Özcan Yurdalan

FOTOĞRAF ATMOSFERİNDEKİ İKLİM KRİZİ

1955 yılında Adana’da doğdu. AFSAD, Fotoğraf Vakfı ve Nar Photos kurucuları arasında yer aldı. Yayımlanmış sekiz seyahatnamesi, bir seyahat denemeleri kitabı, bir belgesel fotoğraf ve fotoröportaj metodolojisi kitabı, bir de Gezi Direnişi’ni konu alan fotoğraf/metin derlemesi olmak üzere on kişisel yayını ve çok sayıda ortak yayını bulunuyor. Belgesel fotoğraf ve fotoröportaj seminerleri, gezi yazarlığı seminerleri ve geniş katılımlı editoryal belgesel hikâye çalışmaları düzenliyor.

Fotoğraf makineleri ve fotoğrafçılar bizim buralara çok erken vakitte geldi. Bulunuşu ilan edildikten kısa bir süre sonra İstanbul sokaklarında görülmeye başladı. Çok geçmeden İstiklal Caddesi’nde fotoğraf stüdyolarıyla birlikte yeni bir hareketlilik oluştu.

Devir sanayi çağının hemen başlarıydı. Bilimsel gelişmeler yeni buluşları getiriyordu, yeni buluşlar teknolojik uygulamalarla hayatlarımıza giriyordu.

Kömüre ve petrole dayalı enerjiyle işleyen Sanayi Devrimi tozu dumana katarken yeni bir sistem kuruluyordu. Yeni sınıflar, yeni yerleşimler, yeni ilişkilerle yeni çelişkiler hatta çatışmalar yaşanıyordu. Fotoğraf tam da bu devirde şaşırtıcı bir buluş olarak ortaya çıktı. Çok geçmeden ilginç bir buluş olmakla kalmayacak sosyoekonomik oluşumların dizaynında, sömürge stratejilerinin geliştirilmesinde, farklı kültürlerin sınıflandırılmasında, itirazın ve giderek başkaldırının örgütlenmesinde de ne kadar işlevsel bir araç olduğu fark edilecekti.

Sosyoloji, antropoloji, istatistik gibi fotoğraf da yeni toplumsal ve siyasal süreçlerin ihtiyaçlarına cevap verebiliyordu. Kendine çabucak ve kolayca birçok alan açmayı başardı. Bunlardan biri gazetelerdeki illüstrasyonların yerini alması, haber mecrası olarak çarpıcı biçimde kullanılabilmesiydi.

Fotoğraf makineleri teknolojik gelişmelerin hemen uygulandığı bir alan oldu. Mesela silah teknolojisindeki gelişmeler fotoğraf makinelerine uyarlanarak yaygın bir deneme ve savaşlar dışında da pazarlama imkânı buluyordu.

Fotoğraf teknolojisi sanayi çağının ardından gelen dijital dönemde olağanüstü bir dönüşümle zamaneye ayak uydurdu.

Bizim buralardan herhangi bir teknik destek ya da bilimsel bir katkı gelmese bile bütün bu gelişmeler Türkiye’deki pazara da yansıdı.

Bütün bunlar olurken fotoğrafın teknik gelişimiyle yakından ilgilenen fotoğraf çevreleri kuramsal süreçlerle teorik tezler ve tartışmalarla ilgilenebilme fırsatı bulamadı. Daha önemlisi fotoğraf,bir iletişim, haber, bilgi, tanıklık, belgesel anlatı aracı olarak bugün bile kendine bir alan açamadı. Onun yerine,büyük bir iştahla boş vakitleri değerlendirme uğraşısı olarak rağbet gördü. Dernekler, kulüpler, gruplar halindeki fotoğrafçı toplulukları, olan biten her şeyden ve her durumdan güzellikler çıkarma gayretiyle fotoğraf çekmeye başladılar.

Yaşam alanlarımızda, kişisel hayatlarımızda esamisi okunmayan estetik kaygılar fotoğraf karelerinde titizlikle aranır oldu. İmajlarla kurulmuş bir ortam, “çok güzel” fotoğrafların âlemi yaratıldı.

