Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

Fiziksel mekanların sınırlarını ortadan kaldıran ve izleyiciyi kendi içine çekip sanat deneyiminin bir parçası haline getiren “kapsayıcı sanat deneyimleri” (immersive art experiences) son dönemde gittikçe yaygınlaşıyor. Dijital teknolojiyi sanatla buluşturan bu sergilerde, projeksiyonlar, hologramlar, sanal gerçeklik kullanılarak mesela Leonardo da Vinci, Egon Schiele ya da Gustav Klimt’in ikonik eserlerinin içine giriveriyorsunuz. Hatta bu eserlerin bir parçası oluyorsunuz. Muhteşem kalitedeki ses efektleri ve müzik sayesinde dış dünyayla temasınız tamamen kesiliyor. Beni en çok etkileyen örneklerden ilki Japon sanatçı Takashi Murakami’nin eserlerinin dijitalle buluşması olmuştu. “Çiçeklerin Büyüsü” adındaki sergideki dijital yaratıcılık görülmeye değer doğrusu:

 

 

Fiziksel mekân algısını sürekli genişleten ve mekanın limitlerini zorlayan bu akım, dünyanın farklı metropollerine hızla yayılmaya başladı. Mesela 2018 yılında Paris’te açılan dijital sanat merkezine bir sene dolmadan 1.2 milyondan fazla kişi akın etti. Dijital ortamın içine doğmuş zamane gençlerini yaratıcı bir şekilde sanatla buluşturmak kolay iş değil elbet. Sanatla eğlenceyi birleştiren “artainment” kavramıyla bazen kendinizi rengarenk bir kelebek akınının içinde buluveriyorsunuz

 

 

ya da botanik bahçenin içinde yürüyüş yapıyorsunuz

 

Ülkemiz ise bu akıma çok yeni dahil oldu. Türkiye’nin ilk dijital sanat müzesi X Media Art Museum by DasDas’ta ilk gördüğüm sergi, “Leonardo Da Vinci: Yapay Zekâ Işığın Bilgeliği/ Cern’den NASA’ya İnsanlık ve Metaverse oldu. Oscar ödüllü Nomadland filminin bestecisi Ludovico Einaudi ve Mercan Dede’nin gümbür gümbür müzikleriyle dünyadaki örneklerine yaklaşan bir çalışmaydı. Bu ilk sergiden sonra açıkçası beklentim yükselmişti. 

 

Ekim ayında biz analog kuşağın aşklarına şarkılarıyla fon oluşturmuş Sezen Aksu’nun dijital serüveni gösterime girdi. Bir pop ikonunun yaşam öyküsünü 25 dakika boyunca müzenin yüksek duvarlarına, zeminine yansıtmak, iki ve üç boyutlu animasyonlarla, gazete kupürleriyle, devasa görsellerle etrafı donatmak elbette güzel fikir. Derhal X Media Art’ın yolunu tuttum tabii. 1970’lerden bu yana 3500’den fazla şarkı üretmiş, dizeleriyle bu ülkede milyonlarca kişinin yüreğine dokunmuş, en zor zamanlarda bile toplumsal ve politik duruşundan milim geri adım atmamış biri için bu kadar sönük bir sergi açıkçası hayal kırıklığı oldu. Her şeyden önce izleyiciyi dijital deneyime dahil etmek, onu sarıp sarmalamak istiyorsanız çok iyi bir ses düzeniniz olması beklenir. Bir kere müzenin destekçilerinden de olan Mert Fırat’ın arka plandaki anlatımı boğuk ve anlaşılmazdı. O güzelim şarkılar düşük ses düzeyiyle heba edilmiş, izleyiciler orada çığlık çığlığa dans edip Sezen Aksu’nun konser kayıtlarına dahil olabilecekken bu fırsat kaçırılmıştı. Bunlar işin teknik kısmı. İçerik olarak ise o kadar harika malzemenin sonunda Sezen Aksu sadece yerel bir sanatçı boyutuna indirgenmişti. Oysa 17 Ağustos 1999’daki Gölcük depreminin hemen ardından 7 Eylül’de deprem geçiren Atina’da Sezen Aksu iki örselenmiş halk için konser vermişti. Yunanistan’ın divası Haris Alexiou ile el ele tutuşup Türkçe ve Yunanca söyledikleri “Mia Pista Apo Fosforo” – “Her Şeyi Yak” şarkısı onun uluslararası kimliğinin de bir parçasıydı. Balkan müziğinin büyük ustası Goran Brekovic ile birlikte verdiği konserlere hiç değinmiyorum bile. Dijital sergi her türlü magazinsel ayrıntıyı verirken bu önemli boyutu nedense es geçmiş. 

 

Biliyorum, izleyiciler için eleştirmek en kolay şeydir. Bu tür yeniliklerin ardında iyi niyetli ve uzun soluklu bir çalışma olduğu gerçeğini de teslim etmek gerekiyor. Özellikle küratör Esra Özkan ve yaratıcı kadroya ek olarak farklı üniversitelerden görsel iletişim tasarımı öğrencilerinin verdiği katkıları takdir etmek boynumuzun borcu. Ancak dijital teknolojinin sağladığı olanakları daha yaratıcı bir biçimde kullanmanın yollarını düşünmek için bu sergi iyi bir başlangıç kanımca.