlar takardım, renklilerdi. Sonraları bu boşluk beni kendi tekstil desenlerimi yapmaya yönlendirdi. Şiir, müzik, dans etmek, şarkı ruhuma iyi gelirdi, hatta tango ve tiyatro… Hepsi geride kaldı. Ama resim…O öncelikli kaldı bende.

 

2019’da üstümdeki yükler ağırlaşmıştı, çevremdekiler tedirgindi ve sağlığım için bir yenilik yapmamın zamanı gelmişti. Bir yol aradığım dönemde, nefes almak için uçağa atlayıp İstanbul’a gittim ve ani bir kararla, Deniz Bağan’dan Meditasyon 101 eğitimi aldım ve ancak bir sene sonra elimde “Vejetaryen Külkedisi” kitabıyla ameliyata girdim. Elbette sağlığım içindi bu. Bu kitapta mucizelerden yaratılmış bir idol fikri değil, kendi gibi olmak isteyen bir başkahraman vardı.

 

Üstümdeki yüklerden yavaşça arınmaya başlamamın zamanı gelmişti. Bir sene sonra kadın savaşçı çizimlerimi beğenen Raşel Meseri’nin kitabı “Ah Rapunzel Bir Taş Daha” desenleme kitabının teklifi geldiğinde, özgürlüğüne kavuşmak isteyen Rapunzel’i resimledim. Masallardaki gibi mucizelere değil de kendi gibi olmak isteyen kahramanların dünyasında nefes aldım; Meseri’nin yeni Rapunzel’i de öyleydi. Özgürlüğe atlıyordu.

 

40 yaşıma geri dönüp baktığımda, resim neredeyse bütün hayatımdı. İlk sergimin afişi Duygu Asena’nın ölümü nedeniyle okuduğum kitaplarından, yarattığı hareketten esinlendiğim figürlerden oluşuyordu. Cavit Atmaca ise kendi resim dilimi oluşturmama yardım eden usta oldu.

 

Canlı model çalışması yaptığımız atölyede bir genç kadın çizdim.  Desenin içine plansız keçiler yerleştirdiğimi hatırlıyorum.  Akşamüstü o genç kadının genç yaşta evlenip, yurtdışında şiddet gördüğü eşi ile ilgili bir davası olduğunu, tam da annesinin yanına sığındığı zamanda yollarımızın kesiştiğini öğrendim. Direniyordu hayata. Birlikte direniyorduk! O atölyede kedilere olan korkumu yenip, kedi karikatürleri de çizmeye başlamıştım.

Zaman içinde korkularımı tanıdım. Ezberlerden arınmaya çalışıyordum. Bu coğrafyada kendin olmak, kalıpların ve koşullandırmaların ötesinde özgünlüğüne ulaşmak, biraz yavaşlamaktan geçiyordu belki.

 

Yaklaşık beş senedir Melih Cevdet Anday’ın “Kolları Bağlı Odyseus” şiirinin etkisinde resimler yapıyorum. Bu şiirde Anday, kendi iç sesini bulmaya çalışan bireye seslenir. Dünya edebiyatında bu yorum eşsiz bir değerlendirmedir. Clarissa Estes de “Kurtlarla Koşan Kadınlar”da, 19.yüzyılla birlikte insanlığın duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkarak,kadınların içindeki doğal sesi bulması gerektiğini söyler. Ondan da çok etkilendiğim açık!

 

Sese yeniden kavuşmaya başlamak uzun bir yolculuk. Helene Cixous, “Voice leaves voice looses” adlı metninde “Ses sonsuzluğa devam eden süttür. Ve sonsuzluk da süte karışmış bir sestir” der. Bu metinde erkeklerin doğduğu yere geri döndüklerini söylerken, kadınların yolculuğunun hep bilinmeyene, keşfe ve keşfetmeye dair olduğunu hatırlatır. Hayatım bu anlamda bozkırlardan geçti, bu geçişin, süren yolculuğun bir parçası olduğunu anladığımdaysa, rahatladım.

 

Hikâyeler devam ediyor.

 

Lale Müldür, “Saatler/Geyikler” kitabıyla içimdeki Ceylan’ın ezberini bozan usta oldu. Rastgelişlerime teşekkür ediyor ve minnet duyuyorum. Her şeyin birbiriyle arasındaki bağı ve onun hafifliğini görerek… İçimdeki Ceylan’a, sezgi kütüphanesine çıkar tüm yaşanmışlıklar diyerek bu doğum günümde şöyle bir not düştüm:

 

Hırçın küskün bir sirk değil

Renklerin odağında tesadüfi bir cümbüş: asıl dünya

Benlerin birer galaksi gibi

Biribiri ile uyumlu

Perçemlerinde rüzgârın coşkusu,

Kahkahalı masaların prensesisin.

Ormanlardan şaha kalkarsın

Rüyanda hep o geyik,

Doğru yolu gözeten ve bir ipucu: sen  

Nefesine bak sana yüzyılı fısıldayacak.

 

Kaynakça:

 

“Sırça Fanus”, Sylvia Plath

“Kurtlarla Koşan Kadınlar”, Clarissa Estes

“Kolları Bağlı Odyseus”, Melih Cevdet Anday

“Ah Rapunzel, Bir Taş Daha”, Raşel Meseri

“Sorties”, Helene Cixious

 

*** ”Female  Narrative” adlı çağdaş sanatta kadın anlatısına odaklanan ve sekiz kadın sanatçıdan oluşan karma sergi, Be-Contemporary Galeri’de 20 Nisan’a dek sürmektedir.