Plastik sanatlar eleştirisi alanında üniversitede dersler vermektedir. 1997-2000 yılları arasında Genç Sanat, Türkiyede Sanat, 2009-2012 yılları arasında Birgün gazetesi, Evrensel Kültür dergisinde sanat eleştirisi yazıları yazmıştır.
sanatburada.com, kolajart.com ve Eleştirel Kültür dergilerinde sanat eleştirisi yazıları yazmaktadır. Birlik Sendikası, Felsefeciler Derneği İstanbul Şubesi, ÜNİVDER ve AICA üyesidir. 12 Sanatçı 12 Söyleşi ve Mine Sanat Galerisi 30. Yıl Kitabının editörlerindendir. Birçok ulusal ve uluslararası sempozyum ve kongrelerde yayınlanmış bildirileri ve makaleleri bulunmaktadır. Muğla Üniversitesinde EğitimSen örgütlenmesinde çalışmış Üniversite İşyeri temsilcisi iken 2007 yılında görevine son verilmiştir. Mahkeme kararıyla görevine dönmüş ardından 2 kez daha aynı işlem uygulanarak görevine son verilmiştir. 11 Ocak 2016 tarihinde yayınlanan “Bu suça ortak olmayacağız!” adlı barış bildirisinin imzacılarından biri olduğu için ACM’de yargılanmış ve 18 ay ceza almış Anayasa Mahkemesi kararıyla beraat etmiştir. Akademik hayatı boyunca siyasi nedenlerle beş kez üniversiteden ilişiği kesilmiş mahkeme kararlarıyla geri dönmüştür.

Sanat Kritik ve İthaki Yayınları, Suat Derviş’in ölümünün ellinci yılı için bir dizi etkinlik düzenledi. Bu etkinlikler kapsamında 1-30 Eylül 2022 tarihlerinde bir de sergi gerçekleştirildi. “Ben Yazar Suat Dervişim” sergisi izleyiciyi Aynalı Geçit pasajının küçük mekânından alıp Türkiye feminist tarihine götüren, düşündüren, kadın varoluşunu hissettiren bir sergi. Erken Cumhuriyet döneminin siyasal, ekonomik ve kültür alanındaki dönüşüm sancılarını bir kadın yazarın gözünden anlattığı yayınlar serginin dokümanter özelliğini oluştururken cama yazılama, çizimler ve tuval resimleriyle plastize edilen sergi, yazarın daktilosuyla, basılmış kitaplarıyla ve “Fosforlu Cevriye” romanının sayfalarından oluşan düzenlemesiyle enstalasyonu da barındıran çeşitli sunum biçimlerinden oluşuyor.  

20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşı, ekonomik buhran, ulusal kurtuluş savaşından yeni çıkan bir ülke, tek partili dönemden çok partili döneme geçiş; bu çalkantılı dönemin tam ortasında Cumhuriyet’in çelişkilerini gören bir yazar, çağın değişimlerine ayak uydurmaya çalışan geleneksel doğu toplumunun modernleşme çabalarına, zorluklarına tanıklık etmekte, bu tanıklığı okuyucusuyla paylaşmaktadır. 1935–1942 yılları arasında Cumhuriyet, Son Posta, Tan ve Haber gazetelerinde yazılar yazar, röportajlar yapar “Ben Yazar Suat Dervişim” sözüyle kendi varoluşunu soyadını taşıdığı erkeğin vesayeti üzerinden değil kendi özerk kadın kimliği üzerinden tanımlar. Avrupa’ya giden ilk Türk kadın muhabir olarak 1953-1963 yılları arasında Almanya ve Fransa’da gazetecilik yapar. İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e geçiş döneminde dünyaya gelen Suat Derviş, genç yaşta şiir yazarak başladığı edebiyat hayatına romanlarının yanı sıra gazeteci kimliğini de eklemiş, bu radikal kırılmanın sancılarını ruhunun derinliklerinde hissetmiş ve eserlerine de yansıtmıştır. Tebaadan yurttaşlığa geçiş döneminde, birey olmaya, kadın kimliğiyle varolmaya vakfettiği hayatıyla döneminin renkli, sıradışı, cüretkâr bir figürü olarak güçlü bir karakter sergilemiş, derin izler bırakmıştır. Toplumun üst sınıf burjuva kökenli bir ailesinden gelen, iyi eğitim almış, gazeteci, çevirmen ve yazar kimliği ile Suat Derviş, Cumhuriyet döneminin karakteristik bir aydınıdır. Kadın varoluşunu hem yaşamında hem de eserlerinde dile getiren, komünist ve iktidara muhalif bir yazar olması, Suat Derviş’in resmi tarih ideolojisi tarafından görmezden gelinmesine neden olmuş, unutturulmaya çalışılmıştır. 90’lı yıllardan itibaren feministlerin, sosyal bilimcilerin, edebiyat araştırmacılarının çabalarıyla eserleri ve yazar kimliği yeniden gündeme getirilmiş, adeta yeniden keşfedilmiştir. 

