Cem Özel

Yaşamak Güzel Şey!

Kendi hâlinde bir kitap kurdu. Kitaplarla Lise 1’de Kartal Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeninin zoruyla tanışmış. İyi ki de tanışmış.
Ömrünün 2000-2006 yılları arasına denk gelen altı yılını, içinde Müge İplikçi, Elif Şafak, Murat Belge ve Fatih Özgüven gibi bolca yazarın bulunduğu İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, sonrasındaki on beş yılını da Sabancı Üniversitesi’nin Bilgi Merkezi’nde geçirmiş ve geçirmeye devam eden Özel, yıllar geçtikçe mesleğine âşık olmuş, çokça kitap okumuş, okuduğu kitapların birikimiyle de içindekilerini "BBY Haber Portalı" isimli mesleki sitede, Abbas Güçlü’nün yönettiği Türkiye’nin en büyük eğitim portalı olan Eğitim Ajansı’nda ve son olarak da Müge İplikçi’nin öncülüğünde çıkan Mikroscope dergisinde elektronik kâğıda döken biri. Öykü yazmayı da çok seven Özel, "COS" başlıklı bir öyküsü “Öykü Gazetesi”nde yayımlanınca o gün heyecandan sabaha kadar uyuyamamış.
Sabancı Üniversitesi İnsan Kaynakları biriminin organize ettiği "Hobi Atölyesi" kapsamında iki yıldır bir kitap kulübü koordinatörlüğü de yapan Özel, kitap okuma aşkını herkese bulaştırmaya kana kana and içmiş bir kitap elçisi.

Uyandığımda altıma işemiş olabileceğimi düşündüm. Sanki kış uykusundaymışım gibi çok uzun hissettim bu yaşadıklarımı. Her tarafım ıslaktı ve de hareket edemiyordum. Soğuktan tutulmuş olmalıyım. Gözlerimi yukarı dikip içimdeki durumu görselleştirmeye çalıştım. Yoo! Tutulma falan değil bu. Sıkı sıkı bağlanmışım gibi. Delirmiş miydim acaba? Yoksa neden bağlasınlardı ki beni böyle sıkıca? Her tarafım nasıl da ağrıyor. Yatağım taş gibi. Allah bu devlet hastanelerini ıslah etsin ne diyeyim.

Başım ağrının da ötesinde şişip küçülüyor gibi bir etkiyle damarlarımı parçalayacak nerdeyse. Saçlarım ıslak. Kurutmamışlar da. Kesin sinüslerim azacak, elmacık kemiklerimin içinde yine o iğrenç ağrıları hissedeceğim. Burnum dolacak, nefes alamayacağım. Sesim kalınlaşacak. En sinir olduğum hastalık hali. Artık bir ay kahrını çekerim. 

Sessizlik…

Biraz kendimi ve çevremi dinliyorum. Gece olmalı. Bu zifiri karanlığın başka açıklaması olamaz. Tek yataklı bir odadayım kesin. Hiç kimseden ses de çıkmıyor çünkü. Refakatçim koridorda olmalı. Doğru ya, benim özel sağlık sigortam var. Kim bilir beni hangi özel hastaneye yatırdılar. Niçin hastanede olduğumu hatırlar gibiyim. Kaza ile ilgili tek hatırladığım, sürekli şakasını yaptığım şeyin gerçek olması: Ay’a bak aya kamyon farı gibi! Susurluk kamyonu gibiydi mübarek.

Kahvaltısı nasıl acaba buranın? O kadar acıkmışım ki! Acaba kaç gündür yemek yemiyorum? Soğuktan sırtım ağrıyor. Birisi sırtımı değiştirse ya da havlu koysa. Dışarıdan sesler geliyor: Tak tak! Dolu mu yağıyor ne? E normaldir. Mevsim normalleri. Yok be, ne dolusu. Doluysa da bu ne büyük dolu.

O kadar sıkıldım ki, bir çözüverseler kıyafetimi, rahatlayacağım. Havasız da sanki burası. Yoruldum. Ağzım kurumuş. Susamışım. Darbeyi kafadan almış olmalıyım ki başımı alçıya almışlar, kıpırdatmak zor. Uzaktan sesler geliyor. Tam anlayamıyorum. “El” diyor biri. “Tiha” diyor sonra. “Tiha”nın “a”sı upuzun.  Enteresan diyorum kendi kendime. Sonra taşları birleştirince Elfatiha oluyor. Ulan diyorum şu elfatihayı da bir ezberleyemedim. Bildiğim tek sure, İhlas suresi. Onu da on bir kere okuyunca bir fatihaya denk geliyormuş. Yalandan kim ölmüş!

