1964 Adana doğumluyum. İlk gençlik yıllarımda aktif bir voleybolcuydum. Profesyonel oyunculukla yürüttüğüm üniversite sürecinde Boğaziçi İnşaat Mühendisliği Fakültesini bitirdim. Sigorta sektöründe uzun yıllar süren çalışma hayatımı, emeklilik hakkını kazandıktan bir yıl sonra sona erdirip ilgi alanlarıma yöneldim. Fotoğraf ve yazı, üzerinde emek vermeyi sevdiğim iki alan. Ayrıca iyi bir okur olma gayreti içindeyim. Bunların dışında fırsat buldukça gençlere yönelik gönüllü koçluk faaliyetlerinde bulunuyorum. Doğada zaman geçirmeyi çok seviyorum. Özellikle çiçeklerin, kuşların, ahtapotların ve denizin gönlümde ayrı bir yeri var. Hem koçluk hem de denizle ilgili yazı ve fotoğraflarımı kendi web sayfamda zaman zaman paylaşıyorum.

Bir süredir sosyal medyadaki paylaşımlarda 40 veya 50 yaş üstü kadınlara atfedilen yazılar ve tavsiyelerle karşılaşıyorum. Kimin yazdığı ya da derlediği belli olmayan bu yazılar bazı dikkate değer cümleler içeriyor olsa da çoğunlukla her yerde karşılaşılabilecek genel ifadelerden oluşuyor. Başkaları için değil kendiniz için yaşayın, küçük şeylerden keyif alın, bağışlayın gibi… Ellili yaşlarını yaşayan bir kadın olarak algılarımdaki seçicilikten olsa gerek, geçen günlerde yine bu konudaki bir paylaşım dikkatimi çekti. Bu seferki mecra Linkedin olduğu ve de başlığında MIT’deki (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) bir uzmanın(*) sözü yer aldığı için söz konusu makaleyi(**) ayrı bir ilgi ve merakla okudum. Yazıda özetle kadınların yaş alma sürecinde erkeklere göre hayata daha iyi hazırlandıkları, geleceğin kadınların elinde olduğu vurgulanıyor.

Kadınlar birçok alanda (eve yönelik alışveriş, sağlık giderleri vb.) karar verici oldukları için birer patron konumundalar. Hem yeni neslin hem de anne babalarının çeşitli ihtiyaçları ile ilgileniyorlar. Bu çok yönlü ihtiyaçlara yönelik olarak sürekli araştırma yapmak durumunda kalıyorlar.” (**)

Makalede, insanlık tarihinde ilk defa bu kadar yüksek eğitim seviyesine sahip olan 50 yaş üstü kadınların, hayatın çeşitli alanlarındaki farkındalıklarının yüksek olduğu, yeniliklere daha açık oldukları belirtiliyor ve tüm bu sebeplerden dolayı birçok sahada yeniliğin lokomotifi görevini üstlenecekleri bildiriliyor.

Gerçekten de çevreme baktığımda etrafına sürekli katkıda bulunan, çok dinamik, yeniliklere açık ve kendini birçok konuda geliştirmeye çalışan kadınlar görüyorum. Yukarıdaki yazıda da belirtildiği gibi bu kadınlar hem anne babalarının sağlık sorunlarına koşturuyor hem de çocuklarının değişen ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyorlar. Pek çok kadın hayatın farklı alanlarında çok yoğun emek ortaya koyuyor. Ama ne yazık ki bunların sistem içinde bir değeri yok. Aileyi sağlıklı beslemek, temiz ve düzenli bir ev ortamı oluşturmak, aile büyüklerinin sağlık sorunları ve psikolojik dertleri ile ilgilenmek, çocuklarının ruhsal gereksinimleri dahil her türlü ihtiyacını gözetmek ve bunun gereklerini yapmak ederi olan işler arasına girmiyor. Torununa bakan, evlatlarına maddi destek sağlayan, edindiği yeni becerileri hayatına entegre eden ve bunun ürünlerini etrafıyla paylaşan kadınlar o kadar sıradanlaştı ki bunlar sanki olması gereken şeyler gibi algılanıyor çoğu kez. Özellikle torununa bakmak başlı başına büyük bir mevzu.

Çocuk yetiştirme konusunda ‘’The Gardner and the Carpenter’’ adlı kitabın yazarı psikolog Alison Gopnik’in büyükannelerin çocuk yetiştirme sürecindeki katkılarına ilişkin ilginç bir tezi var. Bu tez doğadaki bir gerçekliğe dayanıyor: Memeliler arasında menopoza girmesine rağmen yaşamaya devam eden iki canlı türünün var olduğu söyleniyor. Biri insanlar diğeri de katil balinalar. Gopnik kadınlara bu özelliğin bahşedilmesinin sebebinin büyükannelerin çocuk yetiştirmede verdikleri katkı olduğunu söylüyor.

