1976 yılında Isparta’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Isparta’da tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi İngilizce öğretmenliği bölümünü bitirdi. Öyküleri Ecinniler Dergi, Öyle Olsun Dergi, İshak Edebiyat, Litera Edebiyat, Panda Edebiyat, Mahal Edebiyat ve benzer dergilerinde yayımlandı. Mahal Edebiyat Yayınevi’nin 2022 öykü yarışması “ Alemin En Yağmurlu Gecesi” isimli seçkisinde “Sitem” isimli öyküsüyle yer aldı.
Halen İngilizce öğretmenliği yapmaya devam eden yazar Sanal Yazıevi ve Mahal Edebiyat platformlarında diyalog yazma eğitimi vermektedir ve film okuma çalışmaları yürütmektedir. İki kız çocuğu annesi yazarın ilk öykü kitabı Leke, Amorf Kitap etiketiyle Nisan 2023’te yayımlanmıştır.

Yine aynı karanlık. Hafif, her şeyi teğet geçen, varlığını iyi kötü hissettiren ama asla aydınlatmayan mor, yalan yanlış yansımalar. Aklınla oynayan eserekli ışıklar. Akut hastalığım gibi bana yapışık, varlığımın bir parçası. Birazdan olacakları biliyorum. Hem de yıllardır değişmeyen sırayla oluşacaklar, itinayla. ‘Bizimle yaşamak zorundasın,’ der gibi bir tahakkümle, hayalle gerçek arası gelip, görünüp gidecekler. Benim üç harflilerim de bunlar. Bak bak! Hiç mi vakit kaybetmezler? Dakikliğe bak! Girdim yine o gardırobun içine. Üzerimde yine kırmızı elbisem. O sene bayram töreni için diktiydi anam. Gece gündüz, tar tar, o sesi yeri göğü inleten makinada, ayağının dansını seyretmeyi ne severdim, bir öne bir arkaya, şahane bilekleri vardı. O gece son giyişimdi. 

Yeni yaptırmıştı ev sahibi dolapları. Annem, ‘Ben yaptırırsam kiradan düşeriz,’ deyince kendi yaptırdı ketum herif, bildiği bir usta varmış. Genişti dolaplar, içinde evcilik oynamayı pek severdim. Bak bak şu kaşımdaki iz, görebildin mi? Dolaptan hatıra. Uyuyakalmışım, anam açınca… Mutat kostümüm sırtımdaydı. “Kırmızı pek yakıştıydı, nazar çıktı,” dediydi anam. Kafam falan kimsenin umurunda değildi. Bir kirpim vardı oyuncak, bir de et bebeğim, adı Elif, iki de havlu aldık mı oh ne güzel oyun yeri olurdu dolabın içi bize. Harika kokardı, gül, lavanta, ıslak toprak… Annemin o parfümü var ya bugün hâlâ burnumun ucunda. Bir şişesini boca ederdi üzerine. Bal ile acı biberi karıştırıp koymuşlar sanki şişeye parfüm diye. Askıdaki elbiseleri battaniye yapardık bizimkilerle dolabın içinde. Uyuduğumuz çok olurdu orada, annem yemeğe çağırınca uyanırdık. Annem, kirpim ve ben. Üç kişiydik. Babam ben küçükken ölmüş. Hiç görmedim ama benim gibi yeşil gözleri olan dalyan boylu bir adammış. 

