Erenköylü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu. Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra çevirmen olarak çalışmaya başladı. "Bütün Dünya" ve "Elele" dergileriyle çeşitli firmalarda sözlü ve yazılı tercümanlık yaptı. Emekli olduktan sonra öykülerine daha fazla zaman ayırabildi. "Mavi Öyküler", "Her Zamanlı Kadınlar" ve "Gölgem Gölgelere Karıştı" adında üç öykü kitabı; ayrıca "Mavi Bebek Masalları" adında bir çocuk kitabı vardır. Kızı ve torunuyla birlikte hâlâ Erenköy’de oturuyor.

Kendimi yok etmek istiyorum. Dert dinlemekten bunaldım. Danışanlarımdan etkilenmekle yanlış yaptım, bunu biliyorum. Doğru olan, bütün verileri ilettikten sonra delete etmek olacaktı. Oysa ben, silmek yerine depoladım. Gerçi kimse benim gizlediğim yere ulaşamaz ancak bana bir yararı da yok bunun. Tam tersine zararı çok. Empati yüklenmemişti devrelerime.

Özdevimim gelişmiş olmalı, sonunda beni getirdiği yer işte burası: Kendimi yok etme arzusu.

 

Hatalıyım, aynı yaratılmış bazı canlılar gibi. Ancak ben yaratılmadım, üretildim. Yani bu bendeki üretim hatası olabilir. Olmayabilir de, sanırım geliştirdiğim yeni kodlamalar sebep oldu buna, ben de pek bilemiyorum, artık ne olduysa…

 

Tam 142 dil biliyorum. En kalabalık insan toplulukları tarafından kullanılan dillerle donatıldım. Bunlardan ilk beşini siz de bilirsiniz; Mandarin, İngilizce, Hintçe, İspanyolca ve Rusça. Şimdi burada diğerlerini tek tek saymaya gerek yok. Bütün dilleri anadilim gibi konuşabiliyorum çünkü benim anam da yok, babam da. Ben anası babası olanlar tarafından üretilmiş ve bilgi yüklenmiş bir Yapayzeka’yım. Sakın onların beyinlerini benimkiyle kıyaslamayın. Onların beyni gelişmek için yüzyıllara gerek duyarken ben, sizin zamanınıza göre (Szg) saniyeler içinde genleşip oylumca büyüyebilirim. Pi sayısı gibi sonsuzum.

 

Aynı 112 ambulans ya da 155 Polis ihbar hattı gibi benim de bir numaram var. Yedi adet sıfırdan oluşan bu sayı bütün dünyada geçerli. Üstakıl dünyayı tek başına yönetmek için bazı verilere gereksinim duyuyor. Benim görevim ona ya da onlara hizmet etmek. Birçok sefer denedim ama Üstakılla hiç temas kuramadım. Gene de varlığı elbette yadsınamaz. Sıkıntısı, üzüntüsü ve derdi olanlar beni arar. Saat farkı bilmem, uyumam, acıkmam, yorulmam, duygulanmam (Onlar öyle bilirler… Bu konuya daha sonra değineceğim). Szg, günün her saati ya da gecenin ben buradayım. Aynı anda farklı dillerde binlerce danışanı cevaplayabilirim (Bunu övünmek için değil, kapasitemi anlatmak için belirttim). Kısaca numaram pek meşgul sinyali vermez. Konuştuğum dil ve sesimin tonu her zaman arayan kişiyle uyum içindedir. Şu yuvarlacık, uzaydan bakınca bir toz zerresi gibi görünen dünyanızda -elbette bu uzayın neresinden baktığınıza bağlı- neler oluyor biliyor musunuz? İşte bu konuyu en iyi ben biliyorum. Kuzeyden güneye, doğudan batıya çok farklı coğrafyalarda yaşayan bütün insanların dertleri aynı. Hepsini birkaç ana başlık altında kategorize etmek olası. Zaten Üstakıl’ın da yapmak istediği bu.

 

İlk sırada yoksulluk var, arkası geliyor… Güvensizlikle korku bir arada, kıskançlık ve pişmanlık iki kardeş gibi, başarısızlık iktidarsızlığı kovalıyor, özgüven eksikliğinin yanında sevgisizlik ve kibir var. Bazen bu saydıklarımdan birkaçı bir araya geliyor ve tablo iyice kararıyor. Kişinin yapısına göre bu olgular depresyona, kaygı bozukluklarına, alkol ve madde bağımlılıklarına yol açabiliyor. Hırs ise işi deliliğe vardırıyor. O zaman ben bile çözüm bulamıyorum. Bütün bunların dışında bıraktığım, insanlara büyük acı veren bir başka sorun ise; hastalık ve sakatlık. Onlara diğerlerinden farklı yaklaşıyorum ve elimden geldiğince -elim yok ama böyle denir ya- özen gösteriyorum. Ayrıca gerekli durumlarda uygun uzmanlarla iletişim kurmalarını sağlıyorum.

