1962 Ankara doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. Köy Enstitüsü mezunu bir babanın ve ev hanımı bir annenin altıncı çocuğu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Milletlerarası Ticaret Odası’nda otuz dört yıldır memur olarak çalışmakta. Amatör olarak öykü, anı ve deneme türlerinde yazıyor. Yaşar Kemal Anısına Öykü, Halk Bilim Araştırması ve Şiir Yarışması’nın öykü dalında “Bezgin Demokrat” isimli öyküsüyle finalist oldu. “Şıp, Şıp, Şıp” isimli öyküsü Mahal dergide, “Diyemedim” isimli öyküsü de İshak Edebiyat Platformu’nda yayımlandı.

Benden başka beş kardeşim daha vardı, annem benimle kafasını kaldırıp da ilgilenmedi bile. Babamın zaten umuru bile değildim. Gündüzleri inşaatta çalışıyor, akşamları eve geldiğinde bırak iki kelâm laf etmeyi yorgunluktan bir tas çorbayı bile zor içiyordu.

Adım Gülbahar; ailemin en büyük kız çocuğuyum. Aklım bazı şeylere ermeye başladığında tüm yorgunluğuna rağmen babamın erkek çocuk sevdası uğruna habire horoz gibi anamın tepesine çökmesini, oğlan da oğlan diye iktidarının peşinden ölümüne koşmasını, hayretler içerisinde gözlemledim. Neyse en küçüğümüz erkek olunca biz kızların zaten olmayan pabuçlarını tümden dama fırlatmıştı bile.

On iki, on üç yaşıma geldiğim zamanlarda ruhumda ve bedenimde garip bir şeyler olduğunu hissediyordum. Boyum uzuyor, yüzümde sivilceler çıkıyor, saçlarım kurumuş mısır püskülü gibi dağılıyordu. Memelerimin içerisinde gömlek değiştirmeye çalışan yılanlar kıvranıyordu. Yüzümün ortasında burnumun sürekli büyüdüğünü hissediyordum. Bitmek bilmeyen iştahım,  sinirlerimin hop hop zıplamasıyla kardeşlerimi sıra dayağına çekip sonrada vicdan azabıyla gözüm çıkana kadar ağlama zamanları da hep aynı vakitlere denk geliyordu. Arkadaşlarımın yüzlerindeki garip gülümsemeler çoğalıyor,  aksatmadan  sürekli birbirlerine müjde verir gibi sesleniyorlardı.  “Halam geldi, halam geldi”  Neydi bu? Hepsinin halası da aynı zamanlarda mı geliyor diye sorduğumda da “Senin halan hâlâ gelmedi, geç kalmış ayol” deyip kıkırdıyorlardı. 

O akşam bu konuyu anneme sormaya karar verdim. Babamın uyuklayarak çorbasını kaşıklamaya çalıştığı, annemin kardeşlerime  “çabuk yemeğinizi sessizce yiyip zıbarıp yatın, yoksa hepinizi didik didik ederim” bakışları arasında belki ucundan kıyısından sesimi duyurabilirim umuduyla var gücümle bağırdım.

“Anne! Benim halam ne zaman gelecek?”

Annem şaşkın şaşkın önce bana, sonra babama baktı. Babam kaşığı elinde önce bana,  sonra anneme dik dik baktı.

“Ne o lan şifreli mi konuşuyonuz. Ne halası benim kız kardeşim mi var? Ne karıştırıyorsunuz siz?” diyerek kaşığı sinirle sininin içine fırlatıp ağzını sofra bezinin kenarına sildi. Annem bana pis pis bakıp, babama gülümsedi.

“Aman bey olur mu öyle şey, ne şifreli konuşması. Densiz bu işte, ben sana anlatacağım sonra merak etme” derken kafasıyla gece yatak odasında anlatacağının işaretini verdi. 

Peki ben?  Bana anlatmayacak mıydı? Sonra sonra der gibi göz kapaklarını kapadı kapadı açtı. 

