Karanlık günler bitmek bilmedi. Ben halıya yansımış güneşin içine yatıp, karnımdaki tüyler ısınırken, şekerli bir uykuya dalmayı severim. Halıda hiç ışık yok, sokaklar da öyle. Koltuğa tırmandım sokağa bakıyorum. İnsanlar montlarına sıkıca sarınmış ıslak kaldırımlarda hızlı hızlı yürüyor. Aman ne tatsız bir hava.

Geçen gün nenem (o benim gerçek nenem değil, nasıl olsun ki, hiç tüyü yok, sade başında biraz) “Adrian, bahar geldi” demişti. Tabii çok sevindim ama bu nasıl bahar hiç anlamadım. Güneş nerede?

Sonra nenem dedi ki “Güneş şimdi başka göklerde, yakında buraya da gelir.” Balkon kapısının önüne yatıp bekliyorum bakalım ne zaman gelecek?

 

Nenem bu sabah gidip üç sümbül almış, “Hadi birlikte koklayalım, işte baharın kokusu” dedi. Kokladık, evet haklı. Bol bol içimize çektik. Ama benim aklım karşı damda. Orada yeni doğmuş martı yavruları var. Anne martı ve baba martı bebelerini kargalardan korumak için sırayla nöbet tutuyor. Biri uçup mama getiriyor, diğeri tam yuvanın önünde bir ileri bir geri dolaşıp duruyor. İşbölümünün böylesine şapka çıkarılır. Nenem hep böyle der. Örneğin ben babamı hiç tanımadım. Martı yavrularına babalarının getirdiği deniz kokulu mamalara çok imreniyorum. Keşke tadabilsem. O dama atlayıp o minik kuşlarla oynayabilsem. Belki tam o sırada güneş gökte parlar kiremitleri ısıtırdı. Ben de karşıdan neneme kuyruk sallar, “İşte bahar geldi” derdim.

 

Kara kedi Adrian.