 

Suat Derviş’i yazın dünyasına hatırlatma ve tanıtma çabaları, düzenlenen sempozyumlar, yazılan yazılar, yapılan araştırmalarla devam etmektedir. Özellikle İthaki Yayınları’nın, yazarın gazetelerde tefrika olarak kalmış eserlerini bulma ve tekrar basımını yaparak okuyucuyla buluşturma çabası övgüyü hak ediyor. Bu sergi, Suat Derviş’in hak ettiği değeri teslim etmeye dönük çabalardan biri olarak değerlendirilebilir. Onun gazeteci, şair ve yazar kimliği, özgür ruhlu bir kadın oluşu, siyasi iktidar karşısında cesur muhalefeti, biat etmeyen, dik duruşuyla döneminin kalıplarına sığmayan avangart bir yazar olması yeniden gündeme gelmesinde büyük rol oynamıştır. Derviş’in yazıları ve romanları sadece edebiyat tarihi açısından değil; toplumsal cinsiyet ve feminist eleştiri, Marksist eleştiri açısından da dikkat çekicidir. Derviş’in eserleri politika, edebiyat sosyolojisi, psikanaliz gibi disiplinler ışığında yeni analiz ve değerlendirmelerle erken Cumhuriyet döneminin daha iyi anlaşılmasına olanak sağlamaktadır. 

 

Bazı edebiyat araştırmacıları Suat Derviş’in toplumsal sorunları ele alırken çoğu zaman üst sınıflara has bakış açısından kurtulamadığı, ulusalcı-devletçi anlayıştan baktığı, Türk inkılâbının aydınlardan beklediği modernleşme, batılılaşma misyonunun etkisinde kaldığı yönünde eleştiriler yapmaktadır. Bu eleştirilere yanıtı Derviş’in eylemleri verir. Derviş’in kendi sınıfsal kökenleriyle çelişerek devrimci çizgiye yakın bir siyasal tutum takınması, onun, baş eğmeyen, anarşist ruhuyla yakından ilgilidir. Ulus devlet, milliyetçi bir çizgiye kayarken Suat Derviş komünist partinin ideolojisini benimsemiştir. Sovyetler Birliği’ne yaptığı geziden çok etkilenmiş, tahayyülündeki ideal toplumun nasıl olması gerektiğine yönelik arayışları onu sosyalist dünya görüşüne yöneltmiştir. Bu yönelişte Reşat Fuat Baraner ile olan evliliği ve dâhil olduğu sosyalist çevrenin etkisini de belirtmekte yarar var. Asi oluşu, merakı ve araştırmacı gazeteci ruhu onu merkezden periferiye, zenginden yoksula, iktidardan emek sömürüsünü görmeye yöneltmiştir. Romanlarında dile gelen kahramanlar bu toplumsal değişimde gözardı edilen yoksullar, emekçiler, ötekilerdir. Ulus devletin modernleşme çabalarında yolunda gitmeyen şeyleri sorgulamış, “insanlığın nihai kurtuluşu” olarak sosyalizmi görmüş ve TKP’ye üye olmuştur. Koyu komünist düşmanlığı güden devlet tarafından komünist faaliyetler yürüttüğü gerekçesiyle yargılanmış ve hapis yatmıştır. Bir imparatorluk cumhuriyete dönüşürken Suat Derviş’in yaşamı da dönüşmüş, radikal dönemeçlerden geçmiştir. Baskılar Derviş’i sosyalist düşünceden uzaklaştırmamış aksine gözlemlerini sömürülen emekçiler, çocuk işçiler, ezilen kadınlar gibi mağdur insanlara yöneltmiş, edebiyatını yoksulluk, adaletsizlik, eşitsizlik gibi toplumsal sorunlar üzerine kurmuştur. Emekten, emekçiden, ezilenden yana olmuş, toplumsal adaleti savunmayı kişiliğinin bir parçası haline getirerek ülkede yaşanan dönüşümün birey ve toplum çatışmasını romanlarında temel mesele olarak ele almıştır. Derviş’in sınıfsal ayrımların henüz keskinleşmediği bir dönemde toplumdaki eşitsizlikleri görmesi, kadınların sorunlarını ve özgürleşme çabalarını dile getirmesi onu dönemin pek çok yazarına göre öncü kılmaktadır. Komünist olduğu için sakıncalı bulunan yazardan aşk romanı yazması istenmiş, fakat Suat Derviş yazdığı aşk romanlarına sınıf farklıklarını yerleştirerek toplumsal meselelerden vazgeçmediğini göstermiştir. Dönemin yoksulluğu içinde açlık ve sefalet yaşayan kadınların durumuna dikkat çekmiş, iş kazalarında yaralanan, sakat kalan emekçilerle, çocuk işçilerle yaptığı röportajları Cumhuriyet gazetesinde yayınlamıştır. Kadın sorunlarını anlatan öncü bir yazar olarak “eşit işe eşit ücret” talebini, anne olan kadın işçilerin kreş ihtiyacını, kadının çalışma hayatında emeğinin sömürüldüğünü ev içi emeğinin görmezden gelindiğini ilk dile getiren, Neriman Hikmet’e göre Türk işçisini anlatan ilk kadın yazardır. 1970 yılında, Neriman Hikmet ile birlikte Devrimci Kadınlar Birliği’ni kurarlar.

