Tuğba İçer

Gerçekten Geri mi Dönüşüm?

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Bölümü mezunu ve çift ana dal yaptığı Sanat ve Kültür Yönetimi bölümünde son sınıf öğrencisi. Okumak ve araştırmak en çok sevdiği iki şey. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hareketi gibi konular ilgi alanlarının başında geliyor ve bunlar üzerine yazıp çiziyor.

Biyolog ve Eğitimci Matt Wilkins, Scientific American’da yayımlanan “More Recycling Won’t Solve Plastic Polution” (Daha Çok Geri Dönüşüm Plastik Kirliliğini Önlemeyecek) başlıklı yazısında şöyle diyor: “Doğayı korumak için yapılan geri dönüşüm, devrilmek üzere olan bir gökdelene çivi çakmaya benzer.” Gelin Wilkins’in bu sözünden yola çıkarak, geri dönüşüm ve plastik sorununu mercek altına alalım.

 

Geri dönüşümden bahsettiğimizde hepimizin aklına şüphesiz ilk sırada plastik gelir. Plastik petrol ve türevlerinden oluşuyor ve bildiğimiz şekilde kullanımı Sanayi Devrimi’nden sonra gerçekleşiyor. 20. yüzyıla geldiğimizde plastikler hemen hemen hayatımızın her alanında varlıklarını sürdürüyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra askeri araçlardan Barbie üretimine geçen plastik sektörü günümüzde çok güçlü ve neredeyse “yenilmez” bir konuma yükseldi. Sadece Barbie ile de sınırlı kalmıyor, içtiğimiz içeceklerin şişelerinden yediğimiz yemeklerin kaplarına, oyuncaklardan ev içindeki pek çok malzemeye hayatımızı ele geçirmiş durumda. Bu kuşatma sadece saydıklarımla da sınırlı kalmıyor, deniz canlılarının midesinde ve hatta anne karnındaki embriyoda bile plastiğe rastlamak mümkün. Anlayacağınız plastikleşen, yapaylaşan sadece ilişkilerimiz değil, biziz.

 

Kentlerde yaşayan, işi başından aşkın, trafikten evde geçirecek zamanı dahi olmayan bizler tek kullanımlık plastikler içinde yediğimiz hazır yiyeceklerle karnımızı doyurmaya yabancı olmasak gerek. Hızlı tüketim mallarının artışı ile tek kullanımlık plastiklerin hayatımıza bir mucize olarak girmesi çok eskilere dayanmıyor aslında. 2. Dünya Savaşı’nda gelişen seri üretim teknolojisinin sonucu olarak fabrikalarda çok fazla üretim yapılıyordu. Bu fazla üretimin getireceği tehlikelerden korkan Amerikan şirketleri çareyi o zamana kadar “ihtiyaç” olarak pazarladığı ürünleri birer arzu nesnesine dönüştürmede buldu. Bunun sebebi bir gün herkesin kendine yetecek kadar ürüne sahip olması ve satın almayı kesecek/azaltacak olmasıydı.

 

O zamana kadar sadece işlevsellikleri ile pazarlanan ürünler artık mutlulukla ilişkilendirilerek pazarlanmaya başladı. Ama üretim bandından geçen milyonlarca ürünü satmaya yeterli değildi bu çözüm. Planlı eskitme ve tek kullanımlık plastiklerde ürün satmak gibi farklı çözümler de eklenince sorunları birden çözülüverdi. Bu dönemde Amerikan şirketlerine bir güneş gibi doğan halkla ilişkiler mucizesi insanların bilinçaltlarına girip fazla tüketimi oraya yerleştirebiliyorsa plastikleri de insanların hayatlarına pekâlâ yerleştirebilirdi, yaptı da.

Bu yeni sözde mucize hayatlarımızın her bir alanına sinsice sızmaya başladı. Artık her yerde plastik vardı. Bu materyal dayanıklıydı, hafifti, ucuzdu ve kolay şekil alıyordu. Kısacası, bununla ne yapmak istiyorsanız onu yapabiliyordunuz.

