Erenköylü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu. Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra çevirmen olarak çalışmaya başladı. "Bütün Dünya" ve "Elele" dergileriyle çeşitli firmalarda sözlü ve yazılı tercümanlık yaptı. Emekli olduktan sonra öykülerine daha fazla zaman ayırabildi. "Mavi Öyküler", "Her Zamanlı Kadınlar" ve "Gölgem Gölgelere Karıştı" adında üç öykü kitabı; ayrıca "Mavi Bebek Masalları" adında bir çocuk kitabı vardır. Kızı ve torunuyla birlikte hâlâ Erenköy’de oturuyor.

Birinci Sahne

Özlem gözlerini bilmediği bir yerde açtı. Yumuşak toprağın üzerinde yatıyordu. Çevresi sanki bembeyaz bir örtüyle kaplanmış gibi bomboştu. Karşısında ayakta duran biri vardı, onu zar zor seçti çünkü o da beyaz giysiliydi. Hemen tanıdı Adonis’ti bu, yarı tanrı, çoktandır âşıktı ona.

Boğuk ve derinden gelen alışılmadık bir sesle konuştu. “Merhaba Özlem, bu senin tiyatron, yani sen burada oyuncusun, seyirci değil. Söyle bana senin hayatın nasıl ve nerede başladı?”

Hiç düşünmeden cevap verdi Özlem. “Benim hayatım Kayasuyu Köyü’nde on dört yaşında başladı.”

“Ya daha öncesi?”

“Öncesi, yeşil çimenlerle kaplı dümdüz bir ova.”

Bunu derken beyaz örtü aralanmış, arka planda kalan dekorda, köy evi en küçük ayrıntısına kadar belirmeye başlamıştı.

Özlem önce ahıra koşup malların gübresini süpürdü, sonra samanları yeme karıştırıp önlerine serdi. Eve dönüp ocağı yaktı, ekmeği yoğurdu. Akşam yemeğini ocağa sürdü. Yaptığı bol salçalı, bol soğanlı patates yemeğine babası bayılırdı. Soğukluktan çökelek ve tereyağı çıkartıp hazırladı. Tarladan aç döneceklerdi. Bunu bildiğinden hazırladıkları az göründü gözüne. Bahçeden turp söküp rendeledi ve yoğurda ekleyip karıştırdı.

İşini bitirince izleyenlere döndü. Onları göremiyordu. Özlemi aydınlatan dairesel beyaz ışık, attığı her adımda onu takip ediyor ve gözlerini kamaştırıyordu. Salona baktığında karanlık, derin bir mağaranın içi gibi, uzayıp gidiyordu. Ama o, onların orada olduğunu biliyordu. Sıra sıra kıpırdamadan oturan meraklı bir kalabalık. Özlem ellerini önlüğüne kurularken dönüp seyirciye seslendi.

“Annem babam ve üç kardeşim mercimek toplamaya tarlaya gitti. Akşam döndüklerinde hepsinin beli bükülmüş, kök sökmekten elleri kıpkırmızı, cayır cayır yanmış olacak. Bunca emek sadece tok yatabilmek için, fakirlik bizim yakamızı hiç bırakmaz. Evin bütün işi bende ama hiç şikâyetim yok. Benim yaptığım ne ki… asıl onların işi meşakkatli. Hele en küçük kardeşime hiç kıyamıyorum, daha altı yaşında. Evde kalsa ocağın önüne bir döşek serer uyuturdum onu. Dinlemedi beni, tutturdu edepsiz, ‘Ben de çalışacağım’ diyerek gitti onlarla.”

“Biraz daha canlı anlat” dedi Adonis “Karşında kalabalık var senin, kız arkadaşınla konuşur gibi olmaz.”

Özlem canlandı. Oradan oraya koşuyor, ellerini kollarını sallayarak sesini yükseltip alçaltıyor, gösterişli hareketlerle yerleri temizliyor, yatakları silkeleyip kaldırıyor, yer sofrasını yuvarlayarak ortaya getiriyor ve minderleri etrafına diziyordu.

