Yazar. Ayrıca Medyascope'ta Zeytin Dalı ve Sabun Köpüğü programlarını hazırlayıp sunuyor.

‘Değişmeyen Şeyler için Tarihe Dipnot’…

 

Hain ve cibilliyetsiz biri durumumu bu şekilde de özetleyebilirdi.

Ve işte bu durum fücceten beni öldürebilirdi. Bereket daha önceden alınmış önlemlerim vardı da durumdan kıl payı kurtarabildim kendimi. Her şeyim gitti ama akıl sağlığım ve anadan doğma sağcılığım beni terk etmedi. Tanrım sana şükürler olsun!

Gelelim hikâyeye. Onlarla bir laboratuvar ortamında karşılaştık. Görevim belliydi aslında.

Ekip içerisindeki en önemli şahsiyetlerden biriydim. Mikrobiyoloji konusunda doktora yapmış, dikkat çekici buluşlar ve önerilerle bugüne kadar gelmiştim. Gizli servisin gözde elemanlarından biri olarak kıdem üzerine kıdem almaktan son derece keyif alıyordum. Ülkem bu konuda hassas dengeleri elinde tutan, ismi lazım olmayan diğer ülkeleri bu piyasadan silmeye ant içmiş bir ülkeydi. Bizimle aşık atanlar için böyle, altta kalanlar içinse sadece dış borç yardımında bulunabiliyordu. Soğuk savaşı çok iyi bilirdi ülkem, yakın savaş taktiklerini de. Esaslı bir ülkeydi ve bu esaslı ülkeye hizmet etmekten onur duyan şahsiyet sahibi biri olarak haftanın tek bir günü izne çıkabiliyordum. O izin ise hemen hiçbir şeyime yetmiyordu. Bulunduğum yere 2 bin kilometre uzaklıktaki bir şehirde yaşayan eşim ve çocuklarımı ancak yirmi günde bir görebiliyordum. Dolayısıyla tek günlük iznimi bile laboratuvarda mikroskop başında geçiriyordum.

Sonuç olarak onlarla bir laboratuvar ortamında karşılaşmamız kesinlikle bir tesadüf sayılamaz. Karşılıklı  fazladan mesai yapmayı seviyorduk.

İşin arka planına bakacak olursak: O sırada uzak bir ülkede nedenini anlayamadığımız bir biçimde büyük bir salgın başlamıştı. Oradaki görev arkadaşlarımızdan iki kişiyi kaybetmiş, üçüncü kişiyi de neredeyse kaybetmek üzereydik. Oradan getirilen bir parça işleri çözecekti. Bu çözümü ve sağlamasını yapacak olan tek kişi vardı gizli serviste: Ben.

Kendimi Dustin Hoffman gibi hissettiğimi söylesem abartmış olmam herhalde. Tabii onun biraz daha uzun boylusu ve elbette daha bilimsel olanı. Politik görüşlerimiz de farklı, bunun altını çizmeliyim. Ben zaten Dustin Hoffman derken, o hani bir filmi vardı ya onu kastetmiştim. Yoksa… Kesinlikle çok farklıyız.

Neyse. Soğuk bir ekim günü, bir pazardı, sıradan bir tatil günü. Herkes kiliseye, alışverişe gitmiş, ailesiyle mutlu bir gün geçirirken ben oradaydım: Laboratuvarda… Kurumaya yüz tutmuş bir parça yosun getirilmişti. Bir dizi işlemden geçirildikten sonra artık karşılaşmaya ve yüzleşmeye hazırdım -hazırdık. Yine de tetikteydim. Üreme sistemini spermin iki türü olduğu gerçeğinden yola çıkarak kafasında halletmiş bir mikrobiyoloğun en büyük hezimeti bakterilerin üreyişine tanık olmasıdır. Yeni neslin tercihi olan iktidardan topluma yansıyan o muhafazakârlığı her an korumak durumundasınız. Bilimsel ortamda bile. Belki de en çok orada. Aksi takdirde hiçbir şeyin önüne geçemeyiz. Bazı şeyler sabit olmak durumundadır. Her zaman… Şu çok açıktır: X kromozomunu taşıyan sperm XX dişi embriyosunu, Y kromozomunu taşıyanı ise XY erkek embriyosunu oluşturur. Demek ki buradan yola çıkarak kadınları kadın yapanların erkek olduğunu savunabiliriz. Yakın bir zamanda çıkacak olan kürtaj yasağı da zaten bunun bir uzantısı olabilir…

Bunları düşünüp duruyordum. Bu esnada yüzüme yayılan tebessümü de tahlil edebiliyordum. Ben kazanacaktım!

Ama o da ne!

Elimin altında, gözlerimin önünde başka işler dönüyordu. Evet, bir kez daha baktım. Ve ne göreyim? Bakteriler hızla büyüyordu. Üstelik tek bir hücreden. Bir an gözden siliniyorlar, sonra anne hücrenin iki tane kızı oluveriyordu. Evet dişiydiler. Kesinlikle dişiydiler. Hegel kadınlar olsa olsa bir bitkidir demişti, ha bitki ha bakteri… Onu yanlış anlamış olamazdım. Yoksa… Yoksa ne?

Gördüklerime inanmıyordum. Onlar! Bu yosun üzerinde inanılmaz bir biçimde çoğalıyorlardı. Bu kaltak bakteriler… Bir ortam bulmaya görsün saniyede ürerler ve bir sürü haline dönüşürler. Bu yosun parçası da onlar için bulunmaz kaftandı, bulunmaz…  Bu sabit üreme ve değişmez büyüme hızının nedenleri arasında bu mekanizmaların son derece yetkin  bir büyüme sistemine sahip olması esastı, kesin. Yetkin ve erkeksiz ve daha da kötüsü cinssiz bir büyüme hızıydı bu. Sanki “Peki şuna ne diyeceksin Bay PhD” diyorlardı bana,  “XXY nedir, XXXY nasıl bir düzenektir,  ya XXYY, peki ya XXXYY’ye ne dersin? Dahası şöyle bir şey daha var: XO. Böyle kromozomları, böyle kromozomlu cinsleri nereye kadar görmezden geleceksiniz? Bu bozuk kromozomları diğer ülkeler üzerinden kültürel ve ulusal düzeye indirgemeniz, nereye kadar, ha?”

Sonunda dayanamadım: “Ben bir askerim,” diye bağırdım. “Benim karşımda hizalı olun tamam mı?”

Onlarsa mikroskopun öte ucunda gene bir an kayboluyor ve sayılarını ona yirmiye katlıyorlardı.

“Hepiniz birbirinizin aynısısınız, hepiniz birer kopyasınız,” diye bağırdım onlara.

Ne yazık ki onlar da bana, çoğalmaya devam ederken onlar da bana.

 

(2004 yılında Hayalet Gemi’de yayımlanmıştır. O dönem kimi okurlarca “kaltak bakteri” lafı hoş karşılanmıştı. Ben de bu metnin adını Kaltak Bakteri olarak değiştirdim.  2021’de Mikroscope’ta biraz törpülenerek yeniden görücüye çıkmasında da bir sakınca görmedim… Zira birçok şey değişse de, bazı şeyler hiç değişmiyor.)