1966 yılında İstanbul'da doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi'nde aynı bölümde başladığı yüksek lisans eğitimini tez aşamasında bıraktı ve yirmi altı yıl sürecek iş hayatına geçti. Şimdilerde fotoğraf çekmek, öykü okumak ve yazmak, film izlemek ve filmler üzerine yazmakla uğraşıyor. Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk kitabı 2020 yılında yayınlandı. İFSAK üyesi, ifsakblog, perasinema ve Mikroscope'ta yazıyor.

Rodos adasında eşi Erika, annesi ve iki köpeğiyle yaşayan yazar emily m.danforth’un 2012 yılında yazdığı ve yedi dile çevrilen romanı The Miseducation of Cameron Post, kökeni İran’a dayanan Amerikalı yönetmen Desiree Akhavan tarafından filme çekildi. Film 2018 yılında bağımsız filmlerin festivali Sundance Film Festivali’nde jüri özel ödülünü almıştı. Daha önce İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen 88 dakikalık, Türkçe’ye Cameron Post’a Ters Terapi olarak çevrilen filminbugünlerde MUBİ’de gösterimi devam ediyor.

 

Film, neyin kötü olduğuna dair konuşan bir öğretmenin sözlerini destekleyen görüntülerle açılıyor. Eşcinsellik diye bir şeyin olmadığı hatta bunun bir günah, bir hastalık olduğu konusunda bir rehabilitasyon merkezine götürülen gençler etrafında ilerliyor. God’s Promise  (Türkçe’ye Tanrı Kelamı olarak çevrilmiş) isimli bu merkezde gençler dini inanca çağırılarak “eşcinsellik hastalığından” kurtulmaları sağlanmaya çalışılıyor. Gençler buraya ailelerinin isteğiyle gelse de girişte sanki kendi istekleriyle gelmişler gibi imzaları alınıyor. God’s Promise Allah yoluna giren gençlere yeni bir hayat vaat ediyor, onları atanmış cinsiyetlerine kavuşmaya davet ediyor, kendi yönelimleri ya da istekleri olana değil.

 

Daha ilk tanışmalarında öğretmenine ismini kısaltarak bana Cam diyebilirsin diyen Cameron’un aldığı yanıt; “Cameron zaten yeterince erkeksi bir isim” oluyor.  Gençlere, “Tanrı her şeyi bilir, ondan saklanamazsın” deniyor. Yani sen kendi kendini bilmiyorsun, tanımıyorsun, gizliyorsun ama Tanrı seni senden daha iyi bilir. Halbuki tersi olsa, herkes kendi cinsel yönelimini yaşamakta özgür olsa… Genci yaşlısı herkes içinden geldiği gibi yaşasa.

Yönetmen kafasındakilerin ne kadarını gerçekleştirdi bilemiyorum ama izleyiciye sunulan oldukça özgür bir senaryo var. Örneğin iki genç kadının sevişme sahneleri; tam anlamıyla birbirine âşık iki genç kadının duygusal anlarına şahit ediyor izleyiciyi. Oyuncu yönetimi onların son derece doğal bir oyunculuk çıkartmalarını sağlamış ama oyuncular Chloë Grace Moretz ve Quinn Shephard’ın da âşık iki genç kadın rollerine katkıları çok büyük.

Yönetmenin ne yönden baktığı tabii ki filmde hissediliyor ama her düşünce ve yönelime saygıyla yaklaştığı da çok açık… Eşcinselliğe de, dini inançlara da, çocuklarını bu merkeze yerleştiren ailelere de -ki bunlardan birisi merkezin müdürü-. Müdür kendi erkek kardeşini de kendince yolundan çevirerek bir kadınla beraber olmasını sağlamış ve kardeşi de God’s Promise’de ders veriyor. Tanrı’ya inançla, dine bağlılıkla doğru yolu bulacağı düşünülen gençlerin toplandığı God’s Promise’de hissettikleri baskıyla kendine zarar verenler de var, dini yoldan ilerleyerek “doğru”yu bulacağına inananlar da. Bir de özgür hayalleri ve özgür rüyalarının peşinden gidenler. Bırakalım herkes hissettiği kimliğinde yaşasın, gizlenmeden, kendini aşağılanmış hissetmeden. Hem kendimize, isteklerimize saygı duyalım hem de çevremizdekilerin kimliklerine ve isteklerine. Bunun için biraz daha okumak, kendini eğitmek ve bir o kadar da özgürleşmek gerekiyor, öyleyse ne duruyoruz, birlikte, dayanışmayla, dostlukla haydi daha ileriye. Tıpkı Cam ile arkadaşları Jane ve Adam gibi.