Bu “yapma coğrafya” fotoğrafçıların kendi kendilerine takıldıkları bir yer olmakla kalmadı, memlekette fotoğraf denince bu türden kartpostal güzellikleri, takvim estetiği anlaşılır oldu. Memleketin denizlerindeki balıkçılık, köylerindeki tarım, kentlerindeki sokaklar gibi kasabaların halleri, tabiatın görünümleri, ırmaklar, göller, şelaleler, kuşlar, kelebekler hep güzellikler halinde sergilenen fotoğraflar olarak çıktı karşımıza. Oysa toprak da, su da, hava da kentler de kırlar da endüstri çağıyla başlayan büyük bir tehditle karşı karşıyaydı. Sanayi Devrimi birkaç yüzyılda 1,3 derece ısınmaya yol açmış, havayı, suyu, toprağı pazarlayarak tabiatın kendini yenileyebilmesine imkân tanımamıştı. Son zamanlardaki olağandışı doğa olaylarını daha sık ve daha yıkıcı yaşamaya başlamıştık.

“İyi de bunların fotoğraflarla, fotoğrafçılarla ilgisi ne” diyeceksiniz belki.

Ben de sordum kendime. Bir bakayım dedim ilgisi ne?

Nereye bakacağım malum. Arama motoruna “climatechangeandphotography” yazdım, 18 saniyede 620 milyon sonuç geldi önüme. En üstte de yüzlerce akademik metnin dökümü vardı. Ardından fotoğraf temelli iklim değişikliği farkındalık çalışmaları, projeler, iklim krizi fotoğraf projeleri, seminerler, atölyeler bir alay kaynak döküldü.

Sonra da Türkçe “İklim değişikliği ve fotoğraf” yazdım, önce fotoğraf yarışmaları olmak üzere 3 milyon 220 bin sonuç çıktı. Hiç fena değilmiş diyeceksiniz. Değil, hiç hayra alamet değil bu sonuç. Çünkü zaten çoğu yarışmalardan ibaret, yarışmaların birçoğu da iklim krizine katkıları hiç de az olmayan şirketler tarafından düzenlenmişti. Sonra stok fotoğraf siteleri ve içinde iklim ve fotoğraf kelimeleri geçen ama fotografik üretimle ilgisi olmayan kaynaklar çıkıyordu.

Bu kadar…

En iyisi gelin ben size memleketimizde bu konuda kayda değer emek vererek iklim meselesine bakan memleket fotoğrafçılarından söz edeyim. Hepi topu iki elin parmaklarını geçmezler ama ben üçünün çalışmalarına değineyim. Biraz da başım öne eğik fısıltıyla konuşayım.

 

CHAOSMOS – EMİN ALTAN

Bu çalışmasında Emin Altan emekli olduktan sonra dünyanın keyif çatmalı köşelerinde dolaşarak değil de sistemin talan ettiği cehennemlerine giderek fotoğraflar çekti.

2012-2017 yılları arasında 25 ülkede tanık olduğu distopik görüntüleri Chaosmos adlı kitapta topladı. Bülent Erkmen tasarımıyla Norgunk Yayınevi tarafından çıkarılan kitabın tanıtım metninde Emin Altan, “… nükleer santralların yarattığı felaketler sonrası bu bölgelerde yaptığım çekimler (Fukishima ve Chernobly) ya da çölleşen Aral denizi kıyılarında ortaya çıkan çevre felaketleri ya da rekabete dayalı ekonomik çöküntüler buna örnek olarak Detroit otomotiv endüstrisi, İtalya’da kapanan akıl hastaneleri, savaş sektörüne yönelik yatırımlar… İnsanın yarattığı mucizelerin hazin sonu ile yüzleşiyordum gittiğim her yerde” diyor.

Kitabın adı KAOS ile KOZMOS’un bileşimiyle üretilmiş. Belki de yakın gelecekteki “yaşam” alanlarımıza dair bir kavram bu. CHAOSMOS.

 

İSLİ GELECEK – KEREM YÜCEL

Kerem Yücel 2015’te yaptığı bu çalışmada, ülkenin farklı yerlerindeki termik santralların çevresinde süren yaşama odaklanıyor. Çektiği fotoğraflar, Santral bacalarından çıkan isli havayı solumak zorunda kalacağımız bir geleceğe dair sorular yöneltiyor.

2016’da ülkede kömürle çalışan 21 termik santralın bulunduğunu 2023 için 80 yeni santral planlandığını söyleyerek, Çin ve Hindistan’dan sonra iklim krizinin başlıca sebeplerinden biri olan kömürle enerji üretme politikalarının risklerinden söz ediyor.