Çocuk uyanacak Ümit, evde olmaz dedim sana kaç kere. Burası ev de ondan olmaz, çocuk büyütüyorum. O ne biçim laf! O benim gibi olmayacak, okuyacak. Dur bırak, evde olmaz sen git ben gelirim sana gece, uyusun hele bi. Aysel abla mutfağı toplayınca, çalarım kapısını, gelir; kırmaz beni. Seni de Lütfiye yemeğe bekler, dur çekiştirme lan höst! İşitmiyor musun lan dediklerimi? Bırak, bu saatte a tövbeler olsun! Dur lan, sen mi karar verecen Allah’ı kimin anacağına. Senin Allah’ın var da benim yok öyle mi, lan bırak, aç şu ışığı, gece lambasında bir şey görünmüyor. Bırak elbisemi, bırak dedim. Çek elini şerefsiz, duymuyon mu? Kapı, kapı çalıyor. Çekil şuradan, aş üzerimden, Aysel abla geldi galiba. Bakmam lâzım, de get lan! Var git arka kapıdan, hadi kurban olam. Şükür ya Rabbim. Sakız gibi yapıştı it, akşam akşam. Bıktım bu sefilden de. Kim ki bu saatte? Yıktın be kapıyı, destur, bu ne hırs! Sen ne aran burda Lütfiye? Gelme! Dur hele, ne o elindeki? Şeytan doldurur. Lütfiye, o yapıştı bana, bokunu yiyeyim, indir şunu! Ben ettim… Lütfiye dur anam, kızım var benim, dur kurbanın olam, az konuşalım, bi kahve yapayım, dur, indir ne olur. Ümit yetiş! Lütfiye!

Kaç dakika kaldı bu molanın bitmesine? 

Bırakmıyor bu acı benim peşimi. Filmin durmadan ekrana yansıtılan flashback sahnesi gibi, dönüyor da dönüyor yine gözlerimin önünde dün gibi, cam gibi. Kırmızı elbiseme kadar her şey iğne oyası gibi gözlerimin önünde başlıyor görünmeye. Tabut gibi otobüs. Mevta da ben. Ne soğuk ya Rabbim. Şu havada sigara içmek akıl kârı mı? İmirin iti gibi de titriyorlar. Haydi gelin gayrı otobüse. Hüznünüzü kansere çevirme seansı bu gecelik kısa sürsün. Seferisiniz, uzatmayın. Bu mevsimde ne bu soğuk? Kaydı diyorlar mevsimler de. Ulan herkesin şaftı kaymış, mevsimler yer değiştirse ne değiştirmese ne? Herkes büyüdü, her girdiği delikten çıktı da Nalan, bi sen kaldın o dolapta be kuzum. 

Sus be yine kendinle senli benli konuşmaya başladın! 

E yalan mı? Çık şu dolaptan… Bak Canan’ın abisi sana fena yanık. Bir “he,” desen dünyaları ayağına serecek, bilmiyon mu sanki? Kaçıncı dil döküşüm sana?

Elimi bastırdım da kan, her yer kan, kıpkırmızı. Yer yarıldı da içinden kan fışkırdı mübarek! Ya Rabbim, çıkmaya yer arar gibiydi. O nasıl kendini dışarı atmak, tutamadım; yetişemedim. Çarşafı bastım da olmadı, gözlerini gözlerime dikti canının uçuşunu gördüm. Anamım gözlerini bende bırakarak kaçışını gördüm. Kimsenin gözüne bakamıyorum ondan beri. Onlar değmeden gönüller de değmiyor, ne boktan bir kuralsa… İster Canan’ın çok efendi abisi olsun ister tamircinin eli para görmüş oğlu. Gözler yok bende…

Bu muavin de pek içli baktı ha sana!

Fark ettim de çay istedim soğuk getirdi. 

E olur o kadar otobüs yolculuğunda. 

Olmaz, balık baştan kokar. 

Ha sen harbi delisin Nalan! 

E öyleyim tabii. On yaşımdaydım dolaba girdiğimde anamı al kan içinde gömdüğüm o gün. Gözlerimin akı o gün kaybolmuş. Benim bildiğim yok da Aysel Teyze’nin demesi vallahi. Üç gün kaldık annemle evde, üzerinde bıçak. O yılın on bir eylülünde ölenlerini defnetmek pek zor oldu ya. İnsanın gözü de kalmaz gözünün akı da. Askerler aldı annemi evden. “Umudundan vurdular seni be kuzum.” Aysel Teyzem böyle severdi beni. Eski kadınlar da bu psikoloji işinden hiç anlamıyorlarmış.

Şimdi onun da akı karası karışmış, aklı gitmiş. Bir tek annemi hatırlıyormuş eskilerden. 