“Aferin şimdi oldu işte! Onların nasıl emek harcadığını en iyi ben bilirim. İyi ürün alabilsinler diye her mevsim uğraşırım. Unuttun mu ben tahıl tanrısıyım.”

“Bunu bilmiyordum. Ben gördüğüm resimlerde ve heykellerde sizin kaslı bedeninize hayran kalmıştım.”

“Ancak sevgili Özlem, burada bulunma sebebim güzelliğim ve çekiciliğim değil. Bu tiyatro eserinde senin ustan olarak yer alıyorum. Beni sahnede defalarca izlediğini biliyorum. Şimdi bütün bildiklerimi sana öğretme zamanı.”

“Demek izleyenler arasında beni fark ettin. Bak bu hiç aklıma gelmemişti.”

“Elbette her seferinde seni fark ettim. Hatta sana göz bile kırptım. Sen benim için özelsin. Ama şimdi yeniden oyunumuza dönelim. Daha sonra olanları teatral bir biçimde seyirciye aktar bakalım.”

“Çok kötü, devamı çok acıklı sevgili Adonis.”

“Olsun anlatmalısın. İzleyenler devamını merak ediyor.”

“Onları göremiyorum. Belki de böylesi daha iyi, görsem çekinirdim.

“Akşam annemler gecikti. Ben tasalandım çünkü hiç böyle yapmazdı onlar. Kapı önüne çıkıp beklemeye başladım. Bir anda köy karıştı. Her haneden dışarı çıkanlar oldu.”

Bu arada sahnede bazı figüranlar belirdi. Ağlayan inleyen, yas tutan bir kalabalık. Kimi bağırıyordu “Hepsi ölmüş” diye, bir başkası cevaplıyordu onu “Hayır yaralılar da var, hastaneye kaldırmışlar.”

Özlem sahnede o gün olanları yeniden yaşıyor, bir sağa bir sola koşarak figüranlara sarılıyor, acıyla kendini yere atarak saçlarını yolup dizlerini dövüyordu.

“Evet evet, oldu” dedi Adonis “Çok güzel oynadın. Hadi durma devam et, sonra olanları anlat.”

“Bizim köyden tarlalara doğru inen bir tek yol vardır, Kızıleniş Yolu. Çok virajlı, çok kaygan ve çok tehlikelidir.”

Özlem elleriyle kollarıyla virajlar çizerek devam etti. “Hele traktörün arkasına bir vagon bağlanmışsa ve vagona doluşup bayır aşağı tarlalara doğru gidiyorsan kelle koltukta demektir. Büyükler tehlikeyi anlatsa da çaresizdik, mecburduk. Başka yolumuz yoktu ki… Sonunda korkulan başımıza geldi. Bayır yukarı giderken, yani köye varmaya pek az kala vagon devrilmiş.”

“Pekiyi ya sizinkiler? Onlar da o römorkta mıymış?”

“Elbette oradalarmış, başka nerede olacaklar. Hiçbirini kurtaramamışlar. Ahmet’imi bile. Bu yıl okula başlayacaktı şahin gözlüm.”

Özlem toprağın üzerine uzanıp ağlamaya başladı. Adonis yere yanına yattı ve onun saçlarını okşadı.

“Bravo Özlem, seninle gurur duydum. Bu sahneyi çok güzel canlandırdın.”

“Canlandırmadım, yaşadım yeniden.”

“Hadi sonra olanları anlat. Seyirciye dön ve başla.”

“Bakın Adonis Bey lütfen…”

“Ha ha, bey deme bana…”

“Tamam sevgili Adonis. Benim bildiğim her tiyatro oyununda ara olur. Birinci Sahne, İkinci Sahne ve bazen de Üçüncü Sahne olur. Bakın ben çok yoruldum. Bu benim ilk oyunum. Üstelik başroldeyim. Daha ameliyattan yeni çıktığımı unutuyorsunuz. Hiç mecalim kalmadı. Lütfen ara verelim.”

