Naz Beykan

İklim değişikliği, insanlığın bugüne kadar karşılaştığı en büyük kriz. Peki neden? Ve ne yapacağız?

İklim değişikliğine uyum, kentsel dirençlilik ve yeşil binalar konularında uluslararası kalkınma kuruluşları, özel sektör ve belediyelerle danışman olarak çalışan Naz Beykan, lisans eğitimini 2011 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde, lisansüstü eğitimini ise 2013 yılında Harvard Üniversitesi Tasarım Enstitüsü Tasarım Araştırmaları Yüksek Lisansı: Enerji ve Çevre programında tamamladı. İklim Araştırmaları Derneği’nin yönetim kurulunda yer alıyor.

Bu sorulara ışık tutmadan önce, konuya bugüne kadar kulak kabartmamışlar için kısa bir özet yapalım. İklim krizinin nedeni Sanayi Devrimi ile beşeri faaliyetlerimizin ana enerji kaynağı haline gelen fosil yakıtların artan tüketimi. Karbon yutaklarının kaybına neden olan arazi kullanım değişiklikleri ve sürdürülebilirliği gözetmeyen üretim-tüketim sistemleri de cabası. Bu dinamiklerden kaynaklanan emisyonlar sonucunda, başta karbondioksit olmak üzere, sera gazlarının atmosferdeki yoğunluğu rekor hızda artıyor. Dolayısıyla, dünyamıza gelen güneş ışınımının daha fazlası geri yansıtılamadan atmosferde hapsolarak dünyanın ısınmasına neden oluyor.

1880’den bu yana küresel ortalama sıcaklıklar yaklaşık 1 dereceden fazla arttı[1] ve bu, hem ortalama iklimsel parametreleri değişmesi hem de aşırı hava olaylarının daha şiddetli ve sık gerçekleşmesi demek. Hiçbir doğal veya beşeri sistem iklimden bağımsız olmadığı için de iklimdeki değişimler bunlar üzerinde adeta domino etkisi yaratıyor. Birkaç örnek verecek olursak… Ortalama sıcaklıkların giderek artması ve yağış rejimlerinin değişmesi kuraklık olaylarını tetikliyor, nitekim tarımsal üretim sekteye uğruyor, bu da gıda tedarikini zorlaştırıyor ve gıda fiyatlarını artırıyor. Sıcaklık nedeniyle buzulların erimesi ile deniz seviyesinin yükselmesi, kıyısal bölgeler ve ada ülkelerinde yaşayan yüz milyonlarca insanın güvenliğini tehdit ediyor. Okyanusların ısınması bir yandan kasırgaları şiddetlendirirken diğer yandan asitlenmeye yol açarak mercan resifleri gibi kritik ekosistemleri ve bunlara bağlı canlı türlerini yok ediyor.

İklim krizinin bu etkileri ne yazık ki herkesi eşit etkilemediği gibi, mevcut eşitsizlik ve adaletsizlikleri daha da derinleştiriyor. Bunları beş farklı boyutta ele alabiliriz.

 

Ülkeler arası. İklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarının tarihsel olarak sorumluları gelişmiş olan ülkeler ancak gelişmekte olan Çin gibi ülkeler de güncel emisyonların büyük bir kısmından sorumlu. Burada iki temel sorunsal doğuyor. Birincisi, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma için fosil yakıtlara muhtaç olduklarını varsaymaları ve dolayısıyla emisyonların azaltılmasının istenmesini kalkınmalarına engel olarak değerlendirmeleri. İkincisi ise, her ne kadar geçen yaz Avrupa’da yaşanan seller ya Kuzey Amerika’da yaşanan Ida Fırtınası, gelişmiş ülkelerin de iklim krizinin yıkıcı etkilerinden kaçamayacağını gösterse de gelişmekte olan ülkeler ve özellikle ada ülkelerinin bu yıkıcı etkilere yıllardır şahit olmaları. Örneğin, 2017’deki Maria Kasırgası’nın Dominika’nın gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 200’ünü aştığı tahmin ediliyor[2]. Zaten sınırlı olan kaynakların şiddetlenen ve üst üste gelen doğal afetlerle mücadeleye ve toparlanmaya gitmesi iklim krizinin bu ülkelerin kırılganlıklarını derinleştirdiğini ve sürdürülebilir kalkınmaları yolunda ciddi bir engel olduğunu gösteriyor.

