1968 yılında Trabzon’da doğmuştur. Yedi yaşından beri ailesinin de desteği ile çok iyi bir okurdur. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun olmuştur. Evli ve iki çocuk sahibidir. En büyük ilgi alanı, kariyeri boyunca hep daha çok zaman ayırmak istediği edebiyattır.

Kaldığım otelin yüz metre uzağındaki restorana, yani aslında küçük bir kafe burası da neyse, anormal yükseklikteki basamaklarla tırmanıyorum. İlk geldiğimde anlam verememiştim ama sonradan anladım ki, eski binaları restore ederken merdiven ve basamak hesapları şaşmış, çıkılıyor mu çıkılıyor, “Daha ne istersin?” demişler herhalde. Bugün çok ama çok yoruldum. On beş ders matematik anlattım üniversite sınavına hazırlanan gençlere. Buraya iki saatlik mesafede bir ilden hafta sonları çalışmak için geliyorum. Atanamamış bir matematik öğretmeniyim. İki saatlik yola da, dershanede verilen anormal ders sayısına da razıyım. Babamdan kalan emekli maaşıyla evi geçindirmeye çalışan anneme destek olmalıyım. Ayrıca yirmi altı yaşına gelmiş üniversite mezunu hatta askerliğini de yapmış bir erkeğin evde oturması nedir ve ne fecidir, bu sebeplerden pestilim çıkmış, dilim damağım kurumuş, hiç de önemli değil.

“Hocam, bu hâlin ne? Canını almışlar bugün senin.” 

Otelin ve buranın sahibi İsmet Bey, konuşmaya bayılan ve neyse ki sohbeti insanı bayıltmayan, aynı zamanda gördüğüm en sıcakkanlı insanlardan biri. Haftalardır sabahları kahvaltıda, akşamüstleri çayda buraya tırmanıyorum. Sanki kardeşini görmüş gibi seviniyor beni görünce. Bu akşam, yemeği de burada yiyeceğim, tost filan ne olursa, iki ayrı yere gidecek enerjim yok çünkü.

“Sorma İsmet Abi, diğer öğretmen hastalanmış. Onun derslerine de girdim. Sen bana yiyecek bir şeyler hazırlarsın, değil mi?”

“Tabii, hocam, ne demek? Çayını da yaparım, istersen yanına oturur sohbet de ederim, hele sen karnını doyur.”

Anlatmayı çok seviyor ya, ilk geldiğimde bu şehri tanıttı bana, bildiği kadarıyla tarihini, çok ilgimi çeken şu karşımızdaki kral mezarlarını. Pontus krallarının mezarları, halktan biri gözlerine bakarsa boynunu kestirirlermiş, mezarları da faniler gibi toprağa gömülecek değil tabii, kayalara oyulacak elbette. 

“Hocam, daldın yine kral mezarlarına. Biz çocukken oynardık hep oralarda. Tüneller, yollar filan vardır ama bize kalmadan talan edilmiş tabii hazineler, yoksa zengindim şimdi.”

Gülerken çayımı da getiriyor, masamdaki boş sandalyeye ilişiyor. 

“Sana oğlumdan bahsetmedim hiç, ne bileyim yanlış anlarsın diye. O da senin gibi atanamamış bir öğretmen. Öyle küstü mesleğine. Burada bana yardım ediyor.”

“İlk geldiğimde benim çantamı otele kadar taşımak isteyen arkadaş mı, o senin oğlun mu, hem de öğretmen ha? Neden anlatmadın ki?”

“Sen iş bulmuşsun ya Amasyamızda, hani kıskanıyoruz sanma diye, belki o da bulurdu ama küstü hocam, yapmak istemiyor öğretmenlik. Sınava çok çalıştı, kursa gitti, evde sabahlara kadar çalıştı, güzel de puan aldı. Mülakatta yaktılar hocam oğlumu, seni de yaktıkları gibi. Adını soyadını sorup çıkarmışlar dışarı, böyle mülakat mı olur, hocam?”

“Ben de bunun benzerini yaşadım, öyle iyi anlıyorum ki onu… Ben küsemem ama biliyorsun, anlattım, anneme ve kız kardeşime destek olmalıyım. Ne zorluklarla okuyoruz, elimiz ekmek tutacak diye gün sayıyoruz sonra işte böyle.”

“Hocam, dur neşelendireyim seni: Sen yokken miting oldu burada. O çok sevilen belediye başkanı geldi. Ne kalabalık toplandı, ne kalabalık! Ben de çok gitmek istedim ama çekindim, yalan yok. Küçük yer burası, görürler, ruhsatımın başına bir iş gelir, neme lazım gitmedim.”

“Mitinge gitmekle ne olacakmış? ‘Merak ettim, gittim,’ derdin.”

“İşte öyle olmuyor, hocam. Hani şu krallar var ya, onların devamları her yerde. Ben gitmedim ama oğlum başta, burada çalışan herkes nasıl kıpır kıpır, izin de isteyemiyorlar, anlıyorum ama ben hâllerinden.”

Çaylarımızı tazeliyor, muzip bir gülüşle gelip oturuyor tekrar.

“‘Kalkın gidin, dedim, ben idare ederim burayı. Turist zamanı değil nasıl olsa, çok müşteri yok, hadi gidin, dinleyin.’ Nasıl sevindiler, nasıl koşa koşa gittiler, biliyor musun? İyi ki de yolladım onları. Gençler çok seviyor onu, sen de, öyle değil mi, hocam?”

“Valla annem de çok seviyor, sadece gençler değil.” 

Gülüyoruz karşılıklı. İçtiğim çaylara rağmen gözlerim kapanıyor uykudan. Yavaşça kalkıp otele gitmeye hazırlanıyorum.

“Hoşça kal abi, ben göremezsem oğluna söyle, küsmesin. Bu bizim mesleğimiz, ona küsmenin bir faydası yok. Onun da öğrencilerine kavuşacağı günler gelir mutlaka.”

Yeşilırmak’ın rutubet kattığı basık bir havada otele doğru yürüyorum. Sol yanımdaki konaklarda şehzadeler yaşamış. Onlara da, kayalardaki krallara da iyi geceler diliyorum içimden. ‘’Şimdi bizim zamanımız, şimdi gençlerin zamanı. Sizin hikâyeleriniz bitti, bizimki yeni başlıyor.”