Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümü, Beykent Üniversitesi Sinema-Televizyon bölümünden mezundur. İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Özel dershanelerde rehber öğretmenlik yapmıştır. Devlet okullarında felsefe öğretmenliği yapmaya devam ediyor. Yazıları Varlık, Sakinyurt, 46’lık, Kırmızı Kalem Edebiyat, Lento Dergi, Pikara Kadın Harekatı, Prolog Dergi, Sanat Kritik, K24 Kitap, Panzehir Dergi ve 46’lık Dergi’de yayımlandı. “Mor kalemler 1 ve 2”, “Eylül”, “Şehrin En Alt Katı”, “Leyla Buradan Taşındı”, “2022 Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Seçkisi”, “Dışarıda Kalanlar” adlı seçkilerde yer aldı. Çeşitli yazarlarla yaptığı röportajlar bulunmaktadır.

“Güneş doğdu ne güzel!”
Koşuyorum anneme. Uyuyor. Yüzünde ak saçları, alnı dalgalı…
“Güneş doğdu,” diyorum fısıldayarak.
Ablam uyansın istemiyorum, bütün gün tarlada, yorgun.
“Tamam, kuzum geliyorum. Söyle güneşe beklesin,” diyor.
Çıkıyorum kapının önüne. Göz kırpıyor güneş.
“Duydum, gidecek yerim yok, bütün gün buradayım,” diyor.
Tozu dumana katan bir araba geçiyor önümden. Öksürüyorum. Araba da öksürüyor. Ardında bırakıyor dumanını. Birden duruyor. İçinde bir kız, saçları lüle, gözlerini seçemiyorum. Bir adam avuçlarını öpüyor kızın. Babası olmalı. Ağlıyor adam kızı bırakırken. Sonra gerisin geri geldiği gibi gidiyor. Gülümsüyorum kıza, o gülmüyor. Dalgın… Yüzü yerde, alnında perçemleri. Ahmet abinin sesi geliyor.
“Geldi, geldi,” diyor annesine.
Pis cimri. Verir mi bize eriklerini? Hepsini kendi yer, sonrası karında ağrı. Zehra teyze çıkıyor dışarı topallayarak. Eli böğründe. Kızı çekiştiriyor.
“Ne bekliyorsun, girsene içeri,” diyor.
Kız ayaklarını sürüyor, girerse çıkamayacakmış gibi direniyor. Saçlarına yapışıyor Zehra teyze.
“Nereden çıktı bu kız?” diyorum kapıya çıkan anneme.
“Kim bilir oğlum, bu seferki çok küçükmüş,” diyor, anlamıyorum.
“Benimle oynar mı?” diye soruyorum.
Annemin gözleri doluyor, anlamıyorum.
“Kızlar çocuk olmaz,” diyor annem, anlamıyorum.
Kızlar oyun oynamazlarmış, anlamıyorum. Anlamadıklarımın altına yazıyorum annemin anlattıklarını. Hiçbir şeyi unutmam ben. İstesem de yapamam ki.
“Kafam ne kadar sıcak anne bak,” diyorum.
“Güneş geçmiş kafana, haydi içeri,” diyor.
“Hayır, geçmedi, orada bak güneş,” diyorum.
Gülümsüyor… İkiletmiyorum, dinliyorum onu. Ben de ona gülümsüyorum. Yarın, öbür gün, ertesi gün, her gün bakıyorum Zehra teyzenin evine. Önünden geçiyorum, arkasından dolanıyorum evin, kız yok. Arka pencerenin perdesi kıpırdanıyor. Bir çift siyah göz parlıyor. Siyahmış gözleri, diyorum içimden. El sallıyorum, sıkı sıkı kapıyor kalın perdelerini. Zehra teyze çıkıyor dışarı. Beti benzi atmış, bana doğru koşuyor. Topal bacağını sürüklüyor.
“Köpek oğlu köpek, var git evine.”
Elindeki taşları fırlatıyor, anlamıyorum.
“Defol git, dolanma buralarda,” diyor, anlamıyorum.
“İçerde mi?” diyorum.
“Kim?” diyor anlamamış gibi.
“Kız,” diyorum. “Hani benim gibi çocuk olan.”
“Ne çocuğu ulan. O benim oğlumun, Ahmet’imin avradı,” diyor.
Elindeki taşlardan bir tane daha fırlatıyor. Alnıma değiyor. Kanıyor, siliyorum.
“Defol git Allah’ın delisi,” diyor.
“Zehra teyze yapma, bana deli deme diyorum,” sinirleniyor, köpükler saçılıyor ağzından.
“Delisin tabii, baksana haline. Elini, kolunu, başını tutamıyorsun. Her biri ayrı ayrı oynuyor. Delisin işte delisin.”
Sayıyorum, tam on defa. Ona kadar sayabiliyorum. Daha fazlasını söylüyor. Üç defa on daha.
“Değilim,” diyorum.
“Bırak oynayalım gelininle, o da benim gibi çocuk,” diyorum.
“Git başkasıyla oyna,” diyor.
“Kimse benimle oynamıyor. Bırak be Zehra teyze, bırak o da oynasın,” diyorum.
Elinde taş kalmamış. Yumrukluyor beni.
“Yapma Zehra teyze,” dinlemiyor beni.
“Seni bir daha evin etrafında görürsem, çifteyi dayarım alnına,” diyor.
Babamın alnındaki boşluk geliyor aklıma, çiftenin boşluğu… Koşuyorum. Zehra teyzeyi babamdan kalan boşlukta, yumruğu havada, küfrü ağzında öylece bırakıyorum. Güneş işi gücü bırakmış bizi izliyor. O da görüyor her şeyi.
Annem içeride, mutfakta. Elinde patates, dalgın… Soyuyor, dalgın… Dilimliyor, dalgın… Yağa atıyor, dalgın… Cosluyor yağ, uyanıyor annem. Bana bakıyor, gülümsüyor. Ben de ona gülümsüyorum. Alnımdaki yara da gülümsüyor.
Patatesler kızarıyor. Tabağa dolduruyor. Çatalı geçiriyorum, ağzım yanıyor. Annem üflüyor. Patatesi değil, ağzımı. Serinliyorum. Eli alnımda. Yaramı seviyor. Karşımda Ahmet abinin çocuk karısı. Hayalet gibi bir şey. Çatalımı alıyor, birkaç tanesini atıyor ağzına patateslerin. Yan komşudan bir çığlık sesi… Gerçek kızın sesi olmalı… Hayalden kız karşımda hâlâ gülüyor. Gitmeye yelteniyor. Tutuyorum hayali kolunu.
“Gitme,” diyorum, oturuyor.
Çığlıklar kulağımızı yırtarken biz oynayacağımız oyunu düşünüyoruz.