 

Ölçekler arası. İklim değişikliği küreselde gözlemlenebilen bir olgu olmasına rağmen, etkileri bölgesel ve yerel ölçeklerde yaşanıyor. Yani konuya dair müzakereler ulusal yönetimlerce yürütülürken ve kararlar üst ölçekte verilirken, yaşanan kronik streslerle ya da akut şokların doğurduğu hasar ve zararlarla çoğu zaman yerel yönetimler, özel sektör ve bireyler karşı karşıya kalıyor.

 

Toplumsal kesimler arası. Toplumların içindeki düşük gelirliler, yaşlılar, engelliler ve kadınlar gibi gruplar iklim krizine karşı çok daha kırılgan. Düşük gelirli gruplar çoğu zaman riskli bölgelerde ve niteliksiz yapılarda yaşamakta oldukları için aşırı hava olaylarına ve afetlere maruz kalma olasılıkları da yüksek. Afetler sıklaştıkça tekrarlayan hasarları karşılayabilmek için belki de sağlık ve eğitime harcamak için kenara koydukları iki kuruşu da harcamak zorunda kalıyorlar. Her afetle kırılganlıkları giderek artıyor ve yoksullukları derinleşiyor. Dünya Bankası, gerekli adımların atılmaması durumunda 2030’a kadar 100 milyondan fazla insanın derin yoksulluğa geri itileceğini öngörüyor[3]. Bunun yanı sıra yaşlılar ve engelliler ise hareket kabiliyetleri kısıtlı olduğu ve başkalarına bağımlı olabildikleri için kırılgan konumda. Örneğin, sıcak dalgaları yaşam koşullarını iyileştirmek için ek geliri olmayan yaşlı nüfusta erken ölümlere yol açabiliyor. Ayrıca, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin fazla olduğu toplumlarda ekonomik ve hareket bağımsızlıklarının olmaması kadınların kırılganlığını artırıyor. Covid-19 pandemisinden de öğrendiğimiz gibi, “en zayıf halkamız kadar güçlüyüz.”

 

Nesiller arası. Bilim insanları sera gazı emisyonlarını bugün durdursak bile iklim değişikliğinin etkilerini yüzlerce yıl yaşamaya devam edeceğimizi öngörüyor. Bir araştırmaya göre[4], 2020’de altı yaşında olan bir çocuk, 3 derecelik küresel ısınma senaryosu gerçekleşirse, 1960’larda doğan birine göre iki kat daha fazla orman yangını ve tropik fırtına, üç kat fazla sel olayı, dört kat fazla tarımsal mahsul kıtlığı, beş kat fazla kuraklık ve 36 kat fazla sıcak dalgası deneyimleyecek. Bu, bugünün ve yarının çocuklarının güvenli ve sağlıklı yaşam haklarının ihlal edildiğine işaret ediyor.

Türler arası. İklim krizinden etkilenenler sadece insanlar değil. Gezegeni paylaştığımız canlıların iklimin değişme ivmesine uyum sağlayacak hızda evrilmeleri mümkün değil. Ayrıca, doğal alanları tarım arazilerine, sanayiye ve kentlere dönüştürdüğümüz için, hareket edebilen canlıların daha elverişli yerlere kaçmalarını da engellemiş bulunuyoruz. Bugün, bilinen 8 milyon türün 1 milyonu iklim krizi nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya[5]. Eğer emisyonları azaltamazsak, 2070’e kadar tüm canlıların yarısını kaybedebiliriz[6].

