1973 İstanbul doğumlu. Nişantaşı Anadolu Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği mezunu. 2021 yılında emekli oldu. Ailesiyle yaşıyor.

Haziranda gideceğim buralardan. Nereye bilmiyorum. Şimdi başlasam anca toparlarım bu odayı. Dolaplarımı, çekmecelerimi, yatağımın altındaki sepetleri. Hele şu aynalı dolabın içindeki ıvır zıvır kutularını. Bazanın içinde cenaze namazı kılınmış ama toprağa verilememiş cesetler gibi koyun koyuna yatan, otuz altı beden mantolarımı vermeliyim artık birilerine. Yaz ortasında da kim sevinir kürk yakalı kaşe kabana?

Ben giderken pırıl pırıl, efil efil olmalı buralar. Arkamda bıraktıklarım topçuklanmış, ağzı burnu yamulmuş kazaklarımla; lastikleri gevşemiş, rengi atmış donlarımla, yüz yıldır sürülmemiş şişesinin dibinde çoktan kurumuş ojelerimle muhatap olmamalı.

Haziranın kaçında giderim, onu da bilemiyorum şimdiden. Doğum günümde bu kapının hangi tarafında olmak daha iyi gelir ki bana? Kokusunu, dokunuşunu ezbere bildiğim, bazen şefkatle sarmalayan, bazen de üzerime çullanan bu tanıdık bildik yatakta mı açmalıyım ellinci yaşımın ilk sabahına gözlerimi? Elli yaşımın tüm bilgeliğiyle, yarısından çoğu üzerime olmayan kıyafetlerle dolu olan dolabın karşısında dikilip hiç zaman kaybetmeden yine o pantolonu mu alacağım elime? Haşmetli göbeğimi ve ondan geri kalmayan kıçımı kamufle eden, dünya üzerinde hiçbir yerde hiçbir zaman moda olmamış kalıbıyla, menopozlu teyzelere has, o müstehzi tebessümüyle beni selamlayan şekilsiz pantolonum.

Ne yapıp edip gitmeden hafifletmeliyim bu odanın yükünü. Annemden onay almadan, hatta ona hiç duyurmadan kurtulmalıyım bu daracık elbiselerden, tek bacağımın bile girmediği pantolonlardan, bir zamanlar, içinde kendimi prenses gibi hissettiğim kloş eteklerden, önleri kavuşmayan ceketlerden. Hiçbirinin içine bir daha sığamayacağımı annem de biliyor aslında. Sadece vedalaşamıyoruz onlarla bir türlü çünkü hâlâ çok güzeller. Eski de görünmüyorlar. Onlara en az benim kadar iyi davranacak birilerinin eline geçsin istiyorum şu canım etekler, bluzlar. Böyle diye diye yıllardır iki kapılı dolabın yılmaz bekçileri oldu otuz altı beden kıyafetler. Sevdiğim ama artık bana bir faydası olmayan bir yığın tekstil ürünü bir yanda, onlardan geriye kalan küçücük alanda sevemediğim, hor gördüğüm, üzerime giydiğimde şimdiye kadar bir Allah’ın kulunun başını çevirip de bir kez bile iltifat etmediği çul çaput kümesi öte yanda. 

“Kendime bunu niye yapıyorum?” sorusunun cevabını hazirana kadar bulmalıyım. Elliye ayak basmadan XL etiketler ve lastikli belli, bol kesim kotlar ile sulh ilan etmeliyim artık. Popomu örten, göbeğimi saklayan o tişörte -sırf markasının imajına sinir olduğum için- daha az saygı duymaktan vazgeçmeliyim. En az, on sene önce neredeyse âşık olarak aldığım o daracık gömlek kadar sevmeliyim onu. Ve artık o da kendini sığıntı gibi hissetmemeli bu dolapta. Haziran bitmeden kıyafetlerim hakkında sanki her birinin ayrı bir karakteri varmış, hatta canlılarmış gibi konuşmayı bırakmalıyım. Dünya üzerindeki ellinci yılıma daha sakin bir kafayla merhaba demeliyim.

Gideceğim buralardan. Haziranda. Silmem, unutmam ve bırakmam gerekenleri yanıma almayarak. İçimde, varlığından emin olduğum ama konumunu bir türlü tespit edemediğim pırıltılı, neşeli, şık ve güzel bir yeri bulmaya. Gitmezsem bulamayacağım. Gitmezsem kaybolacağım.