 

Kitle iletişim araçlarının bugünkü kadar gelişmiş olmadığı bir dönemde plastiğin çevreye verdiği zarar ilk başta anlaşılamadı, en azından tüketiciler tarafından. Ardından plastiğin yarattığı sorunlar anlaşılmaya başlanınca da doğal olarak tüketiciler buna karşı çıkmaya başladılar. ABD’nin bazı eyaletlerinde tek kullanımlık şişeleri yasaklayan kısa süreli yasalar da oldu ama bu yasalar tek kullanımlık şişe imalatçısı olan ve aralarında Coca-Cola, Anheuser-Busch ve Philipp Morris’in de olduğu şirketler tarafından büyük ve uzunca bir halkla ilişkiler kampanyası zinciri ile hedef tahtasından üreticileri alıp, oraya tüketicileri koyarak engellendi. Peki bunu nasıl başardılar? Bu şirketler bir araya gelerek “Keep America Beatiful” (Amerika’yı Güzelleştirelim) isimli bir kâr amacı gütmeyen organizasyonu kurdular. Bu ve bunun gibi pek çok yan kuruluş sözde çevreci bir imajla ve çevresel yönetim hakkında insanları bilgilendirme amacıyla ortaya çıktılar ve yıllarca yeşil aklama (greenwashing)* kampanyaları ile üreticinin plastik sorunundaki sorumluluğunu gizleyip bütün sorumluluğu “sorumsuz tüketicilere” yüklediler. Bugün hâlâ yapılan bu yeşil aklama kampanyalarına aslında hepimiz aşinayız, sadece biraz dikkatli bakmak yeterli.

 

Peki bu yeşil aklama nasıl başladı?

 

Kapitalizm her zamanki gibi kendisine karşı olan savı alıp onu kendi lehinde kullandı, bir nevi krizi fırsata çevirdi. Şirketler, üstte de bahsettiğim gibi farklı kuruluşlar aracılığıyla yaptıkları reklam kampanyaları ile suçu bireylere atıp, atık yönetimindeki rollerini çok becerikli bir şekilde gizliyorlardı ve bunun pek çok yolunu bulmuşlardı. Öncelikle üretilen plastiklerin geri dönüştürülebilir olduğunu iddia ediyorlardı, bu hem doğaya duyarlı tüketicilerin plastikleri gönül rahatlığıyla kullanmasını sağlıyordu hem de plastiğin yarattığı problemin sorumluluğunu tüketicinin alması anlamına geliyordu, tam bir kazan kazan durumu. Hatta bu şirketler geri dönüşüm türleri için farklı semboller ürettiler ve yasa koyucuları bu sembolleri paketlere yerleştirmeye ikna ettiler. Bunun sonucunda çevreye duyarlı olan bir tüketici de gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilecekti.

 

Öte yandan belirtmek gerek ki 1950’li yıllardan beri üretilen plastiğin yüzde 90’ı geri dönüştürülmemiş. Üstelik geri dönüştürülebilir iddiasındaki plastiklerin pek çoğunu dönüştürmek neredeyse imkânsız. Peki neden? Öncelikle paketlerin arkasını çevirip bakmamız gerek, orada bulunan rakamlar ne kadar yüksekse bu o ambalajın geri dönüştürülmesi zor hatta imkânsız olduğunu gösteriyor. Çünkü çok pahalı ve bu kadar fazla geri dönüşüm çeşidine yeterli tesis ve altyapı dünyanın pek çok yerinde yetersiz ve hatta yok.

 

Örneğin kağıt bardaklar, her yerde kullandığımız ve kağıt gibi göründüğü için muhtemelen geri dönüştürülebilir sandığımız o bardaklar aslında geri dönüştürülemez çünkü içlerinde suyun sızmasını önleyen plastik bir katman var ve kağıt ile plastiğin karışımı olduğu için bunları ayıracak özel bir teknolojiye ihtiyaç var, bu yüzden geri dönüşüme uygun değil.