 

Onun romanlarında kadın karakterler, adaletsiz bir düzende kimsesizlik ve yoksullukla mücadele etmektedir. Kahramanları açık siyasal görüşlerini ifade etmese de yoksullar, ezilenler özellikle de kadınlar hem kapitalist sömürü düzenine hem de patriarkal düzene başkaldırmaktadır. Derviş kadınların cinsel özgürlüğünü, kürtaj hakkını da savunur. Dönemine göre düşünceleri marjinal görülmektedir, çünkü normun dışındadır. Hatta o kadar ileri gider ki romanında bir erkeğin gaflet uykusundan uyanmasına bir kadın vesile olur. Romanda bile geçse bu radikal örneklerle geleneksel ataerkil düzene çomak sokar. Kadın arzusunu vulgerleştirerek anlatan avangart bir yazardır. Kadının kendi bedeni ve kendi hayatı üzerinde sadece kendisinin söz sahibi olması gerektiğini savunur, kadınları yargılamaz, aldatılan kadınları anlatmakla yetinmez aynı zamanda aldatan kadınları da anlatır, bedensel haz sadece erkeklerin tekelinde değildir, kadınların bedensel arzularını, şehvet duygularını ve tutkularını ifade etmelerine olanak vererek cinsel tabuları sarsar, muhafazakâr ve mütedeyyin toplumun şimşeklerini üzerine çeker. Romanlarında kadın kahramanlar, istemedikleri bir evlilik ya da ilişki yaşamamak için evden kaçarlar, mücadele ederler. Kadın özgürlüğü ve varoluşunu çok kuvvetli hisseden yazarın kendisi gibi roman kahramanları da hangi sınıftan olursa olsun kendi yollarını bulmaya çalışan kadınlardır. Romanlarında dilleri, inançları ile farklı toplumsal sınıflardan gelen insanları karşılaştırır, özellikle geç dönem romanlarında sokak kadınları, seks işçileri, evsiz ve sabıkalı kadınlar yer alır. Erken dönem romanlarında ise konaklarda, zengin sınıfların evlerinde yaşayan dadı, cariye ve halayıklar üzerinden köleliği tartışmaya açar. Sınıfsal yarılmalar ortaya çıkmadan yoksul sınıfın sorunlarını ele alması, kadın haklarını özellikle de kadının cinsel özgürlüğünü dile getirmesi konusunda öncüdür. Yoksul kadınlara yoksulluktan kurtulmak için evliliği reva gören geleneksel düzeni eleştirir. Kadına biçilen ev kadınlığı ve anne rolünü reddeder. Ona göre kadınların anne olma zorunluluğu yoktur. Kadınları ancak anne olduklarında tamamlanmış gören patriarkal düşünceye romanlarındaki karakterlerin ağzından cevap verir. Ona göre çocuk bakımı, kreş, yaşlı bakımı kadınların görevi değil sosyal devletin görevidir. Kadınların yoksulluktan kurtulmak için çaresizlik içinde verdiği evlilik kararlarının, yanlış yola sürüklenmelerinin vebalini kadınlara yüklemez, toplumsal cinsiyete bağlar. Gerçek hayatta olmayan kadın özgürlüğünü romanlarında kadın karakterlere yansıtır, işlediği konular dönemi için son derece radikaldir, aşkları için kocalarını, evlerini, kurulu düzenlerini terk eden kadınların duygudurumlarını, cesaretlerini anlatırken kadınlara yöneltilen eleştirel bakışı, patriarkal düzeni ve toplumsal cinsiyetçi yaklaşımları tartışmaya açar. Gerçek bir feministtir, kadınlara kendi olma hakkını tanımış avangart bir yazar olarak kendisi gibi roman kadın kahramanları da yoksullukla, toplumsal cinsiyetle baş etme yolları arayan, kendi kaderlerini kendileri tayin eden kadınlardır. 

