Başak İdil Özen

Ölümün anakronik tasviri; Canope

idyll. ada insanı. piyano çalar, öğretir. müzik üzerine düşünür, yazar. başta sanat olmakla birlikte, insanın kendini ve yaşamı anlamlandırma serüveninin peşindeki tüm disiplinler ilgisini çeker.

Mısır’daki kazılarda geçen yıl, atalarımızın beş bin yıllık geçmişine dayanan kalıntıların bulunduğu Sakkara nekropolünde cenaze hazırlık işlerinin yapıldığı bir mumyalama atölyesi ortaya çıkarıldı. Antik Mısır’daki ölü gömme adetleri ve mumyalama hakkındaki belirsizliğe son vermesi beklenen bu keşif, arkeoloji dünyasında büyük heyecan yarattı. Son kanıtlar, bugüne kadar yalnızca firavunları öteki dünyaya hazırlamak için yapıldığı düşünülen mumyalama ve cenaze ritüellerinin gelir düzeylerine göre sıradan insanlar için de uygulandığını, hatta bu işle görevli profesyonel bir rahip sınıfının bulunduğunu ortaya koydu.

 

Kazıda yaklaşık elli mumyanın saklandığı altı mezar gün ışığına çıkarılırken zenginlerin kireçtaşından yapılmış lahit ve gümüş yüz maskesi gibi pahalı eşyalarla birlikte “yeraltı dünyası”na en yakın olacak şekilde en derinlere gömüldüğü, işçi sınıfından olanların ise işlenmemiş ahşap tabutlar içinde yüzeye yakın bölümde saklandığı anlaşıldı. Aynı zamanda kazıda Didibastet adlı bir kadının tabutuyla birlikte gömülü kanopik çömlekler de bulundu (1).

Yeryüzündeki sınıfsal ayrımın yeraltındaki yaşamda da devam ettiği ve ölümden sonraki yaşamı dahi tekeline almış üst zümrenin işçi sınıfına herhangi bir kurtuluş imkânı tanımayan hegemonyasının modern dünyamızdaki karşılığını düşünüyordum. İktidarların ölüm hakkındaki söylemleri, ölüm biçimleri ve cenaze ritüellerindeki sınıfsal ayrımlar…

Fakat beklenmedik bir anda karşıma çıkan bu haberin bende uyandırdıkları tüm bunların ötesindeydi. Haberdeki iki fotoğraf ve bir isim zihnime kazındı. Önce bir maskenin derin ve hüzünlü bakışı, sonra kanopik çömleğin suratındaki bakış ve Didibastet. Üçü hakkında bu kelimelerden ötesine gidemeyecek olsam da zihnimde bütün gün bu iki imge ve isim dönüp durdu. Nedense, yalnızca ismi olan Didibastet adlı kadınla, maskedeki hüzünlü bakışı ve içine saklanan parçasıyla sahibini ölümden sonraki yaşama taşıyan kanopik çömleğin suratındaki huzurlu bakışı birleştirdim. Antik atalarımızın bambaşka dünyalarının içinden çıkagelen hüzünlü kadının ölümden sonra kavuşmayı umduğu huzurlu bakış.

Bugünkü varlıklarının, zaman ötesine uzanan ve bu imgelerin bende düşündürdüklerini mi, yoksa asla bilinemeyecek gizemli kendi gerçekliğini mi taşıdığı paradoksu içinde Canope’nin notalarını aradım. Yıllar önce çalışıp icra ettiğim, bende tarifsiz bir çekim ve gizem uyandıran      Claude Debussy’nin muhteşem prelüdlerinden Canope. Böylece bugün, yazılışından yüz yılı aşkın zaman sonra Canope’yi, binlerce yıl öncesinden gelen Didibastet’in bakışı ile içselleştirerek yeniden canlandırma yolculuğuna çıkıyordum.

 

Debussy kendisine atfedilen izlenimci müzik kavramını asla müziğine tam bir karşılık olarak kabul etmemiş ancak hem teknik hem de üslup anlamında izlenimcilik ve sembolizmden esinlenerek, ressam ve şairlerden devraldığı bu izleri her fırsatta eserlerinde yansıtmıştır. Besteleme yaklaşımı ile geri dönüşü mümkünsüz bir kırılma yaratarak 20. yüzyıl müziğine/yeni müziğe geçişin en önemli başlangıcı olarak kabul edilen Debussyen dil ile buna paralel olarak geliştirdiği -özellikle de piyano için- yeni icra tekniklerini zirveye taşıdığı son dönem solo piyano eserlerinden olan 24 prelüdünü, iki kitap halinde tasarlamış ve birinci kitap 1910, ikinci kitap 1913 yılında yayınlanmıştır.

Yeniçağ başlarken, tüm dünyadan dönemin en üretken beyinlerini, Batı dışı medeniyetlerin seslerini, mühendislik alanlarında son buluşları, en taze felsefi/sanatsal/bilimsel tartışmaları buluşturan dünya fuarları, Paris’i modernizmin doğuşunun ve avangard sanatın merkezi haline getirmiştir. 1889 yılındaki fuarda karşılaştığı Endonezya’nın gamelan müziği Debussy’de büyük hayranlık uyandırmış ve romantizmin kalıntılarına karşın müzikte yeni bir Fransız dili yaratmak açısından aradığı materyali bulmuştur. Ayrıca bütün bir 20. yüzyıl müziğinde besteciler, müziği Batı müziğinde üç yüzyıl boyunca hüküm süren işlevsel/hiyerarşik armoninin egemenliğinden kurtarmak için Doğu müziğinin ruhani, aşkın felsefesi ile modal armonisine yönelmişlerdir. Debussy, Doğu müziği etkilerini -hem biçimsel hem de teknik anlamda- sağlam ve tutarlı bir şekilde kullanarak, Wagner hâkimiyetinin yoğun tonal armonili senfonik üslubundan kopuşu sağlamış en önemli öncü bestecilerdendir.