Neden ki? 

Ne bileyim? 

Canan aradı. “Gel son bir defa gör, sende hakkı çok,” dedi içini çeke çeke. Bindim tabuta gidiyorum işte yine o karanlığa. İstemiyorum hiç, inanır mısın? ‘Ben uzaktan ettim hakkımı helâl,’ dedim ama Canan’a laf mı geçiyor? Olmazmış efendim, yememiş yedirmiş, analık etmiş bana bir nevi, ne işim varmış acil, onun halasıysa benim anammış bir nevi. Yok işte öyle değil orası diyemiyorsun ki, anam öldü benim. Ben de seyrettim. O gece ben de dolapta sıkışıp kaldım. Ne dersen de oradan çıkamıyorum işte. Nerede görsem bu yatak odası ışıklarını tekrar tekrar ölüyorum onlarla. Canan’ın abisi dediğinle neden olmadı biliyon mu? 

Biliyom, dolap istemedin, dolap olan bir yerde yapamam dedin. Anası da “Bırak şu deliyi; sana kız mı yok? Eski orospunun kızından anlı şanlı gelin olmaz,” dedi. 

Demedi!

Dedi ya, uzatma, ben artık oralarda değilim, dediyse dedi, laf sahibinindir be kuzum. Şimdi beni dinle bak, Aysel Teyze’mi görüp hemen ayrılacağım o ucube şehirden. Şehir demek bile ağzıma oturmuyor bak. Bozkır’ın dibi, tozlu, sarı, beti benzi atmış toprak. 

Şehrin ne kabahati var kız?

Dikenlerini ekiyorlar toprağa, büyütüyorlar. İstemiyorum onlarla aynı nefesi. 

Tamam, sen nasıl dersen. Ya bırakmazlarsa?

Bırak Nalan. Günah kızım, bak Hoca bile geldi, çıkarmamız lâzım evden. Evde kalamaz böyle. Rahmetli oldu. Cenaze o. Günah. Ruhu rahat etmez. Kokusu kalır sen hiç merak etme. Askerler homurdanıyor kuzum. Bak hoca bekliyor. İşleri güçleri var, bir manga asker kapıda, mahalleli… Mezara gideriz, söz. Kedi merdiveni ekeriz başına, pek severdi anan. Nalan etme bu eziyeti, bak morardı her yanı ananın. Ney? Işıkları açayım oldu, son bir kez bak, oldu mu? Aferin benim güzel kızıma, hadi sen dolaba gir bak kirpin de orada. Tamam, kalsın sırtında elbisen. Sarılın da yatın hadi. Üzerinizi örteyim mi? Geliyorum ben Nalan, savuşturayım şunları, sana çorba getireceğim. İçersin iki lokma, hayır yapma öyle yemek istememek falan olmaz, gel ben sana bi okuyayım. Ha gir oraya geliyorum ben şimdi.

Kokusu kalmadı değil mi?

Dolaptaydı kokusu. Uzun süre oradaydı annem. Beraber uyuduk, kahvaltı ettik, tas kebabı, pilav yedik. Arada Aysel Teyzem de gelirdi dolaba, komik kadındı. Yaralarımı bi o görüyordu sanki. Allah’ı var baktı bana, yeğenini iteleyince kızdı. “Üniversite okumak senin neyine, bir baldırı çıplaksın, anan gibi olur sonun,” diye diye ilenerek Ankara’ya yolladı. Okumaya.

Offf!

Senin de kamaşıyor mu gözün karanlıktan sonra ışıkla karşılaşınca? Tam karanlık da değil de mi alacasından? Görüyorsun seçemiyorsun, seçiyorsun anlamıyorsun. Mor ışıklar öyle işte, saklar kalbinde ne varsa; ortalık aydınlanmaya yüz tutunca da sen kısarsın gözlerini. Keşke her şey bu kadar basit olsa.

Susamadın mı? Ben susadım. Şu kırmızı düğmeye bassana gelsin muavin.

Basalım, hadi seni mi kıracağız.