1968 yılında Trabzon’da doğmuştur. Yedi yaşından beri ailesinin de desteği ile çok iyi bir okurdur. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun olmuştur. Evli ve iki çocuk sahibidir. En büyük ilgi alanı, kariyeri boyunca hep daha çok zaman ayırmak istediği edebiyattır.

Sabahın beşinde kapımı yumrukluyor Kaçık Neriman. Lakabının hakkını verir hep. Bir yandan da bağırıyor “Meryem kalk çabuk, koş gel hadi çabuk!” Yetmiş beş yaşındayım deli kadın, en son ne zaman koştum hatırlamıyorum bile. Koşmayı bırak yataktan çabuk kalkmam bile imkânsız. Gece uyurken bütün kaslarım, kemiklerim büzüşüyor sanki, sabah olduğunda da açılmıyorlar bir türlü, o yüzden yatakta esnetmem lazım kendimi, artık ne kadar yapabilirsem. Sonra da ”Ah, of!” diye diye yavaşça kalkmam. “Koş” diyor kadın bana. Belki ölmek üzeredir düşüncesi canlandırıyor beni, bir hevesle iniyorum merdivenleri. Mayosunun üzerine giydiği geçen yüzyıldan kalma plaj elbisesi ve taranmamış saçlarıyla duruyor karşımda, kesinlikle durumu ölümcül değil ama şaşırmış bir şeye belli ki. “Benimle sahile gel hemen, çok çok acayip bir şey var! Biri var inanmazsın, koş hadi gidelim Meryem!” Sabah kaçta kalkmış, hazırlanmış, sahile gitmiş ve bir şey görüp şaşırıp geri dönmüş.

“Geliyorum be kadın! Sus artık, ne saçmalık gördün acaba! Güzel bir şey olsa bari. Şu Amerikalı artist çocuk var ya, boşandı hani karısından, bir dolu çocukları vardı. Brad ha Brad, işte o gelmiştir inşallah sahile. Yoksa saçını başını yolarım senin.”

Saçını yolmak demişken, bunu gerçekten yapmıştım. 1971 yılına girilen yılbaşı gecesi, kocalarımızın mühendis olduğu fabrikanın balosunda, peruk varmış kafasında, elime gelmişti, istemiş ama tam anlamıyla yolamamıştım saçlarını, fazlasıyla hak etmişti oysa. O günden sonra Deli Meryem’e çıktı adım, o kasabadan bozma şehirde. Kimse görmedi mi kocamla dans ederken gözlerinin içine nasıl da bakıyordu, yani bir tek ben mi gördüm? Ben de onun kocasıyla dans ettim ama usturuplu, hanımefendi gibi. Çok yakın arkadaştı kocalarımız, biz de birbirimizi sevelim istediler hep ama boşuna, ısınamadık hatta zamanla sinir olduk birbirimize. Hep kıskandı beni, daha güzeldim, kocam daha yakışıklıydı, evim daha temiz, yemeklerim daha lezzetliydi.

Onun çatlak olması da yine bir fabrika eğlencesinin sonucudur. Herkesin bir şeyler yapıp getirdiği o piknikte, benim mayalı açmam çok beğenilince sinirden kudurmuş, güya kaza süsü verip açma tabağını -Allahtan az kalmıştı herkes tadına bakmıştı neredeyse- yere düşürmüş ve ne hikmetse o anda midesi bulanmış, kalan açmaların üzerine kusmuştu. Neymiş gebeymiş, neymiş ben hiç hamile kalmadığım için anlamazmışım, inşallah benim de başıma gelsinmiş. Gelmedi işte çatla Neriman, hiç hamile kalmadım hiç midem bulanmadı hiç çocuğum olmadı! Kocam hiç şikâyet etmezdi bu durumdan, “Sen benim denizkızımsın” diye severdi beni.

Kuzey Ege’de sakinlerinin fazla sakin bulup zamanla terk ettiği bir sahil sitesindeyiz. Bizim gibi birkaç ihtiyar gelir yazları, her yaz eksilir sayı biraz daha. Neriman’la ayrılamayız çünkü evlerimiz aynı çatı altında, zamanında pek afili olan ikiz villalardan. Kocalarımız birbirleriyle yaz tatillerinde ve emekliliklerinde de ayrılmak istememişler, gidip bu evleri almışlar bizden habersiz. Yaşlanınca aramız düzelir sanmış olmalılar, bizimki benim hırçınlıklarımı ve temizlik takıntımı çocuğumuz olmamasından sandı hep. Oysa hayata sinirliyim ve dünya çok pis, temizle temizle bitmiyor.

Neriman’ın tek oğlu okudu, iş bulup Amerika’ya gitti. İlk yıllar yazları gelirdi buraya. Çok severim Nihat’ı, annesinden ayırmazdı beni, akşamları mecburen yanyana balkonlarda otururken komik şeyler anlatır, güldürürdü bizi. Neriman’a bakmadan gülerdim hep. Evlenmiş sonra Nihat ve uçak korkusu başlamış, gelemez oldu. Bizim çatlak da tek başına uçağa binip gidemez, kaldı öyle benim gibi bir başına. Beş kedi besliyor evinde, ona daha çok sinir olayım diye. Güya ben de onu sinir etmek için örtüleri silkeleyip duruyormuşum gün boyu. Onun tarafına doğru silkeliyorum ne var, zaten pis bahçesi. Kediler mi rahatsız olacak acaba.

Geldik sonunda deniz kenarına, o da ne ilk defa haklı bu kadın, acayip çok acayip bir şey, biri, kocaman bir denizkızı uzanıyor denizin kenarında.

“Bu ne Neriman ölecek miyiz, bu şey mi, Azrail gibi bir şey mi?”

“He, senin kocan bununla kırıştırıyormuş öteki tarafta. Seni almaya da kendi gelmemiş, kızı yollamış.”

“Yakışıklı adamdı benimki istediğiyle kırıştırır sana ne, hem bunun alt tarafı yok balık gibi baksana.”

“İçin rahatladı mı Deli Meryem, kocan fazla ileri gidemez bununla.”

“Susun! Susun artık ne çok konuştunuz, şimdi beni dinleyin” diye bağırdı denizkızı. Birbirimize baktık Neriman’la şaştık, sustuk kaldık öyle. “Ölüyorum ben, bu denizlerdeki her canlı gibi, farkında bile değilsiniz. Bu denizde yaşayan bir şey yok artık. En çok ben direndim; çocuklarım gibiydi irili ufaklı balıklar, yengeçler, mercanlar, yosunlar, ahtapotlar, denizanaları, minnacık planktonlar, öldü hepsi.”

Denizin üzerinde sürüklenen balıklara baktı, gözleri dolu dolu oldu. Kuyruğu ile onlara, okşar gibi dokundu. Çocuklarından ayrılan bir anne gibiydi.

“Şimdi sıra bende, son kez bakayım dedim kara dünyasına, son kez. Bizim dünyamızı yok eden insana son kez bakayım dedim. Siz ikiniz son gördüklerim olacaksınız. Sizin de zehirlenmeden denize girebildiğiniz son yaz olacak. Gitmem gerek, suya girip nefes almaya çalışmam gerek, alamayacağımı bile bile. Olsun, denizkızı dediğin denizde boğulmalı.”

Gitti öylece, hiç gelmemiş gibi. Bir süre kaldık sahilde, bakmaya devam ettik.

“Gel, gidip kahvaltı edelim” dedim Neriman’a.

“Beraber mi?”

“Beraber.”

“Şimdi mi?”

“Şimdi.”