“Haklısın güzel kız. Perdeyi kapatıyorum. Uyu dinlen. İkinci Sahnede görüşürüz. Ama önce perdenin önüne geç ki alkışlasınlar seni. Alkış bizim ekmeğimiz suyumuzdur, emeğimizin en önemli karşılığıdır.”

Özlem perdenin önüne doğru korkuyla, çelimsiz ve çekingen adımlarla yürüdü. Seyircilere doğru eğilip selam verdi. Bir anda ışığın yönü değişti salon aydınlandı. O zaman izleyenleri gördü Özlem ve duydu alkışları. Aynı anda gökyüzüne doğru yükseldi, yumuşak bir bulutun içine gömülüp derin bir uykuya daldı. Ses ve koku bitti, evren bitti, belki de ölüp gitti.

 

 

İkinci Sahne

 

Yeniden gözlerini açtığında Adonis yere oturmuş oradan geçen bir yaban domuzuyla oynuyor, elindeki mızrağın ucuyla onu gıdıklıyordu. Özlem’in uyandığını görünce hemen ayağa kalkıp yanına geldi. Onu elinden tutarak beyaz örtüyle kaplanmış alana götürdü.

“Dinlendin mi canım?”

“Evet, burası neresi?”

“Bilmiyorum, İkinci Sahne nerede geçiyor?”

“Teyzemin evinde.”

“Tamam, o zaman teyze evi dekoru gelsin.”

Beyaz örtü gene aralanmaya başladı. Özlem’in teyzesinin evi arka planda yavaş yavaş belirdi.

Teyzesi, eniştesi ve onların oğlu Emrah yas tutmaktaydı. Özlem divana onların yanına oturup ağlamaya başladı.

“Benim kimsem yok, ne anam ne babam ne de kardeşlerim var.”

Teyzesi sarıldı ona “Bak yavrum, beni bundan böyle anan belle. Burası senin de evin artık. Eniştenle konuştuk, aynı Emrah gibi seni de meslek okuluna vereceğiz. İki kardeş birlikte gider gelirsiniz. Ölenle ölünmez. Acımız büyük ama üstesinden gelmek zorundayız. Sil gözlerini hadi gel birlikte biraz dolaşalım.”

Özlem Adonis’e dönerek “Böylece yeni bir hayata başladım” dedi.

“Söylemekle olmaz, burası sahne, bize göstermelisin.”

Özlem ve Emrah önce masada ders çalıştılar, sonra kitaplarını çantalarına koyup, el ele tutuşarak okula gittiler.

“Ama bu kadarla yetinmediniz.”

Evet sevgili Adonis. Beni utandırmak zorunda mısın? Siz sanki yetinir miydiniz? Asıl sizin Olimpos’ta yaptıklarınızı duymayan kalmadı.”

“Tamam tamam, hadi devam et ilk yakınlaşma ne zaman oldu?”

“Birkaç ay sonra. Emrah benden iki yaş büyüktü. Ben on beş yaşına basmıştım. Muhasebe okuyordum. Emrah elektrik okuyordu. Birlikte ders çalışmayı çok severdik. İkimiz de okulda başarılıydık, notlarımız teyzemle eniştemin yüzünü güldürüyor, bizimle gurur duyuyorlardı. Teyzem kot fabrikasında, eniştem sigara fabrikasında çalışıyor, ikisi de akşamları bitkin geliyordu eve. Hemen yatıp uyurlardı. Biz Emrah’la bütün gün ve gece yalnızdık. Hormonlarımız tavan yapmıştı o günlerde desem, bilmem bize hak verir misiniz?”