 

Suat Derviş ateşli bir komünist olmakla birlikte hiçbir zaman romanlarında doğrudan siyasi propaganda yapmaz, kahramanlarına da yaptırmaz. Yoksullukla, zor yaşam koşullarıyla karşı karşıya kalan kadınları, sömürülen işçileri, seks işçilerini, görmezden gelinenleri görünür kılar, söz hakkı verilmeyen, sesleri kısılan insanları romanlarında konuşturur. Hayatın içinden karakterler abartısız bir şekilde durumlarını anlatırlar. Bundan dolayıdır ki Suat Derviş toplumsal gerçekçi edebiyatın temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Romanlarındaki ana karakterler genellikle kadınlardır, daha çok orta ve üst sınıfa mensup bu kadınlar kendilerine verilen hayatı sorgusuz sualsiz kabul eden ve çalışma hayatına katılmayan konformist ama mutsuz kadınlardır. Normun içindeki bu kadınların farkındalıklara erişmesi, toplumsal değerlerle çatışması çoğunlukla imkânsız aşk, evlilik dışı ilişkiler gibi radikal bir durumla karşılaştıkları zaman ortaya çıkar. Bu çatışma kadın kahramanların hayatı sorgulamaları ve başkaldırıları ile sonuçlanır. Kadınların toplumsal hayat içinde yaşadığı yalnızlığı, mutsuzluğu ve değersiz hissetmelerini aşk, tutku, kıskançlık, sevgisizlik, kimsesizlik psikolojisi içinde anlatır. 

 

Yazar özellikle kadınların özgürlüğü konusunda çok kararlıdır, kendisi özgür bir kadın olarak yaşamış romanlarındaki karakterlerinde de özgürlüğü arayan, kendi yolunu bulmaya çalışan kadınları görünür kılarak birey olmalarını arzulamıştır. Her sınıftan karakterlere yer verdiği romanlarında değişik sınıflardan kişileri karşı karşıya getirmiş, tartıştırmıştır. Suat Derviş’in avangart olması sadece marjinal ve cesur konuları ele almasından ileri gelmez. Romanlarında denize açılan bir gemide yeni bir bilinmeze giden kahramanların, başını eğmeyen direnen kadınların, yoksulluğa karşı mücadele eden insanların, hayat kadınlarının, kölelerin, yer bulması dönemi için avangart olduğunu gösteren örneklerdir. Romanlarında gerek kahramanlarının akıbetini gerekse hikayelerin sonunu getirmemesi, açık uçlu bırakması Modern Türk edebiyatında avangart bir yazar olduğu tespitini yapmamıza neden olan diğer bir gerekçedir. 