Ya teneke içecek kutuları, maalesef onlar da geri dönüştürülemez. Çünkü sıvılar metalle etkileşime girdiği için onlarında içinde gizli biz plastik katman var. Yağlı ve kirli atıklar da geri dönüşüme giremez, ancak temizlenmiş olması gerek ki bu da su israfı demek.

 

Geri dönüşüm vaadiyle toplanan atıkların pek çoğu saydığım nedenlerden dolayı geri dönüşüme dahil olamıyor ve/veya yakılıyor ya da bazı Üçüncü Dünya ülkelerinin kara ve denizlerinde dolaşıyor. Bu ülkelerin arasında Türkiye de var. Yakın zamanlarda örneğin Adana’da yol kenarında İngiliz veya Amerikan menşeli çöpleri konu alan haberler görmüşsünüzdür, ben Adana’ya gitmedim ama Amerikan bir çöpün gidemeyeceği yer yok.

 

Asıl soru bu çöpler neden ve nasıl buraya geldiler? Bu sorunun cevabı için biraz Çin’den bahsetmek gerek. Çin’i uzun süre dünyaya ihraç ettiği ucuz plastik ürünleri ile tanıdık. Bu ürünlerin alameti farikası Çin’in 2017’ye kadar dünyada ihracatı yapılan plastik atıkların yüzde 45’ini almasından geliyor, yani bu tarihe kadar plastik atıkların dünyadaki en büyük alıcısı konumunda olmasından. Ama Çin öyle bir noktaya geliyor ki aldığı katı atıkları yönetemiyor ve 2018 yılında katı atık alımını durduruyor. Bundan kısa bir süre sonra da pek çok ülkeyle birlikte Türkiye de katı atık için yeni adres oluyor. 2018 yılından önce Türkiye’ye ayda yaklaşık 4.000 ton katı atık ithal edilirken, bu yasaklamadan sonra bu sayı ayda 33.000 tona çıkıyor. Üstüne üstlük geri dönüştürülemez plastik atıkların uluslararası ticareti yasak olmasına rağmen bu çöpler ülkemizde ve bu yüzden geri dönüşüm bandı yerine karada ve denizde görmek mümkün.

 

Peki geri dönüşüme katılan plastikler? Onlar masum mu? Öncelikle geri dönüşüm oranlarına bakacak olursak örneğin Türkiye’de yüzde 10-12 civarında olan geri dönüşüm, Avrupa’da yüzde 25-30 civarında ve Avrupa dünyanın en büyük ikinci plastik üreticisi olmasına rağmen geri dönüştürülmüş plastik, plastik talebinin sadece yüzde 6’sına karışık geliyor. Yani geri dönüşüm oranları da zaten çok yüksek değil. Kaldı ki geri dönüşümü artırsak bile, geri dönüşüme giren plastikler en fazla iki-üç kez işlem görebiliyorlar ve bu işlemlerde çok fazla ilave kimyasal ve kaynak kullanılıyor. Üstelik geri dönüştürülmüş plastiğin dayanıklılığı virjin plastiğe göre az ve daha pahalı. Bütün bunlar bir araya geldiğinde geri dönüşümün çok da masum olmadığı bir tablo ortaya çıkıyor.

 

Üstüne üstlük “bilinçsiz tüketici” geri dönüşüm yapmaya karar verdiğinde de sorunlar bitmiyor. Plastik ambalajların üzerindeki amblemleri tek tek okuyup öğrenmesi, ayrıştırması, neyin geri dönüşüp dönüşmeyeceğini bilmesi gerekiyor. Ayrıca evde bunları yaptıktan sonra tek tek bu atıklar için ayrılmış atık noktalarını bulması ya da bazı atıkları görevliler evden alıyorsa onları arayıp bulması gerekiyor. Yani büyük şirketlerin iddia ettiği gibi pratik ve sürdürülebilir bir durum değil.