Seyircilerden neşeli kahkahalar yükseldi. Özlem artık sahneyi ele geçirmiş kesintisiz anlatıyordu.

Birden izleyenlere dönüp “Şimdi size gösterelim olanı biteni” diyerek gidip Emrah’ın yanına oturdu.

Emrah “Özlem kız, bana bir bardak su getirsene” dedi.

Özlem getirdi. Emrah “Hadi gel aynı bardaktan içelim” dedi.

Özlem sordu “O nasıl olacak ki..?”

“Bir yudum sen, bir yudum ben.”

Önce birbirlerine sokulup aynı bardağı paylaştılar sonra öpüştüler ve hiç durmadan devam ettiler.

Işıklar kapandı. Adonis Özlem’i elinden tutup Emrah’ın kucağından aldı ve dekorun kenarına çekti. “Çıldırdın mı sen?” diye kulağına fısıldadı. “Tiyatroda yapılacak şey var, yapılmayacak şey var. Tamam, iyi oynamaya başladın ama bu kadar gerçekçi olman da gerekmiyor doğrusu. Sansür diye bir şey duymadın mı?”

“Sevgili Adonis amacım iyi bir oyun sergileyerek olayın devamını anlatmaktı. Merak etme sansüre gerek kalmayacak.”

“Olur o zaman, sonra ne oldu?”

“Ne olacak, günlerden bir gün eniştem eve erken geldi ve bizi yakaladı. Ancak bu hemen olmadı, iki yıl kadar sonra oldu. Biz o arada epeyce deneyim kazanmıştık.”

Sahne ışıkları yandı yeniden. Özlem geçip eski yerine Emrah’ın kucağına oturdu. Tam o sırada enişte girdi içeri ve kıyamet koptu. “Bu nasıl rezalet!” diye bas bas bağırmaya başladı. “Yarından tezi yok, hemen evleneceksiniz.”

“Ya siz? Siz istiyor muydunuz evlenmeyi?”

“Hayır, hiç niyetimiz yoktu. Sevişmeyi deneyerek öğrenmek isteyen iki yeniyetmeydik biz. Birbirimize âşık falan de değildik. Sadece karşı cinsi merak ediyorduk.”

“Evlendiniz mi?”

“Evet, alelacele evlendirildik.”

“Ya sonra?”

“Sonra değişen bir şey olmadı. Aynı odayı kullanmaya başladık, ben yatağımı Emrah’ınkine bitiştirdim.

Bu arada ikimiz de okulu bitirmiştik. Bir şirkette çalışmaya başladım ve eve para getirmek nasıl bir mutlulukmuş o zaman öğrendim. Bunu en iyi emeğinin karşılığını alan bilir. Bizlerin mutluluğu da o kadardır ama doyurucudur. Sonra uçup gider mutluluk bir kelebek gibi, öyle narindir ki onu yakalamaya kıyamazsınız.”

Özlem sahnenin sağına soluna koşarak kaçan bir kelebeği yakalarmış gibi yaptı ama kelebek uçup gitti. Arkasından uzun uzun baktı Özlem.

O sırada teyzesi girdi sahneye, ağlıyordu. “Çok hastayım kızım. Ciğerlerim parçalanmış. Kot taşlarken kullandığımız kimyasallar ve kum tozu beni öldürüyormuş meğer. Bugün tıkandım, hastaneye kaldırdılar, doktor ‘Yapacak bir şey yok!’ diyerek eve gönderdi beni.”

“Vah teyzem, vah canım”.

Özlem koşup teyzesine sarıldı. Perde kapandı.

Özlem beyaz bezle kaplanmış alana düştü birden. Reverans yapamadan, alkışları duyamadan, kendinden geçti. Nasıl bir uykuydu bu? Sonsuz boşluğun derinlerine çekilir gibi karşı konulmaz bir uyku. Belki de bir çeşit ölüm.

