1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

Bir kitap fuarı düşünün ki, dört koskoca binadan oluşuyor; her binada üç kat bulunuyor ve bir binadan diğerine yürümek yaklaşık beş dakikanızı alıyor: Buyurun size Frankfurt Kitap Fuarı! “Devasa” sıfatının bile büyüklüğünü tanımlamakta mütevazı kaldığı fuarı, bu sene doksan beş ülkeden binlerce kişi ziyaret etti (Rakamlarla sizi boğmamak için, kısaca “binlerce” deyip geçiyorum.) ve o binlerce kişiden biri de bendim! 

 

Almanya’nın Frankfurt şehrinde her yıl düzenlenen ve “dünyanın en büyük kitap fuarı” olarak kabul edilen bu organizasyon, 1949’dan beri gerçekleştiriliyor. Frankfurt Kitap Fuarı’nda -bizim kitap fuarlarından farklı olarak- alınıp satılan yegâne şey telif hakları, fiziksel olarak kitaplar değil. 1976’dan beri de her yıl, fuar için bir “onur konuğu” ülke seçiliyor ve bu ülkeye dair daha yoğun programlar yapılıyor. Örneğin bu yıl, 74. kez düzenlenen Frankfurt Kitap Fuarı’nın konuk ülkesi İspanya’ydı. 1991’den sonra, 2022’de ikinci defa konuk ülke seçilen İspanya; Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılışını, kralı Felipe ve kraliçesi Letizia ile yaptı. İspanya Kralı ve Kraliçesi’ne ise, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier eşlik etti. Dünyaca ünlü İspanyol yazar Antonio Muñoz Molina’nın bu açılışta yaptığı konuşma, fuar boyunca çok konuşuldu. Orijinalleri Madrid’de bulunan elli reprodüksiyon, fuar meydanına ayrı bir renk kattı.

 

Ukrayna’daki savaş yüzünden Rusya’nın davet edilmediği fuarda, tek bir Rus yayıncı bile görmemek anlaşılır bir durumdu. Buna karşılık, Ukraynalı yayıncı ve yazarların özel olarak desteklendiği etkinliğe, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski de sanal olarak katılıp bir video mesajı gönderdi. Ayrıca, daha önce Türkiye’den Yaşar Kemal (1997) ve Orhan Pamuk’un (2005) da aldığı Alman Yayıncılar Birliği Barış Ödülü, bu yıl Ukraynalı yazar ve müzisyen Serhij Zhadan’a verildi. Savaş hâlinde olmalarına rağmen, fuara katılan en renkli, en canlı ülkelerden de biriydi Ukrayna, bravo!

 

Fuarın bu seneki ana sloganı “Translate – Transfer – Transform” idi yani “Çevir – Aktar – Dönüştür”. Çeşitli dillere çevrilen kitapların küresel barışa, empatiye, “öteki”ni anlamaya, iyi ve güzel olan her şeye bizi yaklaştırdığı düşünülürse, bu sloganın derinliği yadsınamaz sanırım.

 

Frankfurt Kitap Fuarı’na daha önce hiç katılmayanların ya da her köşesine ayak basmayanların, fuara dair pek de doğru sayılamayacak bir düşüncesi var kanımca: Esasen bu fuar; telif anlaşmalarının, sözleşmelerin, çeviri tekliflerinin yapıldığı ve yayıncılığa dair yeni projelerin geliştirildiği, beş gün süren çok büyük bir organizasyon ANCAK sadece bunlardan ibaret değil. Etkinliğin hem böyle bir niteliği var, evet hem de edebî bir programı. Konuk ülkeden fuara o kadar çok yayıncı ve yazar geliyor ki ve bu insanlar öyle anlamlı, öyle derin söyleşiler yapıp öyle güzel okuma etkinliklerine katılıyorlar ki, fuar için bazıları tarafından kullanılan “ticari” sıfatı, beş gün süren böyle bir organizasyona yapılan en büyük haksızlık oluyor bence. Sürecin bir “iş” kısmı var yani, bir de “kültür” kısmı. Ayrıca, fuar merkezindeki onca konferansın, panelin ve kitap tanıtımının yanında, gene aynı hafta tiyatro, sinema ve konser salonu gibi şehrin kültür – sanat mekânlarında sayısı altmışı geçen öyle başarılı etkinlikler düzenleniyor ki, amaç -ister istemez- sadece ticari olmaktan çıkıyor ve yazarlar, yayıncılar ile okurlar son derece doğal ortamlarda bir araya gelip iletişim kurma imkânını buluyor.

 

İki yıllık pandemi sürecinden sonra bu fuarda sadece uluslararası yayıncılar, yazarlar, akademisyenler ve gazeteciler değil, özellikle son iki gün boyunca okurlar da fiziki bir ortamda tekrar buluştu ve pandemi sonrası artan kâğıt fiyatlarından sıkça yakınıldı; yapılan araştırmalara göre, dijital okumalar ortalama olarak otuz dakikayı geçmediğinden, basılı kitaptan kolay kolay vazgeçilmeyeceğinde (şimdilik) mutabık kalındı; ABD’de basılan dergilerin % 80’i devlet tarafından satın alınıp ulusal kütüphanelerinin raflarına konulurken, Almanya’da bu oranın % 60 olduğunun, İspanya’da ise % 20’yi aşamadığının altı çizildi.

 

İspanyol Dili ve Edebiyatı alanında lisans derecesine sahip biri olarak, fuarda onlarca İspanyol yazarın katıldığı söyleşileri dinlemekten en çok keyif alan ziyaretçilerden biri de bendim sanırım. Üniversitede iki sene boyunca aldığım Çağdaş Edebiyat dersleri sayesinde isimlerinden haberdar olduğum İspanyol yazarlar Antonio Muñoz Molina ve Arturo Pérez-Reverte ile tanışıp kendileriyle sohbet etmek, üç romanının editörlüğünü yaptığım Javier Cercas ile kahve içmek bu fuarın bana bahşettiği, tanımlaması oldukça zor bir mutluluktu.

 

İki hafta önce sona eren o yoğun fuar maratonunun ardından, İstanbul’daki evimde bu yazıyı yazarken, “kitabın” Alman topraklarındaki inişli çıkışlı serüvenine takılıyor aklım: Matbaacılıkta devrim yaratan Alman kuyumcu Gutenberg’in ellerinde 1447 yılından itibaren önce arşa çıkan ve asırlar sonra Almanya’daki meydanlarda Naziler tarafından yakılan, takvimler 1949 yılını gösterdiğinde gene Almanya’daki bir fuarda yıldızı bir kez daha parlayıp 2022’ye gelindiğinde ise, doksan beş ülkenin el vermesiyle baş tacı edilen “kitap”… Mezarında rahat uyu, Johannes Gutenberg.