Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

Bu gürültülü, hoyrat, çok konuşmayı erdem sayan dünyamızda sessizliğin derin anlamına vurgu yapan ne kadar az anlatı var. Uluslararası film kategorisinde İrlanda’yı temsilen Oscar adayı Sessiz Kız (An Cailín Ciúin/ The Quiet Girl) tam da sözünü yüksek perdeden söyleyen öykülere inat, yalın, dingin ve derinlikli bir hikâye sunuyor bize. Filmin ilk karesinde 9 yaşındaki kız çocuğu Cáit’i çayırların arasında cenin pozisyonunda kıvrılarak saklanmış olarak görürüz. Bu karenin 4:3 en-boy oranında daraltılmış bir kadrajla verilmesi rastlantı değildir. Son derece akıllıca bir sinematografiyle Cáit’in sıkışmışlık hissi izleyiciye bu şekilde yansır. Bu dar kadraj kullanımı Cáit’in yoksul evindeki klostrofobik ortamı için de son derece uygundur. Koyu pastel tonlar, loş, kasvetli ve dağınık evde çok az konuşan mutsuz bir çocuktur Cáit. 1980’lerin başında İrlanda kırsalında dört kardeşiyle ve ona zerre kadar ilgi göstermeyen hamile annesi ve işsiz babasıyla yaşamaktadır. Cáit yalnızlıktan kaçış yolu olarak etrafındaki nesneleri, davranışları en ufak ayrıntısına kadar gözlemlemektedir. Kamera Cáit’in yakaladığı detaylarda gezdirir bizi. Onun bakış açısıyla öyküye dahil oluruz. Kız çocuğunun aynı yalnızlık ve mutsuzluk duygusu okul ortamında da devam etmektedir. Köşeye sıkışmışlık hissiyle bir gün okulun duvarından atlar ve delicesine koşarak okuldan kaçar. Koşmak, film boyunca Cáit’i özgürleştiren ve düşlerine en yakınlaştığı anın ana motifi (leitmotif) olarak kullanılır. Hikâye en sonunda neyin ve kimin peşinden çılgınca koşulmalı sorusunda gelip düğümlenecektir zaten.

 

Anne ve baba diğer kardeşlerinden farklı olduğuna kanaat getirdikleri Cáit ile uğraşmamak için onu en azından bir süreliğine uzak akrabalarına bırakmaya karar verirler. Babası küçük kızı kendi evlerinin aksine aydınlık, ferah, temiz ve düzenli malikâneye adeta atıp kaçar. Cáit bu evde kendi trajedisiyle baş etmeye çalışan çiftin yanında biyolojik ailesinde bulamadığı derin sevgiyi ve şefkati bulacaktır. Sinematografik olarak da küçük kız bu eve geçtiğinde kadraj geniş bir biçimde kullanılır.

 

Eibhlín ve Sean çifti bu yapayalnız ve ürkek kız çocuğunun güvenini yavaş yavaş kazanacaktır. Aralarında geçen sözcükler çok sınırlıdır ve gerekmedikçe kullanılmaz. Bu çift, İlhan Berk’in “Sessiz değilsin; büyük bir gürültünün içindesin, duymuyorlar” dizelerini andıran Cáit’in içindeki çığlıklarını, dinginlikle, sabırla ve sevgiyle sakinleştirir. Kimi zaman huzur ve güven konuşmadan da kazanılır. Masanın üzerine bırakılıveren küçük bir kremalı bisküvide, ya da çocuğun sakince taranan saçlarında, şefkatle iliklenen düğmesinde gizlidir sevgi; abartısız, gösterişsiz ve yalın.

Eibhlín’in “Bir evde sırlar varsa o evde utanç vardır. Bu evde hiçbir sır yok” sözü etrafında örülen kişisel trajedileri, izleyiciler de yavaş yavaş çözecektir. Cáit, ona gösterilen ilgi ve sevgiyle gözümüzün önünde adeta çiçek açar. Yönetmenin kullandığı ışık, renk tonları da anlatıya paralel olarak aydınlanır ve parlaklık kazanır. Bu sade öykünün arka planında İrlanda’nın dindar ve muhafazakâr toplumsal yapısı, küçük mahallelerin dedikodu sarmalı ve 1980’lerde İrlanda Cumhuriyet Ordusu IRA’nın Kuzey İrlanda’da yaptığı bombalı saldırıların gölgesi asılıdır.

Sessiz Kız, bir çocuğun kendisini güvende hissetmesi için sadece şefkate ihtiyacı olduğunu sarsıcı biçimde anlatan bir yapıt. Gerçek ailenin her zaman kan bağıyla kurulmadığı teması diyaloglardan öte yüz ifadelerinin, bakışların, anların, nesnelerin ve tabii büyüleyici bir doğanın eşliğinde sunuluyor ve son karenin vuruculuğu izleyicileri uzun süre koltuklarına çivileyip bırakıyor. Bu noktada yine sözü İlhan Berk’in dizelerine bırakmak en doğrusu belki: “Biraz deniz kenarı biriktirdim, biraz sessizlik, rüzgâra sözüm var.”