Yazar. Ayrıca Medyascope'ta Zeytin Dalı ve Sabun Köpüğü programlarını hazırlayıp sunuyor.

‘Saklayacak hiçbir şeyim yok. Kimsenin olmamalı. Kimsek o olmalıyız!’

 

‘Aldığımız kararlar bizi şekillendirir. Siz başka insanların bu kararı almasına izin veriyorsunuz. O yüzden kimse olmuyorsunuz.’

 

(The Good Doctor dizisinde Dr. Shaun Murphy’nin  bir youtuber’a söyledikleri)

 

Çağımızın yolculuğunu özetleyen  bir diyalogla başlamak istedim söze. Kendi yolculuklarını, sosyal medyada ne kadar takip ediliyorsam o kadar varım diye tanımlayan bir düşüncenin de aslında bir yolculuk olduğunu teslim etmek gerekiyor. Ancak bir diğer yandan da dizideki Dr. Shaun Murphy’nin dediklerine kulak kesilmek durumundayız: ‘O yüzden kimse olmuyorsunuz!’

 

Çağımızın anti-kahramanının temel noktası bu esasen. Kimse olamayış! Sonunda bu kişi öğreniyor ve dönüşüyor mu sorusu ise hâlâ bir soru işareti olarak duruyor. Ancak bunun bir yolculuk olmadığını da kimse söyleyemez! Kişisel olarak kaybedişimizin yolculuğu dersek, biraz karamsar bir yaklaşımın içerisinden geçerek 21. yüzyılın insana atfettiği özelliği de yansıtmış oluruz. Ancak umut şurada mevcudiyetini devam ettiriyor: Yaşam sınavlarımızın bu olup olmadığına karar verecek kişiler yine bizleriz!

 

***

 

Uzun yıllar, kurgusal anlamda, kahramanın yolculuğuna dair edebiyat atölyeleri yönettim.  Hemen her seferinde söze, kahramanın temel yarasıyla başladım. Ardından da bu yarayı kapatış biçimiyle devam ettim. Kahramanın bir yolculuğu varsa, içinde taşıdığı yarasından ötürü vardı ve hiç kuşku yok, bu yaradan kaçış biçimi de kurgunun genel akışını sağlıyordu.

 

Dahası da mevcuttu elbette. Bir kahraman kadar, onun karşısındaki düşmanın  varlığı, bir kurgunun olmazsa olmazıydı. Neredeyse en önemlisi! Ancak bir adım daha mevcuttu. O da, aslında, bütün düşmanların, kahramanların kendi içlerinde taşıdıkları yaralarının cisimleşmiş halleriydi. Çok daha ilginci bunun hayata taşınabilir bir yanının da olmasıydı: En çok nefret ettiklerimiz, aslında en çok kaçtıklarımızdı ve onlar içimizdeydiler! Düşmanlarımız aslında birer aynaydı ve dikkatli bakabilirsek bizlere çok şey söyleyebilirlerdi. Onlardan öğrenebilirdik. 

 

Joseph Campbell’ın yolculuğa dair söyledikleri içerisinde anlatmakta ve anlattıklarımın karşılık bulmasında en zorlandığım bölüm hep burası oluyordu. Katılımcılar, kendi yarattıkları kahramanları ya da dünyadaki edebiyatın sayfaları arasında gezinen diğerlerinde bu gerçeği  anlamakta zorluk çekmezken, bunun hayatın en önemli dinamiklerinden biri olduğunu teslim etme konusunda (zaman zaman) son derece inatçıydılar.

 

Yolculuk dendiğinde, kendi kaçtıklarımıza yakalanma riski ve cesareti diyebilme şansı ise, bana yeni atölyelerde yeni insanlarla buluşma fırsatı veriyordu. Çelişkinin aslında hem kurguyu hem de yaşamı dönüştürebilen bir potansiyel olduğunu teslim etmekse başlı başına ayrı bir maceraydı! Çelişkisiz, huzurlu bir yaşam beklentisi ise olsa olsa kurgunun sonu olabilirdi. Ya da kısaca ölüm! Bu yüzden de yolculuk devamlılık sathında kendine dair bir kutsallığa sahipti. Eşikler geçer, düşmanımızla karşılaşır, ona yenilir ve yenmesini öğreninceye kadar yerin dibine batardık! Peki ya yenemezsek sorusu da burada devreye girerdi. O zaman da diziler girerdi devreye elbette! ‘To Be Continued’ cümlesinin ardında yatan sihir de buydu.

 

Yaşamda bunun karşılığı,  aynı yanlışları yaparak aşama kaydedemeyeceğimiz gerçeğiyle ölçüşebilirdi. Hiçbir şey değişmediğinde, zaten yola çıkmış bile sayılmayacaktık. Hiçbir zaman yenilmeyecek, kafamızı duvarlara vurmayacak, pişmanlık yaşamayacak, kapıları zorlamayacak, oturduğumuz yerde oturup kalacaktık. O zaman bir hikâyemiz de olmayacaktı elbette! Zira risk yoksa dönüşüm ve değişim de yoktu. Kısacası ne hikâye vardı ne de yolculuk!

 

Bu sayımızın yolculuk esası, biraz buradan esinlendi diyebilirim. Birbirinden ilginç yolculuk anlatılarının eşlik ettiği bu temanın, içerisinden geçtiğimiz darboğazı bol bu söylemi, ne kadar ferahlatabildiğine ise sizler, okurken karar vereceksiniz.

 

Bundan sonraki temamız ‘ortak dil’. Bu noktada bizlere yazmak istiyorsanız, yazılarınızı en geç 25 Ağustos tarihine kadar bekliyor olacağız.

 

***

Bu sayıya katkıda bulunan kalemler…

 

Serpil Öktem

Gülümsün Tansev

Samet Fidan

Ben Cengiz Yakut

Egemen Nilüfer Yumurtacı Güzel

Emre Akaltın

Tuğba İçer

Jozef Hasek Kılçıksız

Mehmet Ali Yıldırım

Selda İzgi

Damla Kızıldağ

Cem Özel

Selen Şiriner

Başak İdil Özen

Mia

Duru Zümra Özdemir

Elif Zeynep Özipekçi

Bersu Güvercin

Edmon Şar

Aslı Tunç

Berna Kuleli

Müge İplikçi