 

Üçüncü Sahne

Perde açıldığında Özlem ve Emrah kırık dökük eşyalarla döşeli küçük bir odanın içindeydiler.

“Babanı hiç affetmeyeceğim” dedi Özlem.

“Ben de” dedi Emrah.

“Ayıp ayıp, utansın koca herif. Yakıştı mı bu yaptığı?”

“Yakışmadı, ama bana ne, bize ne..?”

“Nasıl böyle konuşabiliyorsun Emrah? Daha teyzemin kırkı çıkmadan o boyalı karıyı kolundan tutup eve getirmesi olacak şey mi?”

“Değil, haklısın.”

“Unutma aynı adam bizi birkaç yıl önce zorla evlendirmişti.”

“Boş ver, aldırma, düşünüp düşünüp bozma sinirlerini. Bir de iyi tarafından bak. O boyalı karı olmasa hiçbir yere gideceğimiz yoktu. Onun sayesinde geldik İstanbul’a. Düzenimizi de kurduk şükür.”

“Doğru diyorsun, şükür halimize. Baştan çok korkmuştum ya iş bulamazsak ya bu kocaman şehir bizi yok ederse diye.”

“Artık korkma canım. İşimiz gücümüz var iyi kötü. Her zaman tiyatro sayıklardın, şimdi bol bol git işte.”

“Ya sen?”

“Ben pek hoşlanmam öyle oturup bir şeyler izlemekten bilirsin. Beni kafana takma, ben bakarım başımın çaresine.”

Emrah Özlem’i iki yanağından öpüp sahneden çıktı. Adonis geldi Özlem’in yanına. Üzerinde hâlâ o uzun beyaz gecelik benzeri elbise vardı.

“Bakıyorum karı koca pek iyi anlaşıyorsunuz.”

“Yanılıyorsun sevgili Adonis. Aramızda aşk hiç olmadı ama birbirimizi hep sevdik. Cinsellikle karışık bir yakınlık da denilebilir.”

“Bana bak, seni kıskanmaya başladım, çok başarılısın ama süreyi aşmak üzereyiz. Yukardan haber geldi, hemen bitirmemizi istiyorlar.”

O zaman kısaca son cümlelerimi söylemeliyim. Lütfen bu defa alkışlar için sahnenin önüne çıkmama izin ver.”

“Tamam, verdim gitti. Şimdi elini ve dilini çabuk tut.”

“Emrah çok geçmeden birine âşık oldu. Onu getirip benimle tanıştırdı, yani teyze kızıyla. Hemen boşandık. Onlar evlenip Burdur’a yerleştiler. Karısının memleketiymiş. Ben üç kız arkadaşımla kirasını paylaştığım bir eve çıktım. Her fırsatta tiyatroya gidiyorum. Tiyatro benim en büyük tutkum.”

 

Adonis Özlem’i elinden tutup sahnenin önüne kadar adım adım ilerletti. İkisi birden öne eğilip seyirciyi selamladılar. Alkışlar yükseldi. İzleyenlerin bazıları ayağa kalkıp ‘Bravo bravo…’ diye bağırıyor, alkışların sonu gelmiyordu.

 

Özlem beyaz örtüyle kaplanmış alanda “Adonis, Adonis” diye seslenirken açtı gözlerini.

Hemşire sordu “Adanis de kim?”

Özlem cevapladı: “O benim ustam.” Sonra etrafına bakındı “Ben neredeyim? Ya Işık, o nerede?”

“Hastanedesin. Önemli bir kalp ameliyatı geçirdin. Bir hafta boyunca uyuttuk seni. Biraz önce doktor iyi olduğuna karar verdi. Kısaca artık uyutmak yok ama bir hafta daha gözlem için burada bizimle kalacaksın. Sonra evine dönebilirsin.”

“Hangi evime acaba?”

“Ne dedin?”

“Mutluyum” dedim “Kefeni yırttım sonunda.”

 

 

*****

Not: Devamı var