 

Bilim insanlarına göre küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutamazsak iklim krizinin etkileri katlanarak artacak ve riskler dünyadaki tüm canlılar için geri dönüşü olmayan yıkıcı ölçeklere ulaşacak. Tablo bu kadar karamsarken korkuya ve ümitsizliğe kapılmak çok kolay. Ancak ümitsizliğin bizi paralize etmesine, duyarsızlığa ve eylemsizliğe itmesine izin vermemeliyiz. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bu nedenle, aksini söyleyen ve eylemsizliği teşvik edenlere kulak asmayın.

Enseyi karartmaya gerek yok! İklim krizinin önüne geçmek imkânsız değil. Yapmamız gerekenleri biliyoruz: sera gazı emisyonlarımızı azaltmak ve kaçınılamaz iklim değişikliği etkilerine karşı dirençliliğimizi artırmak. Bu, bireysel ve kolektif eylemlerle, sistemik değişimle gerçekleşecek. Dünyanın dört bir yanında ülkeler, şehirler, kurumlar ve bireyler bu alanda umut veren adımlar atıyor, burada sıralamaya zaman yetmez.

 

“Peki ben ne yapmalıyım?” diye soruyorsanız; işte size birkaç öneri:

  • Bireysel ölçekte, barınma, tüketim, ulaşım gibi faaliyetlerinizde fosil yakıtlara bağımlılığınızı ve iklimsel kırılganlığınızı anlamakla işe başlayın. Bunları nasıl azaltabileceğinizi araştırın, imkânınızın yettiği oranda uygulamaya geçin.
  • Tek başınıza çözemediğiniz eylemler için sizinle aynı konularda kafa yoran başkalarıyla ortak çözümler arayın. Sivil toplum kuruluşları, mahalle dernekleri gibi topluluklar bu tür kolektif eylemler için birebir platformlar.
  • Kurumsal ölçekte operasyonlarınız, tedarik zincirleriniz ve lojistik faaliyetlerinizin fosil yakıtlara bağımlılığınızı ve hem bunların hem de insan kaynaklarınızın iklimsel kırılganlığını öğrenin, gerekli eylemleri tespit edip uygulamaya geçin.
  • Kurumlar arası iklim eylemi çerçevesinde işbirliklerine ön ayak olun.
  • Mesleki bir uzmanlığınız ya da sektörel bir bağınız varsa, iklim kriziyle mücadelede uzmanlığınızın sunabileceklerini tespit edin ya da bu alanda kendinizi geliştirin.
  • Yerel ve ulusal yönetimlerden karbonsuzlaşmaya yönelik adil dönüşümü ve iklim dirençliliğinin artırılmasını talep edin.

“İyimserlik, bilinçli bir seçim” diyordu biri (keşke kimdi hatırlıyor olsam)… Paris Anlaşması’nın hayata geçmesinin arkasındaki kilit isimlerden Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Genel Sekreteri Christiana Figueres’in tanımladığı gibi zaman, “inatçı iyimser” olma ve eylem zamanı!

 

_______________

[1] NASA. https://climate.nasa.gov/

[2] IMF. 2019. Building Resilience in Developing Countries Vulnerable to Large Natural Disasters. https://www.imf.org/en/Publications/Policy-Papers/Issues/2019/06/24/Building-Resilience-in-Developing-Countries-Vulnerable-to-Large-Natural-Disasters-47020

[3] Dünya Bankası. 2015. Rapid, Climate-Informed Development Needed to Keep Climate Change from Pushing More than 100 Million People into Poverty by 2030. https://www.worldbank.org/en/news/feature/2015/11/08/rapid-climate-informed-development-needed-to-keep-climate-change-from-pushing-more-than-100-million-people-into-poverty-by-2030

[4] Thiery, B. W., Lange, S., Rogelj, J., Schleussner, C. F., Gudmundsson, L., Seneviratne, S. I., … & Wada, Y. 2021. Intergenerational inequities in exposure to climate extremes. Science, eabi7339.

[5] IPBES. 2019.Global Assessment Report on Biodiversity and Ecosystem Services. https://ipbes.net/global-assessment

[6] Román-Palacios, C., ve Wiens, J. J. 2020. Recent responses to climate change reveal the drivers of species extinction and survival. Proceedings of the National Academy of Sciences, 117(8), 4211-4217.