 

Bazı sergi mekânları sadece mekân olarak sergiye katkı sunmazlar. Sergi konseptinin bir parçası olarak vardırlar tıpkı 1874’te mimar Pulgher tarafından yapılan Avrupa Pasajı gibi. Sanki Suat Derviş bu pasajda yaşamış ve burada bulunan daktiloda romanlarını yazmış, sıkıldığında pasajı şöyle bir turlamış, üst kattaki kafede kahvesini içmiş gibi. Neoklasik tarzda yapılan bu pasaj erken Cumhuriyet döneminin mimarisi olmasa da 19. yüzyıl Avrupa’sının pasajlarını hatırlatan, o pasajlara her gün uğrayan yazar ve şairlerin hatıralarını anımsatan, sergiye bir mekândan ziyade kavramsal bir anlam katan lirik ve romantik bir yer. Sergi salonunun camına Derya Ülker tarafından yazarın kitaplarından alıntıları kullanarak gerçekleştirdiği cama yazılama ve çizimlerin boşluklarından görünen pasaj içi ve orada bulunan dükkanlar, o dükkanlara alışverişe gelen insanlar da sergiye dahil oluyor. Sergide yer alan desenler, Suat Derviş’i konu alan çok az sayıdaki sanat üretiminden birkaçı. Eşref Yıldırım’ın tuval üzerine yağlıboya ve ip kullanarak 2018 yılında ürettiği bir Suat Derviş portresi izleyici yazarla karşılaştırıyor, Suat Derviş’in güçlü ve kendinden emin varoluşunu estetize eden portresi karşısında zamanı aşan bir buluşma, etkileyici bir aura yaratıyor. Emin Çelik’in Suat Derviş’e özel olarak bu sergi için ürettiği “Fosforlu Cevriye” romanının sayfalarıyla kurduğu enstalasyon çalışması zaman tünelinde bir yolculuk gibi hissettiriyor. Kara kalem ve mürekkebi kullanan Figen Aydıntaşbaş’ın ürettiği desenlerin uçuculuğu, kıvraklığı yazarın hatırasını lirik ve soft bir atmosfere çağırıyor, daktilosunun başında yazdığını hayal ediyor, masaya oturup daktiloda bir şeyler yazma o güçlü kadın varoluşuyla karşılaşma arzusu yaratıyor ve parmaklarınız sanki sizden bağımsız zamansızlıkta bir şeyler yazmaya başlıyor. 

 

Suat Derviş şahsına münhasır kişiliğiyle kadın varoluşunu gerçekleştirmiş, radikal bir kırılmanın tam ortasında yaşamış, hem yaşamı hem de eserleriyle dünya kadın tarihinde önemli bir temsilin karakteri olmuştur. Suat Derviş’in kadın olarak varoluşunu her koşulda her yerde dışa vuran, asi ve kararlı kimliği ile kadınlara ilham veren, cesaret veren güçlü bir karakter olarak sadece feminist tarih yazımına değil, sosyalist tarih yazımına da katkıları büyüktür.  

 

Sergide Suat Derviş’in güncel biyografisi, yazarlık serüveni, dönemin gazetelerinden seçilmiş çeşitli röportaj serileri, çevirileri, roman tefrikaları, öykü ve romanlarının bir araya getirilmiş güncel listesi de yer alıyor. Yaşadığı dönemde kadınlardan esirgenen hak ve özgürlükleri bir kadın yazar olarak romanlarında, kahramanlarına sunan Suat Derviş, kadın olmanın varoluşunu her fırsatta dile getiren Frances Burney, Jane Austen, Virginia Woolf, Brontë kardeşler gibi, bu topraklarda yaşamış feminist öncü bir yazar olarak zamanı aşıp izleyiciyle buluşuyor.

 

İzleyiciyi Suat Derviş’le buluşturan sergi bir etkileşim fırsatı da yaratıyor. Suat Derviş’in daktilosu gibi bir daktilo ile yazara mektup yazmak, sergi defterine yazmak sanatçının zamansızlığını hatırlatıyor. Suat Derviş beden olarak yok ama düşünceleri burada, sergi mekânında, raflarda duran kitaplarda ve oradan konuşmaya devam ediyor.