 

Gerçekten de insanoğlunun binlerce yıllık tarihine bakıldığında insanların yaşam biçimi günümüz çekirdek aile ortamından oldukça farklı. Özellikle çocuk yetiştirme eskilerde kolektif yürütülen bir süreçmiş. Sadece büyükanneler değil, teyzeler, halalar ve hatta ablalar bu süreçte yer alırlarmış. Genç veya çok çocuklu anneler hep birilerinden, özellikle de deneyimli olan büyükannelerden destek görürlermiş. Böylece çocuk büyütmenin o stresli ve yorucu kısmı yardımlaşarak atlatılırmış. Günümüzde ise bu yardım daha çok maddi sebeplerden ve bakıcılara yitirilen güvenden kaynaklanıyor. Her halükârda büyükannelerin verdiği bu katkı çok çok değerli.

Peki hayatın ilerleyen dönemlerinde erkekler ne durumdalar? Today’de yer alan yazıda MIT’deki AgeLab’ın yöneticisi Joseph F. Coughlin’in söylediğine göre erkeklere emeklilikte ne yapacakları sorulduğunda verdikleri yanıt yeni bir araba almak, seyahate çıkmak, golf oynamak gibi aktiviteleri kapsıyor. Eşleriyle daha fazla zaman geçirecekleri de sıklıkla söylenenler arasında. Bu konuda kadınların farklı düşündüğü belirtiliyor makalede. “Kadınlar evde oturan erkekten rahatsızlık duyuyorlar.” Araştırma Batı ülkelerinde yapılmış olsa da bizim için de sürpriz bir bulgu değil bu. Hepimiz etrafımızda benzer durumları gözlemlemişizdir. Kadınların şöyle bir serzenişini okumuştum bir kitapta: “İyi günde ve kötü günde bir arada olmaya söz verdik, öğle yemeğinde değil.”

Kadın ya da erkek olalım fark etmez, asıl soru şu: Yaş ilerledikçe nasıl bir yaşam tarzı sürmek beden ve ruh sağlığımıza iyi gelir?

Massachusetts General Hospital’da yaşlı insanlar üzerinde yapılan bir çalışmada (***), hafıza ve dikkati kendi yaş grubunun ortalamasından çok daha iyi durumda olan kişilerin yaşam tarzı incelenmiş. Bu kişileri diğerlerinden ayıran en büyük özelliğin bir şeylerin üzerinde sıkı çalışıyor olmaları olduğu anlaşılmış. İster fiziksel olsun ister zihinsel, bir şeyleri yapmakta zorlandığımız zaman, beynin dikkat ve hafızaya yönelik kısmının diri kaldığı söyleniyor. Yani kafamızı çalıştırmak adına bulmaca çözmekten ziyade yeni bir dil veya beceri öğrenmek beynimiz için çok daha sağlıklı. Yaş ilerledikçe konfor alanına sığınmak, gündelik hayatı huzur üzerine kurmak beyni tembelleştirerek hafıza ve dikkatte kayıpların hızlanmasına yol açıyor. Bütün bir emeklilik sürecini deniz kıyısındaki yazlığında geçirmek üzere kurgulayan insanları göz önünde bulundurduğumuzda durum çok vahim, değil mi?

Bu çerçevede 50 yaş üstündeki kadınların gösterdiği çabanın ne kadar kıymetli olduğu daha iyi anlaşılıyor. Elini ve ayağını hayattan çekmeyen, fiziksel ve ruhsal olarak zorlansa da hayatı güzel kılmaya çabalayan kadınlar günümüzde çok değerli. Bu arada MIT’li yönetici J.F. Coughlin’in 50 yaş üstü erkeklere bir önerisi var: Kadınlardan ders alıp, hayatı sadece iş üzerinden tanımlamamak, yeni ilgi alanları yaratmak ve romantizmi diri tutmak.

Aslında bu önerinin kadını-erkeği yok. Hepimizin ihtiyacı olan, tek bir kimliğimizin diğer kimliklerimizi yutmasına izin vermeden hayatın farklı alanlarını dolu dolu yaşamak. Bu süreçte yeni deneyimlere, bilgi ve becerilere açık olmak da bir o kadar önemli. 1913 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Hintli şair Rabindranath Tagore resim yapmaya 67 yaşında başlamış. Şiirlerini çok sevdiğim Tagore’nin şu sözleriyle bitirmek isterim yazımı:

“Kelebek ayları değil fakat anları sayar ve yeter zamana sahiptir.”

 

(*) Joseph F.Coughlin Massachusetts Teknoloji Enstitüsü AgeLab yöneticisi ve kitap yazarı “The Longevity Economy: Unlocking the World’s Fastest-Growing, Most Misunderstood Market.”

(**) Why Older Women Will Rule the World: The Future is Female, MIT Experts Say-Today

(***) How to Become a ‘Superager’?- The New York Times