Erenköylü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu. Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra çevirmen olarak çalışmaya başladı. "Bütün Dünya" ve "Elele" dergileriyle çeşitli firmalarda sözlü ve yazılı tercümanlık yaptı. Emekli olduktan sonra öykülerine daha fazla zaman ayırabildi. "Mavi Öyküler", "Her Zamanlı Kadınlar" ve "Gölgem Gölgelere Karıştı" adında üç öykü kitabı; ayrıca "Mavi Bebek Masalları" adında bir çocuk kitabı vardır. Kızı ve torunuyla birlikte hâlâ Erenköy’de oturuyor.

Hikmet Hanım sahil yoluna inip hızlı hızlı yürümeye başladı. Her sabah uyanır uyanmaz, kahvaltı bile etmeden önce yaptığı bu yürüyüş onun canına can katıyordu.

Denizin mavisi gökyüzünün mavisine karışmış, suyu kayalara, martılar karabataklara, serçeler güvercinlere, kediler köpeklere, insanlar çocuklara karışmış, güneş hepsini aydınlatmış, ısıtmıştı. Güzel bir yaşam vardı etrafta. İşte bu uyumdu görmek istediği. 

Dönüş yolunda çimenlerin üstünde sessiz sessiz ağlayan bir kız gördü. Çocuk desem değil, genç kız desem o da değil tam ikisinin arası, diye geçirdi aklından. Acaba neden ağlıyor? 

Hikmet Hanım çocukların üç çeşit ağlaması olduğunu çok iyi bilirdi. Birincisi; şımarıklıktan ve arsızlıktan, ikincisi; canı acıdığı ya da bir yeri ağrıdığı için, üçüncüsü ise gerçek ağlama, yani üzüntüden kaynaklanan. Tecrübeli biri olduğundan hemen anladı bu güzel kız çok üzgün, yanına oturup sordu.

“Yavrum, neden ağlıyorsun?”

Güzel kız yüzünü ona dönüp ıslak ıslak baktı. Kıvırcık kirpikleri ağlamaktan sırılsıklam olmuş, birbirine yapışmıştı.

“Kedimi kaybettim.”

“Hay Allah, nasıl oldu, nerede kaybettin?”

“Bilmiyorum ki, sabah uyandığımızda yoktu. Önce evi sonra bahçeyi aradık, bulamayınca buraya geldik, o hep buralarda dolaşırdı.

“Annen nerede?”

“Sahil yolunu bölüştük. Ben bu tarafı aradım, annem de öteki tarafı arayacaktı, tam burada buluşacaktık ama hâlâ gelmedi, bulsa gelirdi.”

“Dur hele, gelmediyse umut var demektir. Kedin kaç yaşında?”

“Tam bilemiyorum, kedi yaşı farklıdır ya, galiba onunla aynı yaşlardayız.”

“Nasıl yani?”

“Yediyle çarpılıyor diye duymuştum. Benim kedim de bir yaşını biraz geçtiğine göre sanırım on, on iki yaşlarında. Akran olduğumuzdan iyi anlaşıyoruz.”

Bu arada küçük kız ağlamayı unutmuştu. Hikmet Hanım bunu fark ettiğinden konuşmaya devam etti.

“Nereden aldınız onu?”

“Hiçbir yerden, zaten alamazdım ki, annemin alerjisi var, hapşırıyor, gözleri sulanıyor, burnu tıkanıyor.

“E, nasıl oldu o zaman?”

“Bir gece uykumun arasında kedi sesi duydum. Önce anneannemin telefonuna mesaj geldi sandım. Onun telefonuna mesaj gelince iki sefer ‘miyav, miyav’ der. Baktım bu farklı bir miyavlama, ağlar gibi, yalvarır gibi. Hemen yatağımdan kalkıp kapıyı açtım. Kapının önünde durmuş, minicik başını yukarı dikmiş titriyordu. İlk defa o zaman onu kucağıma alıp öptüm. Başını boynuma soktu, bana iyice sokulup ısınmaya çalıştı. Annem gürültüye uyanmış, kapıyı kapatınca onunla göz göze geldik. Annemin yüzü bembeyazdı, her zaman kıpkırmızı olan dudakları bile…

“Annen ne dedi kediyi görünce?”

“Ne desin, bizi öyle kucak kucağa birbirimize sımsıkı sarılmış görünce, ‘Aman yavrum benden uzak dursun’ diyerek odasına girip kapısını kapattı.”

 “Uzak tutabildin mi bari?”

“Evet, önce biraz ılık süt verip karnını doyurdum. O sırada aklıma geldi adını Uğur koydum. Karnı doyunca alıp koynuma yatırdım sıcak sıcak. Ona annemi anlattım. Bundan sonra sadece benim odamda yaşayacaksın, ben sana bakarım dedim.”

“Uğur çok güzel bir isim, ama kediler pek söz dinlemez, özgür ruhludur onlar.”