Müziğin evriminde Vincent van Gogh’un resimdeki karşılığına benzer bir şekilde başkalaşım yaratan Debussy’nin pitoresk anlatımının çıkış noktası, notalardan çok seslerle beste yapmaktı. Prelüdleri ise piyano edebiyatının modern eserler listesinde başat bir yere sahip olmuş, ustalık dönemi bestelerindendir.

 

Debussy’nin müziğinde yapmak istediği; bağımsızlaşan armonilerin ses renklerini, ışık-gölge hareketine benzer bir şekilde kontrast kullanımla; düşsel, gizemli ve mitlere öykünen atmosferik tasvirler yaratmaktır. Müziğinde kullandığı yöntemler ve estetik yaklaşım, simgesel olana ve an’lara odaklanır. Besteci her eser için seçtiği tematik unsuru müziğinde yarattığı atmosferle canlandırmak istemiştir. Bu canlandırmalar; incelikle işlenmiş sıkı yapılarla kurgulanmış olmasına rağmen -hem icracı hem de dinleyici açısından- an’ların kendiliğindenliğine öykünerek, doğaçlama halinde açığa çıkıyormuş hissini yaratmaktadır. Debussy’de; sembolizmin sözcükleri özerkleştirme hâli, tonlardaki tını renklerinin özgürleşmesinde, izlenimciliğin karşılığı ise ezginin, biçimin ve akorların işlevsel bağlarının kırılmasında vücut bulur.

 

Prelüdlerin her biri mitlere veya hayallere dayanan benzersiz tasvirlerdir. Eserler başlangıçta sadece numaralandırılmıştır fakat eserlerin sonuna yerleştirilen metaforlar asıl tasvirlerdir. Prelüdlerin sona yazılan isimleri, hem müzikle canlandırılan atmosferin betimleyicisi olması hem de bu tasvirlerin besteleme tekniği/üslubu açısından oldukça önemlidir. Her bir prelüd, net bir şekilde bestecinin hikâyelere öykünen müzik dışı ilişkilendirmelerinin tasviridir. İsimlerin eserlerin sonunda yazılması, icracının Debussy’nin tasvirlerinden bağımsız bir şekilde eserin her bir ses dünyasını ayrı ayrı deneyimlemesine ve yaratılmak istenen atmosferi öncelikle kendisinin keşfetmesine yönelik göstergelerdir.

İkinci kitabın 10. prelüdü olan Canope’nin müziğini içselleştirmek için, özel bir algı, çaba ve yorumlama gerekmektedir. Canope, antik Mısır’da mumyalama sürecinde ölen kişinin ölümden sonraki yaşamı için iç organlarını saklamak amacıyla kullanılan çömleklerdir. Orta Krallık döneminde (MÖ 1900’ler), çömleklerin kapakları sahibinin temsili olarak insan kafasına benzeyecek şekilde, Yeni Krallık döneminde ise (MÖ 1500’ler) her bir organ için gök tanrısı Horus’un dört oğlunun tasviri ile oyulmaya başlanmış, her bir çömlek Horus’un dört oğlundan biri ile korumaya alınmıştır. Çömleklerin üzerindeki hiyeroglif metin, koruyucu tanrısının ismi ile bir büyü içerir ve taşıdığı organın sahibinin ismini belirtir. (2)

Ölümden sonraki yaşamda ruhun canlanabilmesi için bedenin bozulmadan kalması gerektiğine inanılan antik Mısır’da, mumyalama ayini yetmiş gün süren ve her aşaması incelikle işlenen bir ritüelmiş. Debussy bu tek kelimelik metaforu canlandırdığı müziğinde, icracı ve dinleyiciyi bu gizemli ritüele götürmektedir. Canope’nin yarattığı ses evreni ile; bilinmeyen bir dünyanın bilinmeyen dilinde günlere yayılan ve yavaş yavaş akan kimliksiz bir cenaze töreninde, çömleğin ölü sahibini ölümden sonraki yaşama taşıyan yolculuğunda buluruz kendimizi.

 

Debussy’nin çalışma masasında daima bir çift çömlek bulunurmuş. Bu çömleklere neden ilgi duyduğu ya da nereden aldığı ise büyük bir gizem. Fakat sıklıkla ziyaret ettiği Louvre’da sergilenmekte olan kanopik çömlekleri seyre dalmış olmalı. Müziğin besteciyle başlamadığına, yüzyıllar öncesinden taşınarak belli simgelerle kendini bestecide uyandırdığına, eserle vücut bulduğuna ve sonra boşlukta yankılanıp yeniden sonsuzluğa uzandığına inanan biri için Canope; bin yıllar evvelinden süzülen ve 1910’ların Paris’inde Debussy’nin müzikal evreniyle yeniden uyanmak isteyen bir ruh olmalı. Sonsuzluğa aktarılmak için Debussy’nin tınılarına ihtiyaç duymuştur belki de…

Bir asır sonra, Idyll, Büyükada’da, Didibastet’in bakışıyla Debussy’yi biraz daha anlıyor, bu kez asla unutamayacağı düşsel bir imgenin uyanışıyla, Canope’yle yeniden buluşuyordu…

 

KAYNAKÇA

  1. Cascone, Sarah. “Archaeologists Have Uncovered an Ancient Egyptian Funeral Parlor”. ArtNet, 2020. news.artnet.com/art-world/archaeologists-find-ancient-egyptian-mummification-workshop-1853523
  1. “Canopic Jar”. The British Museum.www.britishmuseum.org/collection/object/Y_EA57368