 

Sonuç olarak, geri dönüşümün plastik üreticilerinin uydurduğu bir yalan olduğunu söylemek istemiyorum çünkü hâlâ işlevsel. Plastiğin hayatımızın her alanında nerdeyse vazgeçilmez bir yeri olduğunu göz önüne alırsak, üretmeyi ve kullanmayı bırakmaya karar versek bile yerine gelebilecek alternatifleri bulmadan yine plastiğe mahkûm olacağız. Bu yüzden geri dönüşüm hâlâ bir çözüm ama zincirin en son halkası. Azaltmak ve yeniden kullanmak olmadan geri dönüşüm plastik üretimini desteklemekten başka bir işe yaramaz.

 

Ne yapmamız gerektiğine gelirsek, paketlenmiş gıda tüketmeyin, kahvenizi termosta alın demeyeceğim çünkü bunları artık herkesin bildiğini biliyorum. Bu küçük ama faydalı adımları yine atın ama asıl merak edin, talep edin ve unutmayın. Mesela yıl yıl bu atıklar nereye gidiyor, nasıl dönüşüyor, ne kadarı dönüşüyor merak edin, sorgulayın. Bütün yönetimlerden, yerel ve ulusal ölçekte harekete geçmelerini talep edin, şeffaflık talep edin, hesap sorun. Son olarak da unutmayın, dün Rize’nin dağlarında doğal yaşam alanlarını katledenleri, seli felaket olarak adlandırmamız için bütün koşulları hazırlayanları, madenleri zeytin ağaçlarına tercih edenleri ve geri dönüşümde büyük payı olan kağıt toplayıcılarını bir gece yarısı hapse tıkan zihniyeti unutmayın çünkü eğer unutursanız çok da bağlayıcılığı olmayan bir anlaşmaya atılan bir imza bütün geçmişi silebilir, her ne kadar olumlu bir adım olsa da.

*Yeşil aklama (greenwashing) bir ürünün doğa dostu gibi sunulmasına denir. Üstte de bahsettiğim gibi genellikle çokuluslu şirketlerin doğaya zarar veren faaliyetlerinin üstünü örtmek ve sorumluluklarını gizlemek adına yaptıkları çeşitli etkinlik ve kampanyalardır.

Kapak Görseli: Ruben Orozco, Bihar

Kaynaklar

https://www.mumowrap.com/blog/icerik/geri-donusum-geri-donusum-degil

https://medium.com/türkiye/çözüm-geri-dönüşüm-mü-d11110d6f4d9

https://www.motherjones.com/politics/2006/05/origins-anti-litter-campaigns/

https://blogs.scientificamerican.com/observations/more-recycling-wont-solve-plastic-pollution/

https://www.youtube.com/watch?v=iMsT6hYUo-c

https://medyascope.tv/2021/02/24/plastigin-yolculugu-3-plastikte-geri-donusum-fosil-yakit-tuketimini-azaltmaya-yeter-mi/

https://m.bianet.org/biamag/diger/211533-neden-geri-donusum-degil-sifir-atik

https://www.greenpeace.org/turkey/blog/yalanlar-istiyorsan-yalanlar-soyleyeyim/

https://www.theguardian.com/sustainable-business/2016/aug/20/greenwashing-environmentalism-lies-companies

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/886523

https://www.wwf.org.tr/?7800/wwf-akdeniz-plastik-raporunu-yayimladi-akdenize-en-cok-plastik-turkiyeden

https://www.theguardian.com/sustainable-business/2016/aug/20/greenwashing-environmentalism-lies-companies

https://www.youtube.com/results?search_query=plastiğin+yolculuğu

https://www.youtube.com/watch?v=-dk3NOEgX7o&t=1500s