Şöyle diyor:

“Her yeni kömür yatırımının çocuklarımın geleceğini çaldığını çok iyi biliyorum.

Geleceğimizi garanti edememek çok üzücü. Kömür santralları yavaşça ve sinsice yayılıyor, hücrelerimize giriyor – tıpkı is ve duman gibi. Bizi haber vermeden zehirliyorlar ve en kötüsü, tehdidin farkında olmadan.

Smokyfuture/İsli Gelecek projesiyle tüm bunlara bir son vermek istedim. Kömür santrallarından çıkan duman onlara ulaşmadan önce fotoğraflarla insanlara ulaşmayı hedefliyorum.

Çok geç olmadan farkında olmalarını istiyorum.”

 

İKLİM TEMELLİ İKİ ÇALIŞMA VE BİR GÜNCEL SERGİ-  SERKAN TAYCAN

Serkan Taycan uzun zamandır iklim krizine sebep olan insan müdahaleleriyle, sistemin doğada ve yaşam alanlarında açtığı yaralanmalarla ilgileniyor.

Burada tanıtacağım üç çalışması da birbirini içerir mahiyette.

 

İKİ DENİZ ARASINDA

Fotoğraf temelli olmasa da içinde fotoğrafa da yer bulabilecek bir yürüyerek deneyimleme önerisi bu. Marmara’dan Karadeniz’e giden bir rotayı yürümeyi öneriyor. İstanbul Kanalı’nın ilk gündeme getirildiği günlerde biraz da sanatçı sezgisiyle çizdiği bir yol bu.

İstanbul’un tehditkâr dönüşümünü yürüyerek deneyimleme imkânı veren “iki deniz arası” dört günlük bir yürüyüş rotası. Toplam uzunluğu 60 kilometre. Güzergâh, İstanbul’un son yıllardaki ekolojik ve sosyal dengelerini gözetmeyen, pervasız dönüşümün gözlenebileceği kültürel ve tarihi dokuları barındıran yerlerden geçiyor.

Serkan Taycan, yürümenin dünyayı duyumsamaya yol açan, ritmini yücelten bir eylem olduğunu söylüyor.

 

KABUK

Serkan Taycan bu çalışmayı hazırlarken İstanbul’un çeperindeki doğanın hallerini gözlemiş. İnşaat sektörü başta olmak üzere doğal dokuyu geri dönüşsüz biçimde tahrip eden müdahaleler, şehri ölü bir kabuk gibi sarmış. Bu fotoğraflar 2012’nin son günlerinde Elipsis Galeri’de açılan bir sergiyle gösterilmiş.

 

KENTE DOĞRU

Serkan Taycan’ın bu iki çalışmasını da içeren Kente Doğru sergisi 2 Ekim’de Müze Gazhane’de açılacak.

Gazhane, İstanbul’un Anadolu yakasında yeni bir kültür mekanı. Geçen yüzyıl Kadıköy yakasının kent aydınlatması ve ev kullanımı için kurulan havagazı fabrikası uzun süre atıl kaldıktan sonra elden geçirilmiş. Gazhane kültür sanat faaliyetleri için uygun alanlarla birlikte bir iklim müzesi de barındırıyor.

Serkan Taycan’ın Kente Doğru sergisi bu özgün alanın ilk etkinliklerinden biri olarak ayrıca önem taşıyor.

Sergi şöyle tanıtılıyor: “… serginin yapı taşları kentleşme, taşranın ve kentin dönüşümü ile ekoloji konularını odağına alıyor. Kentteki dönüşümün etkilerini içeriden ve dışarıdan bir gözle araştıran ve fotoğraf, yürüme, haritalandırma gibi pratikleri bu araştırmanın yöntemi olarak kullanan Serkan Taycan’ın 2007’den başlayarak halen sürdürdüğü çalışmalarını bir bütünlük içinde sunan Kente Doğru, seyircisini dört bölümlük bir yolculuğa çıkarıyor: Habitat, Kabuk, Agora ve İki Deniz Arası.”

İstanbullular Müze Gazhane’deki bu sergide Serkan Taycan’ın iklim krizi konusundaki pratiğinde biriktirdikleriyle buluşacak.