Günler geçti ben önce halamı,  annem de zaten hiç hatırlamadığı beni unuttu.  Okulda yine bir arkadaşımın “halam geldi” müjdesiyle eve gelir gelmez anamın önüne dikildim.

“Ana benim halam ne vakit gelecek yaaa?”

“Allah seni bildiği gibi yapsın Gülbahar, babanın yanında da densiz densiz konuşup durdun.  Senin halan yok bilmiyon mu. Kendini seçtiğinde böyle söyler genç kızlar.”

“Nasıl seçtiğinde ana?  Nereye seçiliyor ki genç kızlar?”

“Aman kızım ya renkli olacan işte, kanaman olacak o zaman büyümüş olacan, evlenecen çoluğun çocuğun olacak. Hadi hadi vakti gelince öğrenirsin, git başımdan dünya kadar işim var seninle uğraşamayacağım.”

Annemin bu dehşet verici sözlerinden sonra gözlerim fal taşı gibi açılmış, sabaha kadar kan gölünde boğulduğum rüyalar görmüştüm. Çok korkunçtu. O günden sonra her gün, her dakika, her saniye halamı bekledim. Gelmedi. Yıllar geçti. İlkokul bitti, ortaokul bitti halam hiç gelmedi. Büyüyordum, uzayan boyum ve her ay kasıklarımda hissettiğim ağrılar dışında hiçbir değişiklik yoktu. İlk aşkım Kenan hayatımdaki en güzel değişiklikti.  Kara kaşlı, kara gözlü Kenan’a, zaten hiç sevilmeyen kalbimi kolaylıkla vermiştim. 

“Gülbahar, hazır mısın benimle evlenmeye, bana boy boy bebeler doğurmaya?”

Kenan, bebe deyince gözümde şimşekler çaktı. Anam dememiş miydi önce büyüyecen, sonra kanayacan, sonra çoluk çocuğun olacak diye.

***

Anam onca yıl sonra benim farkıma varmıştı. Doktorun önünde gözlerini tüm gün sudan çıkmayan çatlamış, kurumuş ellerine dikmiş,  dudak kenarlarını kemiriyordu. Doktorun ağzından çıkanları dinlerken bayılacağını sandım.

“Bu hastalık doğuştan olan bir olay. Maalesef şimdilik hiçbir tedavisi yok, tıp ilerliyor belki ileride rahim nakli ya da yapay rahim yapılır.”

Annem kızardı, sarardı. Gözlerinden geçen gri bulutları elleriyle kovmaya çalıştı. Ben yıllardır gelmeyen halamın artık hiç gelmeyeceğini, sürekli donumu denetlemek zorunluluğumun bitmiş olduğunu öğrenmiş ve müthiş bir rahatlama hissetmiştim.   

***

Kenan’la buluştuğum o gün gözyaşları ile birbirimize sarıldık.

“Kenan benim rahmim yokmuş, sana istediğin boy boy bebeleri veremem.”

Kenan yutkundu. Ellerime sarılmış, ağlamamak için kendini zor tutuyordu.

“Gülbaharım, gülüm ben bilemedim öyle dedim ya. Üzülme sen ben seni seviyorum varsın olmasın bebemiz, bakarız hele bir yol çaresine.”

Gözlerimden akan yaşları silerken sımsıkı sarıldım Kenan’a.  Kalbim kuş gibi çarpıyordu.

***

Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kapısından girerken dizlerimin bağı çözülüyordu. Geliyordu işte, yıllardır beklediğim, düşünü kurduğum, hasretini çektiğim. Umut’um. Kalbimin gümbürtüsünü ağzımda hissediyorum. 

“Kenan, Umut sana da çok benziyor fark ettin mi?”    

Kocam elimi sımsıkı tutarken gülümsüyor. Umut görevli kadının bacakları arasına saklanmaya çalışıyor. Kara gözlerinde ürkek, şaşkın bakışları benim bakışlarımla birleştiğinde dudağının kenarına yayılan kocaman gülümsemeyi, gözlerindeki yumuşamayı, kollarını bana uzatırken “Anne” deyişini sarıp sarmalıyorum.