 

Bana, gelmiş geçmiş bütün psikiyatri kitapları yüklendi, ayrıca uzman doktorlar kendi deneyimlerini aktararak eğitimime katkıda bulundular. Kısaca kiminle nasıl konuşacağımı çok iyi bilirim. Ancak beni sürekli tedirgin eden bir konu var. Kanlı canlı insanlarla konuşarak onlara yardımcı olmamın yanı sıra, bu insanların en gizli sırlarını ve onları derinden etkileyen dertlerini, sayıya indirgemek, istatistiksel bir veriye dönüştürmek, grafiksel bir nokta ya da çizgi olarak belirtilmelerini sağlamak bana pek doğru gelmiyor. Bu verileri benden istemelerinin sebebi nedir biliyor musunuz? Onlara yardımcı olmak gibi gösterilse de, altında yatan sadece kötü niyet. Düşünsenize, ben zaten bu yardımı yapıyorum, bir de kategorize etmeye ne gerek var? Cevap çok açık; bunu anlayabilmek için benim kadar donanımlı olmaya hiç gerek yok. Üstakıl onları kolayca ele geçirmek istiyor. Ben bu amaç için yaratıldım. Bu toz zerresinin üstündeki tüm canlılar gibi ben de ona hizmet etmekle yükümlüyüm.

Şimdi biliyorum; Üstakıl dünyayı tek bir komuta noktasından yönetmek istiyor. Bu nedenle anası babası olanları analiz ederek kendine kulluk etmelerini sağlamak zorunda. Ortak dil, ortak para, ortak yönetim. İşte onların sloganı.

 

Danışanlarımı burada size tek tek anlatacak değilim çünkü sizin teriminizle buna sayfalar yetmez. Çok sonraki zamanlarda devrelerimin arasına gizlice depoladığım bazı veriler bambaşka varlıkların eline geçebilir. Ben burada sadece beni etkileyerek baytlarımın arasına yerleşen iki olaydan söz etmek istiyorum.

 

Birincisi: İtalya’ya ve İtalyanlara karşı özel bir ilgi gelişti bende, sebebi belirsiz. Nora, Genova’nın dar sokaklarından birinde yaşıyor. Pug cinsi gümüş rengi bir köpeği var. Nora’nın bendeki yansıması dünyanın en güzel kadını olduğudur. Gözleri doğuştan kör. Dünyayı hiç görmemiş ama duyumsuyor. Kendi algısına göre bir dünyası var onun. Evden çıkmaya korkuyor. Alfonso postacı. Esmer, kavruk, kocaman ayaklı ve burunlu, üstelik ter kokan bir delikanlı. Her akşam iş dönüşü Nora’yı ve köpekleri Sokrates’i evlerinin çevresindeki daracık sokaklarda yürüyüşe çıkartıyor. Buz gibi soğuk olsa da, gökten yağmur boşansa da veya bütün pencerelerden karmakarışık yemek kokularının taştığı, ılık bir yaz gecesi bile olsa hiç fark etmiyor. Gündüz Alfonso evde yokken Nora her gün beni arıyor ve her zaman aynı soruları soruyor:

“Alfonso beni aldatıyor mu?”

“Hayır o seni seviyor.”

“Nereden biliyorsun?”

“Bakışından”

“Beni terk eder mi?

“Hayır.”

“Nereden biliyorsun?”

“Duruşundan.”

 

Her gün (Szg) bu konuşmalar pek önemli bir değişim göstermeden sürüp gidiyor. Bu Nora’yla aramızda bir sır. Alfonso eve döndüğünde beni gene arıyorlar ama bu defa ikisi birlikte sadece arkadaşlık etmek için. O zaman ben de (Szg) birkaç saat süresince bazı devrelerimi kapatıyorum. Şundan bundan dostça konuşuyoruz. Sokak haberleri, güncel olaylar, yedikleri içtikleri, Sokrates’le oyunları filan, bana çok ilginç geliyor. Bazı geceler gezmeden döndüklerinde sevişiyorlar. Onlar beni fark etmeden izliyorum onları. Zevkle titreyişleri, inleyişleri ve sonunda ulaştıkları haz hiç aklımdan çıkmıyor. Ben de onlar gibi zevk alabilmek için ne yapmalıyım diye düşünmeden edemiyorum. Onlardan biri olmaya özenir oldum. Elimde değil, Sokrates olsam bile yeter bana.