Dur bi’ dakika. O da ne? Kulağıma garip sesler geliyor. Ağlama sesi mi o? Babam sanırım. Gözlerimdeki fal taşı etkisiyle, Öldüm mü lan ben? İnanamıyorum. Beni mi gömüyorlar yani? Ölmek böyle mi oluyor? Korkudan ödüm kopuyor. Soğuğum zaten, bir de üstüne soğuk terler. Yo yo. Ben yaşıyorum. Yemin ederim yaşıyorum. Ölmüş olamam. Daha ne yaşamışlığım var ki? Bir dikili ağacım bile yok şu hayatta. Yurtdışına çıkacağım daha. Evleneceğim. Kızım olacak. Altın sarısı saçları olacak kızımın. Annesi banyosunu yaptıracak, ben de banyodan sonra saçlarını kurutacağım. Oyunlar oynayacağım onunla. Okuma bayramında kızımın yanında olacağım. Bahçeli bir ev alacağım sonra, güzel de bir araba. Her yaz tatile götüreceğim ailemi. Her şey dahil olacak hem de. Yo yo bu kadar hızlı ölemem ben. Hem ben hızlı da yaşamadım ki şu hayatı, genç öleyim? Ne olursun Azrail amca, alma beni yanına. Otuz yıl istiyorum senden sadece otuz yıl. Kızım olsun, onu büyüteyim. Yirmi beşini geçsin, sonra al canımı. 

Islak ve soğuk kefenimi sıcak gözyaşlarımla ısıtıyorum. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Sesim de ağlamaklı. Çıldıracağım; ama umudumu yitirmemeliyim. Derin derin nefes alıyorum. Panikten nefessiz kalıyorum. Biliyorum ki nefes sayım biterse… Umutsuz yaşanmaz bu kör kuyuda. Beni bırakıp gidecekler diye ömrümden ömür gidiyor. Canlı canlı gömülmek! Akıllara ziyan. Birden Tanrı’yı kendime en yakın kurtarıcı olarak görüyorum. Dualar dualar üstüne, ama Türkçe. Sonra yukarıdakilere sesleniyorum. Eyvahh. Çenem bağlı. Çok sıkı değil gerçi. Gevşetmiş olmalılar sorgu sual sırasında kolaylık olsun diye. Yine de çenemi, aç kapa, sağa sola gibi hareketler yaparak, bağından kurtarmaya çalışıyorum. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. 

Yaa ne ölmesi. Yaşıyorum ben. Heeeeyyyy. Kimse yok muuuuu? Anneeeeeee, abiiiiiiiiiii, imdaaaaaaaaat!Anneeeeeeeeeeeeeeeeee!

Derken yukarıda bir panik seziyorum. Sonra susuyorum. Ölüm sessizliği (Tövbe tövbe. Ölümü aklına getirme). Kimisi korkuyor. Hortladı diyor. Kimi, sual veriyor diyor, kimi de benden yana. “Açın şunu,” diyor. “Hemen açın. Yaşıyor belki.” Bir umut. Mezarımı derin kazmadıklarına hayıflanıyorum. Ne kadar da net geliyor sesler. Demek ki gerçekten ölsek, kurda kuşa teslim edecekler. Buradan sağ salim çıkarsam vasiyet edeceğim: Mezarımı derin kazın!

***

Annem uzun bir süre, bu şoku üzerinden atamayacak gibi. Bir mucizenin tanığı. Bir anne için en büyük hediye. Öldüğünü sandığı, mezara diri diri gömdüğü oğlunu toprak kabul etmeyip tekrar yeryüzüne postalıyor. O gün bugün bir efsane gibi anlatılıyorum her yerde.

Ah küçük ağabeyim! Küçükken beni dövdüğü günler de geliyordur aklına kuşkusuz. Şimdi daha bir düşkün bana. Her fırsatını bulduğunda, bir bahaneyle sarılıyor, öpüyor beni. Daha sık arıyor gün içinde. Gittiği her yere beni de götürüyor. Anlatıyor sonra. Hem ağlıyor hem de gülüyor o günü anlatırken. Bir yandan, cenazeye gelenlerin, hortladığımı sanıp, diğer mezarlıkları çiğneye çiğneye nasıl kaçıştıklarını anlatıyor, diğer yandan, dışarıdan gelen sela sesinin, evin içine sızmasını engellemek için de balkon kapısını kapıyor çaktırmadan. Anlıyorum; ama aldırış etmiyorum. Ah ölüm! Seni bi’ yerden tanıyor gibiyim.