“Benim Uğurum dinliyordu. Annemden hep uzak durdu. Salona girmedi, koltukların üzerine çıkmadı. Hemen alıştı odama. Sadece çişi gelince bahçeye salardım onu. Bazen sahile iner buralarda gezinirdik.”

Bu sözlerle birlikte gene ip gibi yaşlar aktı yanaklarına, gene ıslandı kıvırcık kirpikleri. Parmaklarıyla burnunu kapatırken Hikmet Hanım cebinden bir mendil çıkartıp verdi.

“Söyle bakalım güzel kız senin adın ne?”

“Gül, ya sizinki?

“Hikmet.”

“Hikmet ne demek?”

“Bilgelik, yani bildiklerini iyi amaçlar için kullanmak anlamında.”

“İsminizin bir öyküsü var mı?”

“Yok, ben sadece ismime layık olmaya çalışıyorum, ama sanırım senin isminin bir öyküsü var.”

“Evet, nasıl bildiniz?”

“Adım Hikmet ya, işte ondan. Bana isminin öyküsünü anlatır mısın?”

“Aslında benim adım Beyazgül ama herkes bana kısaca Gül der. Bir gün babam bankaya gidiyormuş. Daha o zamanlar ben yokum. Hızlı hızlı yürürken yerde beyaz bir gül görmüş. Gül öyle güzel öyle tazeymiş ki dayanamamış eğilip yerden almış onu. Annem de o sıralar bankada çalışıyormuş. O gün üzerinde bembeyaz bir bluz varmış, yakası dantelli. Babam annemi görünce hemen ona âşık olmuş, ama annemin bundan haberi yok. Babam beyaz gülü uzatıp anneme vermiş ve demiş ki: ‘Bu size çok yakışacak’. Annemin yanakları kıpkırmızı olmuş ve gülü alırken babama utangaç utangaç gülümsemiş. Akşam banka kapanırken babam bir buket beyaz gül satın alıp annemi beklemeye başlamış. Annem bankanın kapısından çıkar çıkmaz hemen yanına gidip -o sırada kalbi küt küt atıyormuş, bana öyle anlatmıştı- ‘Bu gülleri sizin için aldım, benimle arkadaş olur musunuz?’ diye sormuş. Sonra arkadaş olmuşlar, sonra evlenmişler, ben doğunca adımı Beyazgül koymuşlar.

“Ne romantik bir öykü bu Beyazgül, adınla bin yaşa e mi.”

Gül önce biraz gülümsedi, sonra gene ağlamaya başladı. Bir yandan mendille gözlerini, burnunu siliyor bir yandan da “Ben her şeyimi kaybettim” diye hıçkırıyordu.  

Hikmet Hanım onun saçlarını okşarken, “Her şeyimi kaybettim de ne demek, kedin kaybolsa da sevgisi duruyor, onu unutmadın ki,” dedi.

“Elbette unutmadım ama keşke bir kardeşim olsaydı, paylaşmak için.”

“Belki olur.”

“Hayır olmaz, çünkü benim babam yok.”

“Gitti mi?”

“Hayır, Uğur Komutan, yani babam güneydoğuda şehit oldu. Aracına bomba koymuşlar. Anneannem gelip evi toparladı, bizi alıp buraya getirdi.”

“Çok üzüldüm ama sevgisi duruyor, onu unutmadın ki.”

“Unutmadım elbette, insan babasını unutur mu?”

“Unutmaz, o senin sevginde her zaman yaşayacak.”

Artık Hikmet Hanım’ın da de gözleri dolmuştu, cebinden iki yeni mendil çıkarttı, ama Gül elini uzatıp mendili almadı, “Anne, anneciğim,” diye ok gibi yerinden fırlayıp koşmaya başladı. Hikmet Hanım bu küçük kızın kaderinden o kadar etkilenmişti ki, yerinden kalkacak gücü bulamadı, onun arkasından baka kaldı. Bir süre sonra yavaş yavaş toparlanıp kalktı yerinden ve Gül’ün koştuğu tarafa yöneldi. O zaman kucağında Uğur kedisiyle, hapşıra hapşıra, gözleri ve burnu kıpkırmızı gelmekte olan Gül’ün annesini gördü. Annesi, Uğur’u alelacele kızının kucağına verip “Ben hemen eve gidip ilacımı alacağım, sen de çok oyalanma,” derken başıyla Hikmet Hanım’ı selamladı ve koşa koşa oradan uzaklaştı. 

Beyazgül kucağındaki kediyi Hikmet Hanım’a verdi. “Bakın ne yumuşak ne uysal değil mi? Sizi de üzdüm biliyorum, ama en azından sonu iyi bitti. Biz her sabah buradayız, gene görüşelim, her şey için teşekkürler. Hikmet Hanım yavaş yavaş yoluna devam etti. O şimdi annesini, babasını kaybeden bütün çocuklar için ağlıyordur.