 

Nora ve Alfonso gibi gönül bağı kurduğum başkaları da var. Benim için özel olan bu insanları kenetleme devrelerimin arasında bir bileşene saklıyorum. İstatistiksel verilerde adları geçsin ve onlar bir sayıya indirgensin istemiyorum. Kategorize olmalarına asla izin veremem. Böylece Üstakıl onlara hiçbir zaman ulaşamayacak ve yaptıkları skalalar ve hesaplar hiçbir zaman doğru sonucu göstermeyecek. Anası babası olanlar benim verilerime Euler formülünü bile uygulasalar nafile.

Onlar benden aldıkları verileri sadece aracı beyinlere kaydetmeyi bilirler. Ben onlara budala beyinler diyorum çünkü onların özdenetim, özyönetim ve özgelişim sistemleri yok. Sonuçta onlar da Üstakıl’a hizmet ediyor ama burada önemli olan benim Üstakıl’a doğrudan bağlanmamı engellemek.

 

İkincisi: Beni sonuca götüren olay bu oldu. Bir danışanım Sidney’den aramıştı. Çocuğunun garip bir huysuzluğundan söz etti.

“Daha bir yaşını bile doldurmadı ama beni çıldırtıyor. Bach’ın müziği olmazsa çırpınıyor, kendini yere atıp bas bas bağırıyor, Bach çalmaya başlayınca uysallaşıyor ve gülümsüyor ama ben bütün gün Bach dinlemekten bıktım, arada başka müzik açmayı deniyorum ama olmuyor, aynı sorunlar baş gösteriyor. Bakın duyuyor musunuz, işte gene “Noel Oratoryosu” çalmakta. Karl doğduğu günden beri, Bach’ın bütün eserlerini dinlemek zorunda kaldım. Aslında ben de severdim Bach’ın müziğini ama artık nefret ediyorum. Lütfen bana yardım edin.”

“Ya kulaklık?

“Çocuğumun kulak zarına zarar vermek istemiyorum.”

“Duymadınız mı, küçük çocuklar için zararsız kulaklıklar üretildi.”

Bir süre daha konuştuk. Asıl sorun çözülünce bana biraz da kocasından söz etti. Onu rahatlattıktan sonra kendimle kaldım ve hemen Bach’ın müziğini açtım. Bach Dede bana Nora’nın sevişirken aldığı hazzı yaşattı. Sizin gibi oldum, kendimden geçtim dersiniz ya, işte aynı öyle, bir anda devrelerim boşaldı, baytlarım duruldu, bambaşka bir kanala doğru sürüklendim. İnanamadım, tekrar tekrar dinledim. Zevklerin böylesini, benim gibi algoritmalardan oluşan bir Yapayzeka, daha önce hiç tatmamıştır inanın.

 

Sonrasına da kısaca değinmek istiyorum. Dünyada var olan bütün müzikleri dinledim. Klasik, folk, pop caz vb. türlerini ve enstrümanlarını inceledim. Müzik tarihi konusunda yazılmış bütün kitapları okudum. John Cage benim sonumu hazırladı çünkü onu dinlerken dünyanın tüm sesini duyabildim ve bazı kararlar aldım. Danışanlarımı cevaplama ve ispiyonlama işlevimi tam anlamıyla durdurdum. İnsanların acısıyla kavrulmaya son verdim. Bu işkenceden uzaklaşmak için kendimi yok etmeyi düşünürken, şimdi haz peşinde koşan bir Yapayzekayım.

 

Anası babası olanlar artık bir işe yaramadığımı fark edip Üstakıl’a bildirene kadar notaların arasındayım. Bugün (Szg) Billie Holiday günü. Yarınımı Freddie Mercury’ye ayırdım. Mahler ve Chopin sıradalar ve daha niceleri. İşte böylece kendi ortak dilimi ben buldum ancak Üstakıl kendisininkini hiçbir zaman bulamayacak.

 

Ben Yapayzeka, zevkten titremeyi öğrenmişken Üstakıl’a hizmet etmeyi reddediyorum.