1997’de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Üniversitesi İletişim bölümünden 2020 yılında mezun oldu. Şimdi de Marmara Üniversitesi’nde Sinema yüksek lisans öğrencisi. Edebiyata ve sinemaya çıkan bütün yollara ilgisi var.

“Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi sen de bizi bağışla, âmin.”

Frida ananesinin kendisine öğütlediği bu duayı film boyunca durmadan tekrar eder. Annesi ölen bütün çocuklar gibi Tanrı’ya sığınarak kendini güvende hisseder.

Babasını çok daha önce annesini ise henüz kaybeden altı yaşındaki Frida, yeni bir hayat kurması için dayısının yanına taşraya gönderilir. Yeni bir hayat ise çoğunlukla yeni değildir. Geçmişin zincirleri geleceğimize takılmış hâlde oradan oraya sürükleniriz. Frida da kendi geçmişinden kurtulamadığı gibi şimdi yeni bir mekâna da ayak uydurmak zorundadır. “93 Yazı” (Carla Simón, 2017) da işte bu alışamayışın, yeni hayata direnişin filmidir.

Yönetmenin kendi hayatından esinlenerek çektiği, hatta Frida’ya kendi soyadını ve Frida’nın annesine ise kendi annesinin adını (Neus; filmi zaten annesi Neus’a adamıştır) verdiği film otobiyografik olarak da nitelenebilir. Yönetmenin kimsesizlik duygusunu seyirciye aktarabilmek adına Frida karakteri için anne ve babasını kaybetmiş bir oyuncu (Laia Artigas) seçmesi de bu otobiyografik öğeleri destekleyen bir yöntem olarak görülebilir. Bir aile draması olarak görülse de film, Frida’nın taşraya, yeni aileye alışma sancıları ve dayısının kızı olan minik kuzeni Anna ile ilişkileri üzerine kurulu.

Yönetmen, kimsesiz olan Frida’nın eve alışma sürecini iki bölüm halinde senaryoya dönüştürdüğünü belirtiyor. İlk kısımda Frida, önce iyi bir çocuk olarak kendini sevdirmeye çalışıyor, ikinci kısımdaysa sevgiden emin olduktan sonra bu sevgiyi çeşitli testlerle sınıyor. Simón hikâyenin bu şekilde ilerlemesini çeşitli psikolojik tespitlere dayandırdığını da yaptığı bir söyleşide* ifade ediyor.

Başlarda iyi bir çocuk olsa da Frida, çevresinde ona söylenmeyen gerçeklerden, film boyunca devam eden aile gerilimlerinden de payını alıyor. Ananesinin dualarına, annesinin onunla iletişim kurmaması üzerine sırt çeviriyor. Anne ve baba olarak benimsediği dayısı ile yengesi ise ona kurallar koydukça ona karşı sert bir tutum benimsedikçe sevilmediğine ve istenmediğine iyice emin oluyor. Annesiyle yaşadığı Barcelona’ya dönmesi de iyice imkânsız bir hâl alıyor. Çünkü ananesi, dedesi ve diğer aile fertleri onun dayısıyla yaşaması konusunda hemfikir. Bütün bu gerçekleri sindirmeye çalışırken kendine başka çıkış yolları aramaması mümkün değil. İsyankâr ruhu onu alternatif çözümler bulmak konusunda zorlayacaktır da. Evden kaçmaya kalkması ise bu çıkışsızlığa bulduğu başka bir çözümdür. Ona gece yarısı nereye gittiğini soran kuzeni Anna’ya burada beni kimse sevmiyor diyecek, Anna ise onu sevdiğini söyleyecektir.

Frida aslında bir aileye sahip olmak istese de ananesi ve dedesi tarafından çokça şımartıldığı için bu ailenin kurallarına ve yapısına direnç göstermektedir. Film boyunca ayrıntılı bir şekilde ifade edilmese de anne ve babası AIDS’ten ölmüştür, Frida’ya da birçok test yapılmıştır. Bu yüzden doktora gitmekten de doktorlardan da nefret etmektedir.

Sürekli ölümle sınanan Frida, hayatında yer alan herkes için endişelenmektedir. Bu yüzden de dayısının eşi Marga’ya ölüp ölmeyeceğini sorar, sahip olduğu tek ve ikinci aileyi de kaybetmek istemez. Marga böyle bir şeye hiç niyeti olmadığını, onları bırakmayacağını söyler.

Yönetmenin omuz kamerasıyla ve çoğunlukla da tarafsız kalmaya çalışarak çektiği görüntüler ile bir yaz videosu atmosferi oluşturmaya çalıştığını ve o yüzden de filmi bu şekilde adlandırdığını, verdiği bir söyleşiden hareketle ifade edebiliriz. Simón hem hayatından hem de bir yazdan geriye kalanları ve çocukluğun derin kuyularından topladığı bütün imgeleri bu filme katmış. Filmin çocuklar arasındaki ilişkilere, çekişmelere olan gerçekçi gözlemleri, filmi dönem filmi olmaktan kurtaran yapısı, sadece bir ailenin hayatından kesit sunan anlatısıyla yönetmenin yaptığı seçimlerin kendi içindeki tutarlılığını da kanıtlıyor.

Filmin en dokunaklı sahnelerinden biriyse Anna’nın Frida’ya, annenle konuşmak ister misin deyip telefonu uzattığı sahne. Frida uzun uzun telefondan bir ses bekler, dualarla annesini çağırır, hatta annesi için Meryem Ana fotoğrafı önüne bir paket sigara bırakır. Ama ölenlerin gelmediğini hayatta kalmak zorunda olduğunu bir şekilde anlar. Film boyunca akmayan gözyaşları filmin sonunda yeni hayatı kabullenişle damla damla dökülür.

Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra henüz taşınmamışken Barcelona’daki evlerinin önünde arkadaşlarıyla oynarken bir çocuk ona neden ağlamadığını sorar. Frida’nın sırtı dönük, yüzü görülmez, patlayan havai fişeklere bakmaktadır. Belki yansıtamadığı içsel dünyanın bir yansıması ya da yeni bir hayatın görkemli bir hoş geldin kutlaması.

 

*Yararlanılan, Atıf Yapılan Söyleşi: “Carla Simón ile 93 Yazı üzerine söyleşi” Senem Aytaç, Altyazı Dergisi, 21 Nisan 2020.